Anoyira köyüne bir yolculuk (1)

Anoyira köyüne bir yolculuk (1)

 

Tuncer Bağışkan

Leymosun kazasına bağlı Anoyira (Taşlıca) köyünün bir süreden beridir harnıbın yan ürünü olan betmezi, özellikle de pastelliyi ön plana çıkartıp Agro Turizm alanında faaliyet göstermesi nedeniyle yerli ve yabancı grupların sürekli akınına uğradığını hep duyuyordum. Geleneksel köy yaşamını günümüze kadar sürdürmesi itibarıyla buram buram Kıbrıs kokan köylerin ziyaret edilmesinin hayli zevkli olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle üyesi bulunduğum ENORASİS kulübünün Kasım 2007 tarihinde köye düzenlediği geziyi kaçırmanın büyük bir kayıp olacağını düşünmüştüm. Böylece gezi sırasında görme olanağı bulabildiğim kireçtaşından yapılmış yaklaşık 300 yıllık evleri, daracık sokakları, M.S XIV’üncü yüzyıla ait Timios Stavros manastır harabesi, camisi, Türk ilkokulu, şarap ile pastelli imalathaneleri ve “Oleastro Zeytin Parkı Değirmen Müzesi” hayli ilgimi çekmişti.

KÖYÜN TARİHÇESİ

Köyün geçmişi M.Ö 8200 – 3900 yılları arasına tarihlenen Neolitik Döneme dayanıyor olmasına karşın, Tunç çağından günümüze kadar sürekli iskân edilmiş olabileceği de öne sürülmektedir. Köy ile yakın çevresinde bulunan değişik dönemlere ait kalıntılar çok kültürlü bir geçmişe sahip olduğunu ortaya koymaya yeterli. M.S XIV’üncü yüzyılda Templar ile Hospital Şövalyeleri’nin bir fief’i idi. M.S. XV’inci yüzyılda ise, çevredeki Fonikas ile diğer bazı köylerle birlikte, St. John (Hospital) şövalyelerinin mal varlığı arasındaki “Küçük Commandery” hudutları içindeydi. Osmanlıların adayı ele geçirdikleri 1571 yılından sonra, Galata, Kaliana ve Mağusa ile Lefkoşa Peristerona’sıyla birlikte Ağa Defterdarı’nın mülkü oluyor.
Yaklaşık bir asır önce 160 kişilik bir nüfusu vardı. 1960 yılı nüfus sayımına göre, 93’ü Türk, 527’si Rum olmak üzere toplam 620 kişilik bir nüfusa sahipti. 1963 yılındaki toplumlar arası çatışmalarda köyün Türk nüfusu komşusu Evdim köyüne göç eder. Geriye kalanların tamamı ise 20.Temmuz.1974 tarihinden sonra köyü terk edip Kıbrıs’ın kuzeyine yerleşirler.

KÖYÜN ADI

Deniz seviyesinden yaklaşık 400 metre yükseklikteki bir tepe yamacına kurulmuş olan Anoyira köyünün adıyla ilgili değişik görüşler öne sürülmektedir. Antik yazarlar köyden “Anoghira”, “Anoyra”, “Anoira” , “La Noyere” ve “Onogyra” olarak söz etmişlerdir. Eski haritalarda adı “Onoira” olarak geçmektedir Bu isimlerin ise Roma kökenli olduğu öne sürülmektedir.  Bir görüşe göre eski köy daha güneyde ve şimdiki köyden daha aşağıda olduğundan “Kato Gyroi” (Aşağı Gyroi) adıyla bilinmekteydi. Ancak daha sonraki yıllarda şimdiki köyün daha yukarıya kurulmasıyla, köyün adının önüne “Yukarı” anlamına gelen “ANO” sözcüğü eklenmek suretiyle köyün adı “Anogyra” (Anoyira) olmuş. Bir başka varsayıma göre köyde yetişen ve Anagyris olarak bilinen yer fıstığından adını almış. Yine başka bir varsayıma göre, Antik dönemlerde burada bulunan “Anolera” adlı bir yerleşim biriminden adını almış. Köyün adıyla ilgili bir başka görüş ise Yunan tanrıçası Persofone (Proserpina) ile ilgilidir. Rivayete göre köyün güneyinde bulunan şimdiki Timios Stavros (Kutsal Haç) manastırının yanında tanrıça Persefone’ye (Proserpina) adanmış bir tapınak varmış. Tanrıça her ilkbaharda yeraltından yeryüzüne çıktığında bu tapınakta onun adına “Ano Gyroi” adı verilen kutlamalar yapılırmış. Bundan dolayı köye de bu isim verilmiş.

