Katerina Antona
“Noel öncesi ve evimize her zaman neşeyle dönerdik, çok az şeyimiz olsa da çok mutluyduk...
Şimdi çok şeyimiz var ama mutlu değiliz...
Sevgi ve bir tabak yemek ile Noel ağacının altında sarılmış bir hediyecek yeterliydi mutluluğumuz için...
Anneciğim her zaman Noel ağacının baş köşede olmasını sağlardı ve yanıp sönen renkli ışıcıkları çok ama çok severdim, alıp beni başka dünyalara götürürdü bu renkli ışıklar...
Evimiz büyük değildi ama bu umurumuzda bile değildi...
Fırınca pişen kocaman patatesler ve fırın makarnasının pişmesini heyecanla beklerdik...
Yeni giysiler, özellikle yeni potincikler almayı iple çekerdik...
Sanki de annem kadar lezzetli pişiremedim hiçbir yemeğimi gibi geliyor bana...
Tüm aile olarak birlikte son kez yemek yeyişimiz 1974’ün Noel’i idi...
Yaz aylarında kardeşim Hristakis askerliğini bitirecekti ve yurtdışında öğrenime gidecekti, ben hala bir öğrenciydim, kardeşim Andonakis’in ise Haziran 1974’te ilk bebeği dünyaya gelmişti...
Büyük felaket, Hristakis’in savaşta “kayıp” edilmesiyle vurdu bizi ve evimizi kararttı...
Annem artık siyahlara bürünmüştü ve tüm gün yas tutuyordu...
Artık bir daha Noel ağacı kurmadı... (Ben birkaç yıl boyunca o yılbaşı süslerini saklamıştım ve sonra onlar da yitip gitti)...
Şimdi artık Noel yemeğimizde, “kayıp” kardeşim Hristakis için de bir boş tabak koyuyordu annem ve onun dönüşünü bekliyordu...
Biz Noel’i yaşarken, onun nerede olduğunu bilmiyorduk...
Hiç kimse en kötüsüne inanmak istemiyordu...
Bizi yönetenlerin alaycı tavırları da acımızla oyunuyor ve herşeyi daha da kötüleştiriyordu...
1993 yılının Noel’inde, anneciğim oğlunun sokağın başında görünmesini beklerken bir kalp krizi geçirdi...
Artık daha fazla dayanamıyordu... Anneciğim Adriana çok güçlü olduğu halde, 20 senedir oğlunun dönüşünü bekliyor olması, ona bile çok fazla gelmişti...
Masada onun dönüşünü beklerken, her sene onun giysilerini yıkayıp fırçalarken, tüm gücünü kaybetmişti ve yavaş yavaş öldürmüştü bu durum onu...
1993 bunları yapacağı son sene olmuştu...
1994 yılının Şubat başlarında beyni artık onun yokluğunun ağırlığını kaldıramıyordu ve oğlunun adını sayıklayarak ölüp gitti...
Onun adını nasıl yürek burkan biçimde haykırdığını hatırlıyorum, henüz nefes alıyorken...
Annemden iki sene sonra da oğlunun acısına dayanamayıp babam da vefat etti...
Ne yazık ki bunlar tüm “kayıp” ailelerinin yaşadığı deneyimler oldu...
Ne büyük acılar, ne büyük ızdıraplar çekti bu “kayıp” yakınları ve hala da acı çekmeye devam ediyor...
Ama aradan 48 sene geçtikten sonra tüm bunları kim hatırlıyor?
Tüm kalbimle tüm “kayıp” evlatlardan geride kalanların bulunmasını diliyorum çünkü onlar çocuklarımızdı ve çocuklarımız olarak kaldılar...
Tüm “kayıp” ailelerimize Mutlu Noeller diliyorum, sevgi ve sabır diliyorum hepinize, tüm kardeşlerimize, dostlarımıza, akrabalarımıza...”
Kayıp oğlu Hristakis'in dönüşünü beklerken Noel yemeğinde oğlu için de masaya boş bir tabak koyan Andriana Antona'nın yüreği bu acıya ancak 20 sene dayanabildi... Acısından vefat ettiğinde henüz 63 yaşındaydı...
