TALES OF CYPRUS yani “Kıbrıs’tan Hikayeler”in kurucusu, akademisyen, grafik sanatçısı, araştırmacı yazar, çok değerli arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle, yaptığı ilk röportajlar arasında Anoyiralı Kloe Hanım’ın öyküsünü de kaleme aldığını hatırlıyor... Kloe Hanım’ın eşi George Gavriel de Malyalı imiş. Yani her ikisi de karma köylerde yetişmişler, sonra Avustralya’da tanışıp evlenmişler...
Konstantinos Emmanuelle’in bu öyküsünü okurlarımız için özetle derleyerek Türkçeleştirdik. TALES OF CYPRUS’ta yer alan bu yazı özetle şöyle:
*** Tales of Cyprus yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” için yaptığım beşinci röportaj Kloe ve George Gavriel’leydi. Nisan 2012’de yaptıydım bu röportajı. Aslında o yıl toplamda 24 röportaj yapmıştım, ayda iki röportaj yani. Her bir röportajın tamamlanması yedi ile 14 gün arasında bir süre alır. Öncelikle bizzat röportajın kendisi vardır ki ben bunu daha çok röportaj yapacağım kişinin evinde yapmayı tercih ederim. Bu da çokça seyahat etmek manasına gelebilir. Bu yüzden eşim hiç evde olmayışımdan şikayet etmekteydi. Zaman zaman bazı kişilerin evlerine iki veya üç kez gittiğim olurdu, birşeyleri açıklığa kavuşturmak ya da kayda almak için. Sonra da eski fotoğrafların taranması vardı, bu da kimliklendirme ve belgelendirmeyi de içerir. Sonra bant çözme ve çeviri yapma aşaması vardır ve elbette pek çok kez verileri kontrol etmek ve düzeltme yapmak üzere okumak da eklenir bu sürece. İlk kitabımda yer alan Gavriel’in hayatına dair hikayeyi umarım severek okursunuz...
*** Kloe Gavriel (bekarlık soyadı Pavlu), 19 Şubat 1932’de Anoyira’da dünyaya gelmişti. O günlerde bu köyde bin kişi yaşamaktaydı ki buna 50 kadar Kıbrıslıtürk aile de dahildi. Kloe, hemen hemen tüm Kıbrıslıtürkler’in çok iyi Rumca konuşmasının ancak pek az Kıbrıslırum’un Türkçe konuşabilmesinin kayda değer olduğuna dikkati çekiyor. Kloe’nin ana-babası Pavlos ve Maria Evripidis, dört evlatlarını okula gönderip eğitim almalarını sağlayacak kadar şanslıydılar. Kloe okulda günün öğrencilerin bir sabah duasıyla başladığını, sonra da “Tanrı Kralı Korusun”un (Kral VI George) koro şeklinde söylenmesiyle devam edildiğini hatırlıyor. Sınıftaki duvarlara çeşitli İngiliz ve Yunan Kralları’nın portreleri asılıymış. Okuldan sonra Kloe koşarak eve dönüyor ve annesine evişlerini yapmakta yardım ediyordu. Kloe, boş vakitlerinde ise köydeki arkadaşlarına gidiyordu, birlikte ip atlıyorlar veya voleybol, tek ayak ya da saklambaç oynuyorlardı.
*** Kloe’ye çocukluğunu sorduğumda, hiçbir zaman yalnız olmadığını, her zaman arkadaşlarıyla birlikte olduğunu anlatıyor. Hiçbir zaman sıkılmadığını ve günlerin çabucak geçtiğini anlatıyor. “Küçük Kıbrıslıtürk çocukların evlerimize gelerek avlularımızda oynamasına nasıl izin verildiğine şaşarım. Oysa bizlere avluda oynamaya hiç izin yoktu, meğer ki annelerimiz ya da nenelerimiz bize eşlik etsindi. Bu tuhaf birşeydi” diyor.
