Murat OBENLER
Kıbrıslı yönetmen Savvas Stavrou’nun yazıp yönettiği ve dünyada birçok önemli festivalden de ödüller kazanan, Andreas Marcou & Adnan Mustafa’nın başrolleri paylaştığı Buffer Zone adlı kısa filmi üzerine konuştuk.
Ortadoğu’da yine kanlı ve sivillerin hayatını kaybettiği anlamsız savaşlı günlerden geçtiğimiz süreçte bu filmin insanlığa, dostluğa, arkadaşlığa ve aşka,sevgiye doğru kanat çırpan bir güvercin anlamı taşıyor.
“Maskülinite fikri, toksik erkeklik ve cinsiyetçi, homofobik yaklaşımlar gibi konuları toplu bir şekilde verebileceğim bir film yaratmak istedim”
Konu bu ada insanı için hiç de yabancı değil aslında. Senaryoda kendi kişişel yaşanmışlığınızdan mı yola çıktınız yoksa tamamen kurmaca bir yol mu izlediniz?
Tamamen benim kafamda yazdığım bir hikaye oldu. Maskülinite fikri, toksik erkeklik ve cinsiyetçi yaklaşımlar homofobik yaklaşımlar gibi büyük problemler olarak gördüğüm konuları toplu bir şekilde verebileceğim bir film yaratmak istedim ve bu konuları biraraya getiren bir kısa film çıktı. Bu konular Kıbrıs vb. ülkelerde çokça yaşanıyor.
“Filmde yalnızlık,zorbalık duygusu da anlatılıyor çünkü büyük bir erkek asker kitlesi onu “adam” olamamakla suçluyor.”
Avrupa Birliği üyesi bir ülkede 21.yüzyılın ilk çeyreğine yaklaştığımız bire zaman diliminde bunları konuşmamız çok ilginç gelmiyor mu sana?
Avrupa Birliği de bu konulardan çok rahatsızlık duyuyor. Ataerkilliği de içeren birçok konuda ileriye adımlar atıldı ama derin dinsel gelenekleri olan bir ülkeden bahsettiğimizi de belirtmem gerekiyor. İki ana karakter asker var ve bunlara gençken karşıdaki düşmandır, dikkat et,ülkeni koru vs. söylemler öğretilmiş ve bu iki genç bu “düşman hattını” karşıya geçiyorlar. Bu iki genç birbirlerinin düşmanı değillerdir çünkü birbirlerine bir şey de yapmamışlardır. Düşman ne demektir,neden düşman vardır,kim kime neden düşman olmuştur? gibi soruları da sorabileceğimiz bir kapı açıyor film.
Filmde yalnızlık,zorbalık duygusu da anlatılıyor çünkü büyük bir erkek asker kitlesi onu “adam” olamamakla suçluyor. Bunlar hep birer insanlık hakkı ihlalidir. Film çektikten sonra 1990’larda iki toplumdan iki askerin birbirlerini düşünmesi ve birinin diğerini görmek üzere ara bölgeyi geçmek girişimi sırasında arkadaşları tarafından öldürüldüğünü öğrendik. Yani yıllar geçiyor ama sınırlar kalıcılığını sürdürüyor.
Bu film bir bağımsız yapım mıdır yoksa belli ülkelerin fonlaması var mıdır?
İlk olarak BFI London Network’e başvurduk ve filmi beğenerek iyi bir katkı yaptılar. Daha sonra Güney Avrupa ülkelerindeki sinemacıları destekleyen SEE Cinema Network’den de katkı aldık. The Cyprus Cinema Advisory Committee x Deputy Ministry of Culture’yi de atlamamak gerekir. Geri kalanını da biz karşılayarak filmi tamamladık.
Kate Bush şarkısı “Running Up That Hill” ile filmin neredeyse ruh annesi konumundaydı. Bunu nasıl başardınız?
Yapımcım bu şarkının kullanma haklarını bana asla vermeyeceklerine inanıyordu. Bu filmi yazdığım 2019’da sanki şarkı bana geldi. Bu aşk şarkısını filmde kullanmak için Kate Bush ve menejerine filmle ilgili herşeyi gönderdik ve birkaç ay sonra olumlu cevabı da içeren bir mail aldık. Filmin hikayesini beğenmelerine çok sevindik. Radiohead ve Bonjovi’nin şarkılarını da kullandık.
“İnsanlık,sevgi,arkadaşlık üzerine ve savaşlara karşı,sınırlara karşı,homofobiye karşı, vahşiliğe karşı mesajların olduğu bir film ortaya çıktı.”