“Keziban abla, kalbimizle yanındayız, seni unutmayacağız...”
Ulus IRKAD
“Sevgili Keziban ablamız,
Demin Mustafa'nın paylaştığı resminden hemen tanıdım seni ve acı haberi anladım. 47 yıldır sizlerle görüşemememize rağmen simanı nasıl unuturdum ki? Aslında senin o karanlık ve acı dolu günlerde Seyfi abi ile biz mahalle halkına yaptığın cömertlik, televizyonun çok az olduğu o 1964'lü yıllarda hemen hemen Baf halkına ve de mahallemiz halkına yaptığın incelikler, o televizyonun az olduğu günlerde sırf filim seyredelim diye evinde seyrettiğimiz ve hayallerimize, beynimize yaratıcılık ve eğitim bakımından etkili olan o ince yardımlarını, rahatlığınızı bozduğumuz o gecelerde gene de gösterdiğin incelikleri, nazik davranışlarını aradan 60 yıl geçmesine rağmen unutamadım.
Biz aynı mahalledeydik ve bazen yaptığımız haşarılıklar çok etkili olsa bile güler yüzle bizleri karşılaman ve de Seyfi abiyle gösterdiğiniz hoşgörüyü hiç unutamadım. Seyfi abi, babamın da gençlik arkadaşıydı, sen de annemin... Annemden farksız gördüm her zaman seni. Bu sayfa yani “Ben Baflıyım İnsiyatifi” sayfası şu anda inan senin iyiliklerini anlatmam için bir fırsat verdi bana ve anlatmalıyım.
Sadece 63 ve 64'ü değil 1974'ü de birlikte geçirdik. Birlikte ağladık, acı çektik. O 1964 çarpışmalarında evinize bir bazuka mermisinin girişini ise nasıl unuturum ki? Mustafa'nın maskotluğu, kızların kardeşlerimle birlikte büyümeleri ve senin her zaman çocuklara ve çocuklarına gösterdiğin sevgi ve hoşgörü... Sana elveda demeden edemedim işte, Şifa Abla ve Mustafa Süselek Dayımıza da selam söyle... Sen oralarda da hoşgörün ve insanlık sevginle nasıl mahallemizde ün salmıştın, oralarda da senin temiz kalpliliğin ve hoşgörün her zaman tanınacak. Yıldızlar yoldaşın olsun Baf'ın en temiz yürekli ve de cefakar annesi. Hoşçakal...Çok üzgünüm...”
“Irkçılığa karşı mücadelenin simge ismi, Desmond Tutu hayatını kaybetti...”
Güney Afrika Cumhuriyeti'nde ırk ayrımcılığı (apartheid) rejimine karşı mücadele eden Nobel Barış Ödüllü Desmond Tutu başkent Cape Town’da 90 yaşında hayatını kaybetti.
Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa, ırkçılıkla mücadelenin simge isminin ölümünü duyururken, "Ulusumuzun olağanüstü bir Güney Afrikalı nesline vedasında bir başka yas dönemi" dedi.
Ramaphosa, Başpiskopos Desmond Tutu'nun 'özgürleştirilmiş Güney Afrika'nın gelecek nesillere miras bırakılmasına yardım ettiğini' dile getirdi.
Tutu, Nelson Mandela gibi 1948-1991 arası Güney Afrika'da beyaz azınlık hükümetinin siyah çoğunluğa dayattığı ırk ayrımı-ayrımcılık politikasını bitirmeye yönelik hareketin öncülerindendi.
Tutu, Güney Afrika'da apartheid rejimine karşı yürüttüğü mücadele nedeniyle 1984'te Nobel Barış Ödülü’le layık görülmüştü.
Desmont Tutu’nun hayatı
Tutu, 1931’de Johannesburg'un 160 km güneybatısındaki bir tarım kasabası olan Klerksdorp'ta doğdu.
Babası bir okul müdürü annesi ise hizmetçiydi. Üniversitede öğretmenlik eğitimi. 1960'da Anglikan Kilisesi rahibi olarak atandı. Daha sonra Birleşik Krallık'a giderek burada ilahiyat alanında yüksek lisans yaptı. 1966'da ülkesine döndü. Güney Afrika’daki üniversitelerde dersler vermeye başladı.