*** Çocukluğu boyunca Kloe, yaz aylarını dışarıda kardeşleri Dimitrios (Takis), Evripidis (Bibi) ve Zoe’nin yanısıra Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk çocuklardan oluşan küçük bir grupla dışarıda oynayarak geçirirmiş. Bayram kutlamaları esnasında Müslüman annelerin kadeyif ve baklava yaparak bunları Hristiyan komşularıyla paylaştıklarını hatırlıyor. Buna karşılık Kıbrıslırumlar da Ortodoks Paskalyası’nda pilavuna ve çörek yaptıklarında, bunları Müslüman komşularıyla paylaşıyormuş.
*** Köydeki kadın-erkek ilişkilerini sorduğumuzda Kloe, kız ve erkek çocukların birbirleriyle kaynaşmalarının veya ergen çağlarında birlikte dışarı çıkmalarının o günlerde sosyal olarak kabul edilmez ve hatta yasak olduğunu anlatıyor. Ancak o günlerde bir oğlanın gizlice güzel bir kıza bakması yaygınmış. Eğer kız da ona bakacak olursa, bunun manası belki de o kızın da ondan hoşlandığı manasına gelebilirmiş. Bu durumda kızın arkadaşları ve aile bireyleri harekete geçerek resmi bir ev ziyareti ayarlamaya çalışırlarmış. Bu da belki genç çiftin evlenme niyetlerini ileriye götürmelerine yol açabilirmiş...
*** Kloe’nin ailesinin durumu, çoğundan daha iyiydi. Babası Pavlos, köyün en büyük evlerinden biri olan iki katlı bir eve sahipti, zemin katta bir kahvehane ve bir bakkal çalıştırmaktaydı. 1940 yılında Pavlos, Kıbrıs Gönüllüler Birliği’ne katılmaya karar vermişti. O günlerde adada popüler bir yanlış inanış dolaşmaktaymış ve Pavlos da büyük oranda bundan etkilenmiş: Güya Kıbrıslılar İkinci Dünya Savaşı’nda Müttefik Kuvvetler tarafından desteklenen Gönüllüler Birliği’ne katılacak olurlarsa, o zaman İngiltere nihayetinde Kıbrıs'ın Yuna’istan'a bağlanmasına evet diyecekmiş... Leymosun’da birkaç haftalık eğitimden sonra Pavlos önce Mısır’a, sonra da İtalya’ya gönderilmiş ve nihayetinde kendini Yunanistan’da bulmuş...
*** Kloe, babasının savaştaki rolü neydi, tam olarak bilmiyor ancak olağanüstü bir öyküyü hatırlıyor. Anlatılana göre Pavlos Girit’e gönderildiğinde, bir pusuya düşürülerek Almanlar tarafından yakalanmış ve savaş esiri olmuş. Ancak esir kampında beş gün geçirdikten sonra, arkadaşı Galliga ile birlikte kaçış planı yapmışlar. Karanlık bir gecede tel örgülerin altında büyük bir çukur kazmışlar ve emekleyerek dışarı çıkmışlar. Bütün gece boyunca Girit’in zorlu coğrafyasında kaçmaya devam etmişler, Almanlar’ın kendilerine yetişmesinden korkuyorlarmış. Gün doğarken küçük bir Girit köyünde bulmuşlar kendilerini ve büyük bir ağacın yanındaki doğal bir su kaynağının yanına sığınmışlar. Bütün sabah, Giritli kadınlar bu pınara gelip testilerini suyla dolduruyorlarmış. Ancak aniden kadınlardan biri ağacın arkasında saklanan iki adamı farketmiş. Onların Rumca konuşabildiğini anlayınca, kendilerini ailesine ait eve sığınmaya çağırmış.