TİMİOS STAVROS (KUTSAL HAÇ) MANASTIR KALINTILARI VE KİLİSESİ

Anoyira köyüne girmeden önce, harnıp, badem ve bağların arasında bulunan Timios Stavros (Kutsal Haç) manastır kilisesi önünde duruyoruz. Orada hazır bekleyen köy komitesinin başkanı bizi karşılayıp manastır hakkında detaylı bilgiler vermeye başlıyor. Kilisenin etrafındaki büyük bir manastıra ait kalıntıların Bizans ile Ortaçağa (M.S XIV. yüzyıla) tarihlendirildiği, arkeolojik kazısının ise Kıbrıs Cumhuriyeti Antikalar Dairesi tarafından sürdürüldüğü bilgimize getiriliyor. Manastırı ilk kez 1936 yılında ziyaret eden ve burasının küçük bir Roma Tapınağına ait kalıntılar olduğunu öne süren Rupert Gunnis’in çevrede belirlediği, taş temel kalıntıları, kornişler, manastırın kurucularına ait mezarlar ve Dor nizamında yapılmış sütun başlıkları dikkatimi çekiyor. Bu harabeleri 1918 yılında ziyaret eden zamanın Antikalar Dairesi müdürü George Jeffery ise, kiliseyi çevreleyen kalıntıların klasik çağa ait bir tapınağa ait olduğunu ve “Kraliçenin sarayı” olarak bilindiğini yazmıştı. Manastır, büyük bir olasılıkla XIX. Yüzyılda terk edilmiş. Anlatıldığına göre Omodos Manastırında bulunan haçlardan biri önceleri bu manastıra aitti. Ancak emniyet gerekçesiyle daha sonraları Omodos Manastırına nakledilmiş.
Harabeler arasında sağlam durumda olan Timios Stavros kilisesinin giriş kapısı üzerindeki 1906 tarihine dayanılarak o yıl restore edildiği anlaşılıyor. Kilisenin üç ayrı kiliseden oluştuğu üzerinde duruluyor. Tek sahınlı olan kilisenin duvarlarındaki freskler çok yıpranmış olmasının yanı sıra, bazılarının noksan olduğu da gözlemleniyor. Kilisede her yılın 1 Ağustos günü Aziz’in adına ayin yapıldığı da bilgimize getiriliyor.
Köylülerin anlattıkları bir rivayete göre, bu manastırda yaşayan rahipler o kadar çok zenginmişler ki, yemeklerini gümüş tabaklarda altından yapılmış kaşıklarla yerlermiş. Ancak paha biçilmez değerde olan çatal, kaşık, bıçak ve çanak-çömlek takımlarının korunması için onları yeraltına özel olarak inşa ettikleri bir tünele gizlemişler. O gün bugündür yeri saptanamayan bu tünelin keşfedilmeyi beklediği de anlatılmaktadır.

ANOYİRA MEZARLIĞI

Köy girişinde Agia Varvara adında bir Rum mezarlığı bulunmaktadır. Yakın geçmişimizde “Delikli Taş” (Tripimeni Petra) olarak bilinen mezarlıktaki taşın deliğinden hasta çocukların geçirilmesi halinde sağlıklarına kavuşacaklarına inanıldığı gibi, kısır olduklarından çocuk doğuramayan Anoyıralı kadınların da bu taşın deliğinden geçmeleri halinde hamile kalacaklarına inanılırdı. Aslında ada genelinde gerçekleştirilen arkeolojik kazılar sonucu bu tür taşların antik dönemlere ait zeytinyağı sıkma preslerinin bir parçası olduğu kanıtlanmış bulunmaktadır.

KÖY CAMİSİ VE ESKİ TÜRK İLKOKULU

Köyün Rum mezarlığını geçtikten sonra köyün camisi ile ilkokulunun önünde duruyoruz. Tamir edildiğinden dolayı bakımlı durumda olan mevcut caminin tarihi geçmişi tam olarak bilinmemekle birlikte, köyün en eski camisinin Osmanlı döneminde inşa edildiği sanılıyor. Arşiv kayıtlarına göre eski cami 1886 yılında harap durumda olduğundan £5 harcanmak suretiyle tamir edilmiş, ancak 1910 yılına gelindiğinde cami vakfı ile köylülerin mali güçleri yetmediğinden yıkılmak üzereydi.  Nihayet ilkokulun yanında bulunması nedeniyle 18.12.1912 tarihinde tamir ediliyor. Caminin kuzeyindeki küçük avluda ise eski Türk ilkokulu yer alıyor. 1974 yılından sonra kullanılmayan ilkokul binası, Göçmenler Derneğinin önerisi ve Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti ile Kıbrıs Turist Organizasyonunun (CTO) mali katkılarıyla 2000 yılında tamir edilip yenilendikten sonra “Pastelli ve Halk Sanatları Müzesi” adıyla hizmete açıldığı bilgimize getiriliyor. Arşiv belgelerine göre 1906 yılında hükümetin yardımıyla inşa edilmeye başlanan bina, iki yıl süreyle yarım kaldıktan sonra, 1908 yılında damının kapatılmasıyla tamamlanmış oluyor. Bu nedenle de giriş kapısının üst başına kazınarak 1908 rakamı yazılıyor. Tek odanın içerisinde yakın geçmişimizde üretim amaçlarıyla kullanılan araç gereçler sergilenmiş durumda. Sergilemelerde, bölgenin en önemli geçim kaynağı olan harnıp, harnıp ürünleri ve özellikle de pastelli üretiminde kullanılan araç gereçlerin ön plana çıkartıldığı gözlemleniyor. Çok iddialı olmayan mütevazi bir Halk Sanatları Müzesi. Yine de yıllarca atıl durumda kalmaya mahkûm olan eski bir binaya böylesi bir işlevin yüklenmiş olmasının yerinde bir yaklaşım olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. 