1970’lerin ortalarında Güney Afrika'nın ırk ayrımcılığı ve beyaz azınlık yönetimine dayalı apartheid sisteminin en önde gelen muhaliflerinden biri olarak ortaya çıktı.
Ulusal Parti hükümetini apartheide duyulan öfkenin ırkçı şiddete yol açacağı konusunda uyardı. Ancak, bir aktivist olarak şiddet içermeyen protestoları destekledi. Oy hakkı için dış ekonomik baskıyı savundu.
Aynı zamanda kurtuluş hareketine öncülük eden ve şu anda 20 yılı aşkın bir süredir Güney Afrika'da iktidarda olan Afrika Ulusal Kongresi'ne (ANC) hep mesafeli kaldı. Silahlı mücadeleyi desteklemeyi ve Nelson Mandela gibi koşulsuz liderleri desteklemeyi reddetti.
Beyaz muhafazakarlar onu hor görürken, birçok beyaz liberal onu fazla radikal buluyordu. Siyahlar da onu aşırı ılımlı olmakla suçladı. Kendisini kışkırtıcı ve hain olarak gören apartheid rejiminin destekçileri tarafından birçok kez tehdit edildi.
1985'te Johannesburg Piskoposu ve 1986'da da Güney Afrika'nın Anglikan hiyerarşisindeki en kıdemli pozisyon olan Cape Town Başpiskoposu oldu. Aynı yıl, Tüm Afrika Kiliseler Konferansı'nın başkanı seçildi. Bu da tüm kıtayı tanımasına zemin hazırladı.
Güney Afrika Cumhuriyeti'ni 1948-1994 yıllarında yöneten apartheid rejiminin son cumhurbaşkanı Frederik Willem de Klerk 1990'da hapis tutulan Nelson Mandela'yı serbest bıraktı.
Mandela’nın serbest kalmasından sonra ikili, apartheidi sona erdirmek ve çok ırklı demokrasiyi başlatmak için müzakerelere öncülük etti. Apartheid rejimiyle eşitlik isteyen yerliler arasında arabuluculuk yaptı.
1994 genel seçimlerinde Mandela’nın başkanlığa gelmesinden sonra Tutu, geçmişteki insan hakları ihlallerini araştırmak üzere Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu'nun başına getirildi.
Tutu ayrıca apartheid rejiminin düşüşünün ardından eşcinsel hakları için kampanya yürütmeye başladı. Tutu'nun ülkedeki tüm renkleri kapsamak için ortaya attığı "gökkuşağı ulusu" kavramı kamuoyunda bir hayli popüler hale geldi.
Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu'ndaki deneyimi travmatik oldu. Her gün dinlediği tanıklıklar onu derinden etkiledi. Başını ellerinin arasına alıp ağlarken ki görüntüleri televizyona yansıdı.
1990'ların sonlarında prostat kanserine yakalandı. Bunun üzerine eşi ve dört çocuğuyla daha fazla zaman geçirmeye başladı. Ancak hastalığına rağmen siyasetin içinde yer almaya devam etti.
ANC'nin politikalarını eleştirdiği için Nelson Mandela'nın 2013'teki cenaze töreninden dışlandı. Onun yokluğu kamuoyunda tepkiye neden oldu. Tutu daha sonra “çok incindiğini” söyledi.
2009'da Barack Obama, Tutu'yu “Özgürlük için manevi bir lider… Anavatanının sınırlarının çok ötesinde bir nezaket ve umut sembolü haline gelen saygın bir devlet insanı” olarak tanımladı.
İsrail-Filistin çatışması, Irak Savaşı gibi konularda ezilen halkların yanında durdu. Kürtlerin bağımsızlığını savundu.
(BİANET.ORG – 27.12.2021)
CUMARTESİ ANNELERİ:
“Gözaltına alındı, kaybedildi: İsmail Bahçeci nerede?”