*** Kloe, “Keşke babam ilk anlattığında o ailenin adını bir yere yazsaydım. Şimdi de o köyün adını bile hatırlayamayıyorum” diyor. Giritli aile Pavlos ve arkadaşını yedirmiş, onlara giysiler vermiş, sahte kimlikler de sağlamışlar, sahte Girit isimleriyle. Yakında bir fabrikada kendilerine iş de bulmuşlar. Böylece Pavlos ve arkadaşı Galliga, Giritli evsahipleri ne derse, onu yapmışlar. Kısa süre sonra Almanlar’dan saklanmakta olan başka adamlar ve kadınlarla da tanışmışlar. Günün birinde iri yarı Giritli bir adam fabrikaya gelerek Giritli kılığına girmiş Kıbrıslı askerleri aradığını, onların Girit’ten kaçarak evlerine güven içinde dönmelerini sağlayacağını söylemiş. Pavlos ve Galliga bu yabancıya hiç güven duymamışlar ve sessiz kalmışlar. Adam ertesi günü gelerek aynı şeyleri söylemiş. Pavlos ve Galliga gene sessiz kalmış. Üçüncü gün adam tekrar gelince iki Kıbrıslı gerçek kimliklerini açıklamanın güvenli olacağına karar vererek ortaya çımışlar. Bu adam onları evine davet etmiş, ta ki kaçışları için tekne ayarlayıncaya kadar kendinde kalabilirlermiş demiş.
*** Pavlos ve Galliga, adamın karısının kendisini ve üç küçük çocuğunu doyurabilmek için civardaki ağaçlardan harnıp ve kestane topladığını, evdeki yumurta ve peynirler ile yiyecekleri konuklara ikram ettiğini şoke olarak öğrenmişler. Beş gün sonra Pavlos ve Galliga bu duruma artık dayanamamışlar. Sırf kendi karınları doysun diye üç küçük çocuğun doğru düzgün yedirilmemesini kaldıramamışlar ve bir gece evden gizlice kaçıp başka yere sığınmaya karar vermişler. Çok şükür bazı adamlarla karşılaşmışlar buradan kaçtıklarında ve onlar da kendilerini Mısır’a gidecek olan bir gemiye yönlendirmişler. Gemide güvenli biçimde kaçmaya çalışan başka kaçaklar ve göçmenlerle karşılaşmışlar... Pek çok adam varmış, iki kadın ve bir küçük çocuk. İçme suyuyla doldurulmuş büyük tenekeler ve 30 kutu da kutu sütü varmış. Böylece ayışığının olmadığı bir gece, 1943 yılı başlarında son derece müteşekkir olan insanlarla dolu bu tekne, Girit’teki karanlık bir sahilden uzak Mısır’a doğru yola çıkmış.
*** Pavlos’a bu yolculuğun yalnızca birkaç gün süreceği söylenmiş ancak kısa sürede bunun doğru olmadığını anlamış. Bu uzun seyahat boyunca küçük tekne dalgalarla boğuşmaktaymış, fırtınalarla ve neredeyse alabora oluyormuş. Sütleri ve suları neredeyse bittiği halde hala kara görünmüyormuş. Durum vahim görünüyormuş. Ancak mucizevi biçimde denizdeki 18 korkunç gün ardından Pavlos ve teknede neredeyse yarı ölü durumdaki perişan insanlar niahyet ıssız bir Mısır sahiline varmışlar.
*** Güvenliğe ulaşmış olmak bir yana, teknedekiler kendilerini aniden Alman üniforması giymiş ve silahlarını kendilerine doğrultmuş büyük bir grup askerle çevrili durumda bulmuşlar. Pavlos kaderine lanetler okuyarak en kötüsünü bekler hale gelmiş. Çok şükür ellerinde silahları olan bu kişiler, düşmanlarını şaşırtmak üzere Alman askeri gibi giyinmiş Yunan askerleri imiş. Üstlerindeki üniformalar da savaşta öldürdükleri Alman askerlerine aitmiş...
