AKEL listesinden Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aday olduğum duyulduğundan beri yoğun tartışmalar yapılıyor. Bunda yadırganacak bir durum yok. Bir ilkle karşı karşıyayız. Soruların, sorunların, eleştiri ve desteğin olması doğaldır. Bunun ötesinde, epeyce bir bilgi kirliliği, yanlış bilgilendirme olduğu da dikkatlerden kaçmıyor.
Öncelikle birtakım bilgileri paylaşayım. 2000 yılından sonra Kıbrıs Cumhuriyeti kimliği alan bütün Kıbrıslı Türkler seçme ve seçilme hakkına sahiptirler. Kimlik alırken Kuzey Kıbrıs’tan bir adres bildiren herkes, önceden hiçbir işlem yapmadan seçim günü sandığa gidip oy kullanabilecek. Bu kategoride yaklaşık 80 bin Kıbrıslı Türk vardır. Bir kategori daha vardır ki ilgili olan şahıslar buna dikkat etmelidirler. Kimlik alırken Güney Kıbrıs’ta ikamet adresi gösterenler, ya 2 Nisan gününe kadar Güneyde seçim kataloglarına kaydolacaklar, ya da adreslerini değiştirip Kuzeyden adres gösterip kategori diğerleri gibi kimlik kartını göstererek oy kullanabilecekler. Adres değiştirmek isteyenler bu işlemleri Kıbrıs Rum kaymakamlığında veya Yurttaş Bilgilendirme Noktalarında yapabilecekler.
Bu girişten sonra, sıkça konuşulan “Temsil Meselesine” değinelim.
AKEL listesinden seçime giren biri, seçimi kazanırsa Kıbrıs Türk toplumunu temsil eder mi?
Benim ne böyle bir iddiam, ne de böyle bir niyetim vardır. Ben seçilirsem Kıbrıslı Türklerin hakkı olan iki sandalyeden birine oturmayacağım. Avrupa Parlamentosunda oturacak olan 6 Kıbrıslı Rum’dan birinin sandalyesine oturacağım ve gerek AP’de gerekse Kıbrıs’ta fikirlerim ve inançlarım doğrultusunda hareket edeceğim.
Avrupa Parlamentosu hem etnik/ulusal hem de ulus-ötesi bir parlamentodur. Bu noktayı iyi anlamakta yarar vardır. AB yurttaşı herkes, sadece doğup büyüdüğü ve yurttaşı olduğu ülkede seçme seçilme hakkına sahip değildir. İkamet ettiği herhangi bir AB ülkesinden de aday veya seçmen olarak seçime katılabilir.
Ben yıllardan beri Kıbrıs’ın güneyinde ikamet ediyorum, orada çalışıyorum. Seçime de etnik kimliğimle, yani Kıbrıslı Türk olarak veya Kıbrıslı Türklerin adına değil, şahıs olarak AKEL listesinden giriyorum.
Şurası bir gerçektir ki, hayatım beni iki toplumla da iç içe olmak gibi bir yere getirdi. İki topluma karşı da aidiyet duygusu besliyorum. Çalışmalarımı iki toplum içinde sürdürüyorum, kitaplarımı iki dilde yayınlıyorum. Hatta yayın evi kurarak iki toplumun dil bariyerini aşarak birbirlerini okuma ve anlamaları için yıllardan beri büyük bir gayretle çalışıyorum.
Kıbrıs Türk toplumunun Avrupa Parlamentosunda iki sandalye hakkı olduğu iddiasına gelince.
Bazıları bunun Annan Planında belirtildiğini iddia ediyor, bazıları da 1960 anayasasından kaynaklandığını ileri sürüyor. Önce bir düzletme: Annan Planında iki sandalye Kıbrıslı Türklere değil, parça devlet olan Kıbrıs Türk Devletine tanınıyordu. O devlette ikamet edecek olan Kıbrıslı Rumlar dahil, bütün AB vatandaşları, yani bir İngiliz, Alman veya Fransız aday olma hakkına sahip olacaktı. Dolayısıyla iki sandalyenin etnik olarak Kıbrıslı Türk olanlara ayrıldığı doğru değildir!
Gelelim 1960 anayasasına. İki toplumun ayrı ayrı seçme ve seçilme hakkına sahip olduğu doğrudur. Kıbrıslı Türkler Cumhurbaşkanı-Muavini ve Temsilciler Meclisinin %30’unu seçme hakkına sahiptirler. Bir an için Annan Planında öngörülen 2 sandalyenin buradan kaynaklandığını kabul edelim!
Bu uygulamanın Avrupa Seçimleri açısından hiçbir hükmü olmadığı gibi, milli seçimlerde de bazı koşullarda geçerliliğini kaybetmiştir. Kıbrıs AB üyesi olduktan sonra, diğer ülkelerde olduğu gibi Kıbrıs’ta da AB Müktesebatı milli anayasaların üstündedir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2004 yılında “İbrahim Aziz Davası” olarak bilinen davada aldığı kararda, Kıbrıs’ın güneyinde ikamet eden birinin etnik kimliğinden bağımsız olarak, sadece Avrupa Parlamentosu seçimlerinde değil, Temsilciler Meclisi seçimlerine de hem seçmen hem de aday olabileceği belirtilmiştir.
Yani, ben veya benim gibi Güneyde ikamet eden Kıbrıslı Türkler isterlerse Temsilciler Meclisi seçimlerinde aday olabilirler.
Son olarak bir noktanın daha altını çizeyim. Kıbrıslı Türklerin neden uluslararası kurumlarda temsil edilmediği sorusu önemli bir sorudur ve mutlaka üzerinde durulmalıdır. 1964’lere kadar geri gitmeyeceğim. Kıbrıslı Rumlar devlet kurumlarını ele geçirirken dönemin Türkiye Başbakanı İsmet Paşa’nın yaptığı uyarılara, devlet kurumları içinde mutlaka kalmak gerektiğine dair tavsiyelerine Kıbrıs Türk liderliğinin ne yanıtlar verdiğini yazmayacağım. Fakat Annan Planı dönemini hatırlamakta yarar vardır. 2002 Kasımında Annan Planı önerildiğinde Kıbrıs henüz AB üyesi değildi ve Kıbrıs Rum liderliği Annan Planına “hayır” demiyordu, diyemiyordu. O günlerde “hayır” diyen Kıbrıs Türk tarafı idi. Kıbrıs 2002’de AB üyesi olduktan sonra 2003’ün başlarında Lahey’de yapılan Kıbrıs konferansında, Kıbrıs Rum tarafı esneklik sergilerken-çünkü henüz daha giriş anlaşmasını imzalamamıştı-, Denktaş bir kez daha “hayır” demişti. Böylece Kıbrıslı Türkler tarihsel fırsatı kaçırmıştı. 2004 referandumlarına geldiğimizde atı alan Üsküdar’ı geçmişti... Kıbrıs Cumhuriyeti bütün Kıbrıs adına AB üyesi olmuştu ve bu yüzden hiçbir bedel ödemeden “hayır” diyebilirdi...
Bugün bana AP seçimlerinde aday olduğum için eleştiri yapanların çoğu, o kritik dönemlerde Annan Planına “hayır” diyorlardı...