SOKAK VE EVLERİ

Cami ile müze ziyaretinden sonra köyün merkezine doğru yürüyoruz. Daracık sokaklar boyunca uzanan geleneksel köy mimarisi ilgi çekici. Evleri çevreden toplanan ve Gönyeli taşlarının benzeri olan plaka şeklindeki kireç taşlarından inşa edilmiş. Şimdilerde bu taşların güney Kıbrıs genelindeki meydanlarda, avlularda ve geleneksel evlerde döşeme taşı olarak kullanıldığı bilgime getiriliyor.  İçlerinde meyve ağaçları ekili olan avlulu evlerin yüksek duvarlarla perdelenmiş olması bana Osmanlı-Türk yerleşim birimlerini anımsatıyor. Zaten yazımızın başında da bu köyün eskiden Türklerle Rumların birlikte yaşadıkları karma bir köy olduğunu söylemiştik. Köyün merkezinde 1794 yılında inşa edilmiş olan Arhangelos Michael adlı bir kilisenin bulunduğu da bilgimize getiriliyor.

ŞARAP İMALATHANESİ VE APİKRENİ KUYUSU

Şarap müzesi ile Apikreni olarak bilinen kireç taşından yapılmış kuyunun yanında Domaine Nicolaides ailesine ait olan ve bu ailenin üçüncü nesli tarafından çalıştırılan bir şarap imalathanesinin bulunduğu da bilgimize getiriliyor. Ancak ben caminin iç kısmı ile Pastelli müzesinin fotoğrafını çekmekle meşgul olduğumdan ne şarap imalathanesini, ne de kuyuyu görme olanağım oldu. Şarap imalathanesinin adadaki en güzel gül şaraplarını imal etmekle ünlendiği ve “Cabernet Sauvignon” ile tatlı olan “dessert” şaraplarını da ürettiği bilgime getiriliyor. Görme imkânı bulamadığım Apikreni kuyusundan su içenlerin sonsuza kadar bu köyde kalacakları rivayet ediliyormuş. Bu kuyuyla ilgili olduğunu sandığım bir rivayet de Hasan Fehmi’in “Güney’de Kalan Değerlerimiz” adlı kitabında yer almaktadır. Rivayete göre bu köy ile civarı M.S XII. Yüzyılda St. John Şövalyelerine aitti. O sıralarda köyün sahibi de bir kadınmış. Bir gün bu kadının oğlu, kuyunun üzerinden atıyla atlamaya teşebbüs ettiği bir sırada kuyuya düşerek ölmüş. Bunun üzerine kadın, saraydaki tüm eşyası ile mücevherlerini kuyuya attıktan sonra kuyuyu toprakla örtmüş ve bir daha dönmemek üzere köyü terk etmiş.  
Anoyira’dan Evdime doğru yol alırken sağ yanımızda, üzerinde “Acı olmayan” anlamına gelen “H Apikreni” yazılı olan ikinci bir su kaynağındaki çeşmeyi de ziyaret etmiştik. Gelip geçenlerin içtiği bu çeşme suyunun, Trodos dağlarının eteklerinden kaynaklandıktan sonra yerin altından devam ederek buraya kadar geldiği ve bölgenin en güzel suyu olduğu kaydedilmektedir. Kemerli bir niş içerisinden akan suyun soğuk ve yumuşak olduğu ilk yudumda anlaşılıyor. Pınarla ilgili bir rivayet de bize anlatılıyor. Rivayete göre dinlenmek için buradaki kayanın üzerine oturan tanrıça Afrodit, elini kayaya vurmasıyla oradan su fışkırmaya başlamış. Çeşmeyle ilgili bir başka rivayet ise,  çeşmenin suyundan içen yabancıların köyden bir kişiyle evlenecekleri ve hayatları boyunca bu köyden hiç ayrılmayıp orada kalacakları doğrultusunda.

Dergiler Haberleri