*** Pavlos ve Galliga, Mısır’da bir yerlerdeki bir Yunan askeri kampına gönderilmişler, karınları doyurulmuş, sırtlarına giyecekleri giysiler verilmiş ve iyileşmelerine izin verilmiş. Pavlos’a daha sonra özel bir izin kağıdı sağlanmış ki bununla Kıbrıs’a dönebilsin. Ailesini son görüşünün üstünden tam dört sene geçmişmiş... 1940’ta adadan ayrıldığında, Zoe yalnızca bir bebekmiş, Kloe ise sekiz yaşındaymış. Bindiği gemi Leymosun limanına varınca, Pavlos derhal rıhtımın karşısındaki Solomi’nin Kahvehanesi’ne gitmiş. Bu kahvehane, Kıbrıs’tan ayrılanlarla geri dönenlerin popüler buluşma yeriymiş. Köylüleri Pavlos’u derhal tanımış ve Anoyiralı Kurtellos’un oğlu Pavlos’un eve döndüğüne dair haberler yayılmaya başlamış anında... Burada yazı tura atmışlar köylüleri ve birinci yeğeni Dimitraki kazanmış yazı-turayı: Onu köyüne bu yeğeni götürecekmiş. Bir başka arkadaşı da köye gidecek kamyonların başına geçerek sürekli borular çalarak köye girmişler... Köylüler birer birer evlerinden çıkarak konvoyun peşine düşmüşler ve köyün merkezine varmışlar...
*** Kloe o günlerde 12 yaşındaymış ve babasının köye döndüğü günü hatırlıyor... “Ben okuldaydım, derhal eve dönmemi ve babamı görmemi ileten bir mesaj gelmişti bana okuldayken... O gün ne kadar hızlı koştuğumu asla unutmayacağım. Adımlarım o kadar genişti ki, sanki de havada uçuyordum. Eve yanaştığımda avluda büyük bir kalabalığın toplanmış olduğunu gördüm. Sanki de bütün köy buradaydı. Babam beni görünce çok geniş bir gülümseme yerleşti yüzüne ve bana doğru koşarak beni havaya kaldırdı. Bugün dahi o kadar yükseğe kaldırılmış olmanın nasıl bir his olduğunu hatırlıyorum. İnanılmazdı...”
*** 1945 yılında Pavlos, Leymosun gümrüğünde bekçi olarak iyi maaşı olan bir iş bulmuş. Ayda 35 Kıbrıs Lirası gibi inanılmaz bir maaş alıyormuş. Birkaç yıl sonra da ailesini Anoyira’dan Leymosun’a taşımış. Kloe’nın abisi Dimitrios 1949’da liseyi bitirince, elektrik mühendisi olmak üzere yurtdışında okumaya gitmek istemiş. Avustralya’ya gönderilmiş ve orada Melburn Kraliyet Teknoloji Enstitüsü’nde okumuş, sonra da General Motors Otomotiv Şirketi’nde işe girmiş.
*** 1950 yılında Pavlos, ailenin geri kalanını da Avustralya’ya götürmek için planlar yapmaktaydı, böylece oğlu Takis’le bir arada olabileceklerdi. Kloe dahil herkes bunun kötü bir fikir olduğuna inanıyordu. Bir aile dostu Pavlos’a, “Şimdi Kıbrıs’tan ayrılırsan, temelli gitmiş olacaksın, kendi aile ağacını sökmüş olacaksın. Bırak oğluların gitsin Avustralya’ya ve sen kızların eve eşinle burada kal” demişti. Bu öneriye karşın Pavlos kararlıydı, özellikle iki kızının Avustralya’da daha iyi bir hayata ve daha iyi bir geleceğe sahip olacağına inanıyordu.
