Ben bugün kalbimi Cumartesi annelerinin gözyaşlarıyla ıslattım. Sonra güneşlere serdim onu kurusun diye…
Hayata baktım bugün kalbimle. Dünyanın halini düşündüm. Bu pencerede küçük bir kız olduğumu, annemin bırakıp gittiğini; korkuyla kendimi paraladığımı anımsadım. Yağmur yağmıştı. Islaktı sokaklar. Bir kuş geçti önümden. Yavrusuna yem götürdü.
Düşündüm anne nedir? Sevmenin ipek saten akıcılığını düşündüm. Sonra rüzgârlar esti. Sımsıkı sarılabilmek istedim birilerine. Üstümü örtsün istedim sıcak bir kalbin elleri.
Kadınlar tanıdım eskilerde. Kaynayan bir tencere gibiydi onların kalpleri. Çocuklar doysun isterlerdi. Zulmün içinde sevinç kırıntıları ararlardı. Çocuklar gülsün isterlerdi. Hayatı hayretle seyrederdi o kadınlar. Sonra toz bezlerini, kovaları kaparlardı birden; temizlemeye giderlerdi.
Kadınlar gördüm ben. Sırf aşk kesilmişlerdi. Dişi kaplanlar gibiydiler zulmün karşısında. Kırılgan bir gülken dikenlerini batırırlardı. Dingin bir gölken diplerindeki karanlıkta tortusu dururdu acılı bir belleğin. Su gibi bakar, ateş gibi sever, toprak gibi yaratır, hava gibi can verirlerdi.
Savaşın kadınlarını gördüm ben çocukluğumun cennetinin cehenneme çevrildiği yıllarda. Korkuyla açılan gözleri ölümsüz fotoğraflar gibi dağılmıştı dünyaya. Kıyımdan kaçan, özenle donattıkları evlerini bırakıp çadırlara sığınan kadınlar gördüm. Çocuklarına örtü olurdu o kadınlar, el olurlardı, ayak olurlardı.
Kötülük her yandaydı. Bulaşırdı herkese… Upuzun bir hikâyeydi hayat çağlar öncesine giden. Korkudan yapılmıştı insan. Nefrete dönüşürdü korku. Cana düşmandı can.
Sonra erkekler vardı. Yumuşacıktı içleri; o yüzden kalın bir kabuk bağlarlardı; o yüzden dikenleri vardı kirpiler gibi… Kadınlar bazen görürlerdi onların içlerini; dikenleri kanatırken kalplerini…
Her şeyi görürdü kadınlar. Kabukların ta içinde gizleneni… Sessizce bilirlerdi. Hayatı koruyup kollamaya, zararı atlatmaya çalışırlardı. Darmadağın olunca ortalık; toplamaya girişirlerdi.
Kadınlar tanıdım: Kaynayan bir tencere gibiydi onların kalpleri. Çocuklar doysun isterlerdi.
Kadınlar tanıdım: İyileştirirdi bakışları hiçbir ilacın fayda etmediği hastalıkları.
Kadınlar tanıdım: Öylesine kırılgandılar ki ufacık bir rüzgâr savururdu onları… Sonra fırtına kesilirlerdi.
Kadınlar tanıdım çaresizliği gül bahçesine çevirirlerdi.
Tutsak sanırdınız onları ama içlerinde dağ keçileri gezinirdi.
Korkak sanırdınız onları ama kör kuyulardan çekip çıkarırlardı cesareti.
Öyle tırsılmıştı ki onların güzelliğinden; örtülere sarınmış, ev içlerine kapatılmışlardı.
Kadınlar tanıdım: Küçük bir fırsat verilse bir sofra gibi donatırlardı dünyayı.
Kadınlar tanıdım haksızlıktan çıldırmış; birer Medea’ya dönüşmüşlerdi.
Kadınlar tanıdım kötü bir kalp edinmişlerdi.
Kadınlar tanıdım kötülükleri yıkayıp ipe sererlerdi.
Her yeri pırıl pırıl yapardı kadınlar ama akşama yine kirlenirdi.
Bu sabah çocukluğuma uyandım ben. Bu sabah anneliğime uyandım. İçim acıdı bu sabah. Annesizliğin, çocuğundan koparılmışlığın, insanın insana eziyetinin sabahına uyandım. Kadının kader defterine yazılan için isyana uyandım.
Onların çocukları bir gün alındı ellerinden. Onların çocukları bin bir zulümden geçti; engel olamadılar.
“Anne beni bul !” diyen seslerini işittiler ama bir türlü bulamadılar.
Oğullarını kaybetmiş annelerin mezarlarının önünden geçmeyiniz. Hele Cumartesiyse günlerden…