Türkiye’de haftanın açıklamasını yapan Cumartesi Annelerinden/İnsanlarından Saliha Şanlı: "Ailenin, emniyet, savcılık ve hükümet nezdinde yaptığı tüm başvurular sonuçsuz bırakıldı. İsmail Bahçeci’nin akıbeti üzerindeki karartma 27 yıldır kesintisiz devam etti" dedi.
Cumartesi Anneleri/ İnsanları adalet arayışlarının 874. haftasında 27 yıl önce gözaltında kaybedilen Türkiye Öğrenci Dernekleri Federasyonu Başkanı İsmail Bahçeci'ye "ne olduğunun" açıklanmasını istediler.
Haftanın açıklamasını yapan Cumartesi İnsanlarından Saliha Şanlı, "İsmail Bahçeci'nin öğrencilik döneminde öne çıkan bir öğrenci olduğunu, bu nedenle baskılara maruz kaldığını" söyledi.
Şanlı, Bahçeci'nin kaybediliş öyküsünü ve sonrasına yaşananları şu sözlerle anlattı:
"90’lı yılların başında üniversite öğrencileri, YÖK sistemine karşı demokratik, özerk ve katılımcı bir üniversite talebiyle dernekler kurarak örgütlenmeye başladı.
"Defalarca gözaltına alındı"
"İsmail Bahçeci de bu örgütlenme içinde yer aldı. Türkiye Öğrenci Dernekleri Federasyonu başkanıydı. Politik eylemleriyle öne çıkan her öğrenci gibi İsmail de ağır baskılara maruz kaldı.
"Defalarca gözaltına alındı, ağır işkence gördü. 1993 yılında hakkında yakalama kararı çıkarıldı ve polis tarafından aranmaya başlandı. İsmail’i arayan polisler Bahçeci Ailesi’nin Avcılar’daki evine defalarca baskın düzenledi. Bu nedenle İsmail evden ayrıldı. Kardeşi, İsmail’e acil durumda haberleşmek için politikayla hiç ilgilenmeyen yakın bir arkadaşının telefon numarasını verdi.
"Gözaltına alındığı inkar edildi"
"24 Aralık 1994 tarihinde Bahçeci ailesini telefonla arayan ve kendisini İsmail'in arkadaşı olarak tanıtan bir kişi 'Oğlunuz gözaltında, ona sahip çıkın' dedi. Baba Şehmus Bahçeci hemen Gayrettepe Emniyet Müdürlüğüne ve DGM İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına başvurdu. Ancak İsmail'in gözaltına alındığı inkar edildi.
"Aynı günlerde polis, kardeşinin İsmail’e telefon numarasını verdiği V.D.’in işyerine baskın düzenledi. V.D. baskın sırasında işyerinde olmadığı için ağabeyi gözaltına alınarak İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’ne götürüldü.
"Şubede kendisine kardeşinin telefon numarasının yakalanan bir ‘örgüt mensubunun' üzerinde çıktığı söylendi. 1995 Ocak ayında Ankara’da gözaltına alınan bir kişi de sorguda kendisine, 'Seni de İsmail Bahçeci gibi kaybederiz' denildiğini kamuoyuna duyurdu. Ayrıca 24 Aralık 1994 tarihinden sonra Bahçeci Ailesi’nin evine bir daha polis baskını yapılmadı.
"İsmail’in arkadaşları, İnsan Hakları Derneği ve Uluslararası Af Örgütü düzenledikleri kampanyalarla konuyu ülke ve dünya kamuoyuna taşıdılar. Ailenin, emniyet, savcılık ve hükümet nezdinde yaptığı tüm başvurular sonuçsuz bırakıldı. İsmail Bahçeci’nin akıbeti üzerindeki karartma 27 yıldır kesintisiz devam etti.
"Kaç yıl geçerse geçsin; İsmail Bahçeci için, tüm kayıplarımız için, adalet istemekten, devletin evrensel hukuk normları içinde hareket etmek zorunda olduğunu hatırlatmaktan, 175 haftadır bize yasaklanan kayıplarımızla buluşma mekânımız Galatasaray’dan vazgeçmeyeceğiz."
(BİANET.ORG – 25.12.2021)