*** Böylece Kloe, babası ve küçük kardeşi Bibi’yle birlikte 1951’de Kıbrıs’tan ayrıldı. Ardından annesi Maria ve kızkardeşi Zoe de bir yıl sonra Avustralya’ya gittiler. Tüm aile için seyahat ücreti 900 lira tutmuştu. Göçmenler ceplerinde ancak birkaç lirayla varıyordu Avustralya’ya ancak Kloe’nin babasının cebinde 300 lira vardı ki bu para, bir ev almak için depozito olarak yeterliydi. 19 yaşındaki Kloe, sevdiği yurdunu terketmekten ötürü üzüntülü olsa da, babasına şikayet etmedi bu konuda. “Ne diyebilirdim ki?” diyor kollarını kaldırarak... “Ne diyebilirdim? O benim babamdı ve en iyisini o bilirdi...” Annesi Maria da duygularını ve görüşlerini kendine saklamış ve elindekileri en iyi şekilde değerlendirmekte kararlıymış. “Annemin babama söylendiğini hiç duymadım, bir kere bile... Aslında hayatında hiç söylenmedi babama” diyor Kloe...
*** Pavlos ailesinden şikayet almasa da, Kloe çok mutlu değildi. “Kıbrıs’tan ayrılmaktan çok üzgündüm. Ayrılmamız için bir neden yoktu. Babamın iyi bir işi vardı, güzel bir evde yaşıyorduk, iyi ve güvenli bir gelecek umudumuz vardı” diyor. Melburn’da hayat Pavlos’un umduğu kadar kolay ya da ucuz değildi. Demiryollarında iş bulmuştu, burada ayda 28 lira kazanıyordu ki Kıbrıs’ta kazandığından altı lira daha azdı bu. Demiryollarında 65 yaşında 1970’te emekli oluncaya kadar çalıştı.
*** Pavlos 1950’lerde ve 60’larda Kıbrıs’ı pençesine alan siyasi ve sosyal kargaşalıkları duyduğunda, çoğu zaman şöyle derdi: “Çok şükür Tanrıma ki ailemi bu fasariyalardan uzaklaştıracak öngörüyü verdi bana... Belki de oğlularımın hayatını kurtarmışımdır...”
*** 1952 yılında Kloe, George Gavrielidis ile tanıştı (daha sonra soyadını Gavriel olarak değiştirecekti George). George, Kloe’nin erkek kardeşleriyle ahbaptı ve bir haftasonu onu evde yemeğe davet etmişlerdi. Kloe’yle böyle tanışacaktı. Kloe ve George 1953 yılında nişanlandılar ve ertesi sene de evlendiler. Kloe 21, George 23 yaşındaydı. “Kendi kendime hep eğer Avustralya’da iyi bir kız bulamazsam, Kıbrıs’a geri döneceğimi söylüyordum” diyor George ve eşine gülümsüyor. “Çok şükür en iyi kızla tanıştım ve kalmaya karar verdim ve onunla evlendim” diyor. Kloe bu sözcükleri duyunca kızarıyor ve gülüyor.
*** George 1929’da Leymosun’un Malya köyünde dünyaya gelmiş. O günlerde Malya’da 200 Kıbrıslırum, 1000’den fazla Kıbrıslıtürk yaşıyormuş. George, köydeki Kıbrıslıtürkler’le babasının ilişkisinden gururla sözediyor. Ne zaman köydeki Müslüman ailelerden birinin düğünü olacak olsa, kız ya da erkek tarafı gelip babasının ev yapımı şarabından satın almak isterlermiş. Babası da onlara şarabı veriyor ama asla para almıyormuş. Köydeki Müslümanlar’la Hristiyanlar arasındaki sevgi ve saygı böyleymiş işte...
