“Başta Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği yetkilileri ve bazı AB üyesi devletler ve genel olarak Batı Avrupa medyası maalesef “seçici empati” sergiliyorlar. Filistinli kurbanlara karşı diğerkamlık ifade eden iki kelime söyleyemiyorlar.”
Antisemitizm, yani Yahudi düşmanlığı, kuşkusuz, insanlık tarihinin en eski, en yakıcı, en yıkıcı ırkçılık akımıdır. İsa’yı öldürmekle suçlanan Yahudiler eski zamanlardan beri Hristiyan aleminin her yerinde baskı ve aşağılanmayla karşılaştılar. Progromların, hakaretlerin, toplu cinayetlerin ve yerinden edilmelerin arkası hiç kesilmedi.
Modern zamanların antisemitizmi ise insanlık tarihinin en utanç verici sayfalarını dolduran olaylara neden oldu. 19.yüzyılın ortalarında Rusya ve Polonya’da yaşanan Yahudi karşıtı progromlar, sürgünler ve aşağılanmalardan sonra, 19.yüzyılın sonunda Fransa’da “Dreyfus Olayı” olarak bilinen ve Yahudi asıllı bir Fransız subayını haksız yere yargılamaya kadar varan onulmaz Yahudi karşıtlığı, Hitler Almanya’sında tarihin en korkunç soykırımına yol açtı ve altı Milyon Yahudi korkunç bir şekilde yok edildi.
Yahudi karşıtları bu korkunç tutumlarını haklı göstermek için her zaman bahaneler ürettiler. Kimi İsa’nın ölümünden Yahudilerin sorumlu olduğunu söyledi, kimi Yahudilerin farklı olduklarını ve başka kültürler içinde asimile olmadıklarını, kimileri ise tam tersine, asimile olup milli kültürleri bozduklarını, kimileri de ülkelerin ekonomilerini içerden ele geçirdikleri gibi bir dizi akıl almaz ve anlamsız sözler sarf ettiler.
Oysa gerçek şudur ki, bütün ırkçılıklar gibi Yahudi düşmanlığı da zihinlerde kurgulanır ve somut gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur.
Bu noktanın altını kalın çizgilerle çizenlerden biri de Jean Paul Sartre’dır. “Yahudi Sorununa Dair Gözlemler” başlıklı makalesinde, Fransa’da Yahudilere karşı duyulan nefreti anlatırken, bazı erkeklerin sevgililerinin Yahudi olduğunu öğrenince cinsel iktidar sorunu yaşamaya başladıklarını, oysa kadınların Yahudi olduğunu bilmeden önce onlara aşık olabildiklerini yazar. Bundan da şu sonucu çıkarır: Yahudilere karşı duyulan iğrenme duygusu “organik” değil. Öyle olsaydı, Yahudi olduğunu bilmeden önce aşık oldukları kadınlardan rahatsızlık duymaları gerekiyordu. Oysa Yahudi olduğunu öğrendikten sonra fiziksel bir rahatsızlık duyuyorlar.
Sartre’a göre, bu iğrenme hali, histeri gibi, ruhtan/akıldan girip vücuda kök salacak kadar güçlü bir duygudur ve Yahudilerle yaşanan somut deneyimlerle hiçbir ilgisi yoktur. Tam tersine, somut deneyimleri çarpıtan bir olgudur bu.
Kısacası, Yahudi düşmanlarının antisemitizmi Yahudilerle yaşanan somut deneyimlerden kaynaklanmıyor. Antisemitizm seçilmiş bir tavırdır, bir tür tercihtir. Bu bağlamda kullanılan “tarihsel” argümanların tarihle bir ilgisi yoktur. Sartre, “tarihi belirleyen Yahudilere dair üretilen fikirlerdir” der ve ekler “bu fikirler somut tarihsel olaylardan kaynaklanmıyor!” Yani, Yahudi düşmanının kafasındaki “Yahudi” resmini antisemitin kendisi çizer. Bunun somut Yahudilerle bir ilgisi yoktur.
Her türlü ırkçılığı olduğu gibi, antisemitizme de karşı çıkmak insanlık görevidir. Fakat, çok sık ileri sürüldüğü gibi, İsrail devletinin politikalarını yönelik her eleştiri antisemitizm değildir!
Bu girişten sonra, günümüzde İsrail ve Filistinliler arasında yaşanan ve insanlığın vicdanını yaralayan olaylara bakalım.
Hamas’ın İsrailli sivilleri hedef alan saldırısını kınamayan birine rastlamadım. Fakat İsrail devletinin Gazze’de yaptıklarını eleştirmeyen pek çok politikacı, gazeteci, başbakan ve okur-yazar gördüm.
Başta Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği yetkilileri ve bazı AB üyesi devletler ve genel olarak Batı Avrupa medyası maalesef “seçici empati” sergiliyorlar. Filistinli kurbanlara karşı diğerkamlık ifade eden iki kelime söyleyemiyorlar. Oysa, Yahudi asıllı siyaset felsefecisi Hannah Arendt, “empati duygusunu kaybetmiş bir medeniyet barbarlığa saplanmış demektir” diyordu. Bu günlerde bu cümleyi sıkça telaffuz ediyorum...
Ortada yıllardan beri yerinden yurdundan edilmiş, işgal altında yaşayan bir Filistin halkı vardır. Öte yanda, iki-devletli çözüm perspektifini havaya uçurmak için her yola başvuran bir İsrail hükümeti vardır. Filistin topraklarında her gün biraz daha koloni kurarak adı konmamış, adeta her gün tekrarlanan bir “ilhak süreci” işletiyor. İsrailli yazar Amos Oz’un dediği gibi, İsrail, Filistinlilere karşı “haksız bir mücadele” içindedir. Diğer yandan, İsrail devleti çatısı altında yaşayan Araplara eşit yurttaşlık hakkı tanımıyor. İsrail devletinin bütün yurttaşların devleti olduğunu kabul etmiyor ve devleti, “Yahudilerin devleti” olarak tanımlıyor.
Bunlara “dur demek” antisemitizm değildir!
Günümüzde ise, Hamas’ın kabul edilmez saldırısının ardından İsrail hükümeti Filistinlilere her gün bomba yağdırıyor. Sivilleri, bu arada, pek çok çocuğu katlediyor. Uluslararası Hukuk’u ve Uluslararası İnsancıl Hukuk’unu yok sayarak orantısız şiddet kullanıyor, kolektif cezalandırmaya baş vuruyor.
Bu katliam politikalarına son vermek için bütün insanlık harekete geçmelidir.
Özellikle de Batı dünyası...
Çünkü Batı’nın iki büyük sorumluluğu vardır: a) Filistin-Yahudi çatışmasını başlatan Batı’nın genel anlamda emperyalist tutumu ve somut olarak da böl-yönet politikaları olmuştur, b) Yahudi halkının ruhunda büyük travmalar yaratan ve Siyonizm’in doğup güçlenmesine yol açan antisemitizm ağırlıkla Batı dünyasının eseridir...
Şimdi, krizi ve bu korkunç savaşı fırsata dönüştürerek bölgede kalıcı barışı sağlamak, ki bu ancak iki-devletli çözümle mümkündür- ağırlıkla Batı dünyasının görevidir.
Filistinlilerin, İsrail devletinin varlığını kabul etmesini sağlamak, İsrail’in de Siyonist saplantıdan arınmasını teşvik etmek –ki bu İsrail yurttaşlarının da özgürleşmesini beraberinde getirecektir- Batı’ya düşer.
Unutulmamalıdır ki, Batı Medeniyeti inandırıcılığını bütünüyle kaybetmekle karşı karşıyadır...