*** George’un babası Aristodithimos ve annesi Hristalla Gavrielidis, 1916’da evlenmişler. Annesi 16, babası 21 yaşındaymış. O günlerde pek çok Kıbrıslı gibi Aristodithimos, çiftçi olarak çalışıyor, bağlarına, bahçelerine ve hayvanlarına bakıyormuş. Hristalla’nın babası Andreas Nikolaidis, eğitimli bir insanmış. Vasa Kolanyu köyünden Atina’da eğitim görmüş ilk öğretmen imiş ve o günlerde bu, büyük başarı imiş. Ne yazık ki Hristalla’nın annesi Areta, doğum yaparken trajik biçimde vefat etmiş. Ne yazık ki o günlerde bu olağan birşeymiş. Bir komplikasyon olduğunda hamile kadınların tıbbi yardım alması çoğu zaman imkansızmış. Köylerin uzaklığı, yol ve güvenilir ulaşım bulunmayışı nedeniyle böyleymiş durum. George’un annesi Hristalla öldüğünde, George henüz 11 yaşındaymış. George’un anlattığına göre, karnına sızılar girdiği için Leymosun’da bir hastaneye götürülmüş. Gıda zehirlenmesi mi yoksa apantisit miymiş? Kimse bilmiyormuş. Ameliyat masasında vefat etmiş. Tam bir trajediymiş ama günümüzde böylesi şeyler önlenebilir durumlar...
*** Hristalla geride dört evlat bırakmış. Kocası Aristodithmos çok üzülmüş, o kadar ki, bir daha evlenmemeye yemin etmiş. Ona “Neden tekrar evlenmedin?” diye sorulduğunda, “Nasıl evlenebilirdim ki? Hristalla’yla cennette buluştuğumuzda ona ne diyecektim?” diye yanıt veriyormuş. Kardeşlerin en küçüğü olan George babasıyla birlikte yaşarken, Kıbrıs’tan ayrılarak geleceğini Avustralya’da araması bekli de kaçınılmazdı... 1950’de Melburn’a gelmiş, yalnızmış ve cebinde tek kuruş yokmuş. Ancak zamanla arkadaş edinmiş, iş bulmuş ve İngilizcesi’ni iyileştirmiş. Hayatı iyileşmeye devam etmiş, özellikle Kloe Pavlu’yla tanıştıktan sonra...
*** Kloe ve George evlendikten kısa süre sonra George bir taksi satın almış. Uzun saatler çalışıyor, Melburn’un sokaklarını dolaşıp işleyerek para biriktiriyormuş ki Blackburn’de bir ev satın alacak parayı denkleştirebilsin. Aile daha sonra Templestowe’a taşınmış, burada kızları Lina ve Maria ile oğluları Aristodemos’u rahatça yetiştirip eğitebilmişler. George 20 sene taksicilik ettikten sonra kızları onu başka bir işe başvurması için ikna etmişler: Melburn Üniversitesi Tıp Okulu’nda bir münhal ilanı varmış. Kıbrıs’ın küçük köyünden göçmen olup taksi şöförlüğü yaşan George, teknik asistan olarak bu işi almayı başarmış. Nihayetinde herşeyin mümkün olduğu Avustralya, bir fırsatlar ülkesi olduğunu ispatlamış ona. George üniversitede 25 sene çalışıp emekli olmuş 1994’te. Templestowe’daki evlerini üç evlatları ve aileleri sık sık ziyaret ediyordu bu röportajı yaptığım günlerde, yedi torunları, 8 de torun çocukları vardı ve bir diğer torun çocuğu da dünyaya gelmek üzereydi, evleri hiç boş kalmıyordu...
*** Harika öykülerini benimle paylaştıkları için Kloe ve George Gavriel’e teşekkür ediyorum. Ne zaman evlerine gitsem, Kloe her zaman evde pişirdiği harika yiyeceklerle dolduruyordu masayı. Kızı Lina Pandeli’ye bu röportajları ayarlamış olduğu için çok teşekkür ediyorum.
Kloe düğün gününde babası Pavlos'la...
Kloe'nin dedesi Evripidis Pavlu Kurtellos ve nenesi Pelayia, Anoyira'da, 1952'de...
(OKURLARIMIZA NOT. Hem Kloe, hem de George vefat etmiş bulunuyor, ışıklarda olsunlar...)
(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).