LGBTIQA+ topluluğu için de film çok önemli bir yerde duruyor çünkü yönetmen olarak askerlik,din,milliyetçilik, tutuculuk, toksik erkeklik,ataerkillik, cinsiyetçilik gibi ciddi ve kimilerine göre tehlikeli konularla insanlığınla, sevginle, ayırımcılık karşıtı duruşunla, anti-militarist kimliğinle savaşıyorsun. Fazla gelmiyor mu?
Politik metaforlar,yalnızlık ve sevgi üzerine metinler yazabilirsiniz. İnsanlık,sevgi,arkadaşlık üzerine bir film oldu. Nazikçe bu konulara değindim. Konuları toparladım ve şavaşlara karşı,sınırlara karşı,homofobiye karşı, vahşiliğe karşı mesajların olduğu bir film ortaya çıktı.
Sen bir hayalim var diyorsun ve bunu filminde hayalden kurmacaya çeviriyorsun. Sınırın üstünde uçan askerlerden bahsediyorum tabi ki.
Aşk için biraz da hayal gücüne ihtiyaç vardır. Evet realitede sınırlarla bölünmüş bir ada var ama ilerisi için bunu sınırsız ve bütün olarak hayal etmemize hiçbir engel de yok.
Bu senin gelecekle ilgili vizyonun değil midir aynı zamanda?
Evet tamamen öyledir. Gelecek için hayal gücümüzü kullanmak çok önemlidir, umut etmek önemlidir ve bunu gerçekleştirmek için de mücadele de şarttır.Bunu kimi sokakta,kimi üniversitede,kimi mahallesinde kimisi de sanatıyla yapar.
“Yerli ve ortak bir film olmasına hassasiyet gösterdik”
Özellikle çekim sürecinde iki toplumlu bir ekiple çalışmaya hassasiyet gösterdiniz. Her iki bölgeden askerli bir senaryo çekmek her zaman ekstra zorlukları yanında getirir. Nasıl çözdünüz bu meseleyi?
Bu filmin tüm hikayesi bunun üstüne oturuyor. İki toplumluluğu filme yansıtmak için herkesi kucaklayıcı bir yaklaşım sergiledik ve Kıbrıslı Türk kardeşlerimiz olmasaydı biz bu filmi çekemezdik. Yerli ve ortak bir film olmasına hassasiyet gösterdik ve olduğunu düşünüyorum.
“Askeri bir ada olduk. Utanç verici bir durum.”
Şimdi adını karıştırabileceğim kadar yabancı ülkenin fiili askeri, üssü veya BM şemsiyesi altında askeri bu ülkede mevcut ve bu orduları, askeri bölgeleri bizler günlük hayatımızda hep hissediyoruz. Sanki bir uçak gemisinde yüzüyoruz hissi sarıyor beni. Ara bölgeyi kaldırmak yetmeyecek sanırım bu gidişle…
Askeri bir ada olduk. İsrail üsleri de kapıda. Utanç verici bir durum. Bu film bizlere askeri bir ada yaratmaya dur demek için bir sinyal yakıyor. Belki eski yeşil,doğal Kıbrıs artık yok ama inşaat şektöründeki vahşi sömürü, ekonomideki dengesizlikleri(ultra zenginler,yabancı yatırımdaki kontrolsüz artışlar,toplumsal bozulma ve fakirlik her geçen gün artıyor) engelleyebiliriz. Biz de buna hayal gücümüzle karşılık veriyoruz.
Filmin Kıbrıs prömiyerini de ISFF’de yaptınız. Nedir yerli halkın çıkıştaki düşünceleri? Nasıl etkileşimler oldu seyirci ile?
Dünya galasını yıl başında dünyadaki en önemli kısa film festivalleri arasında olan Clermont-Ferrand Film Festival’inde yapmıştık. Çok heyecanlı bir açılış oldu. Sally Potter’in yeni filmi ile aynı gece açılışı yaptık ve iki sandalye yanımda oturuyordu. Bu ünlü, büyük festival işi biraz da sektörün vitrini oluyor. Amacımız en geniş insan kitlesine filmimizi gösterebilmek o yüzden birçok festivale gönderdik ve gönderiyoruz. Kıbrısta Limasol’daki ISFFC’de Kıbrıs prömiyerimizi yaptık. Genel olarak olumlu görüşler aldık. Birkaç kişi Kıbrıslı Türklerin yaşadığı kuzey kıbrıs’ı neden işgal altında olarak nitelendirmediğimi sordu. Ben de bu adada aynı yerden gelen, aynı köklere sahip, gelenek görenekleri aynı olan Kıbrıslılar’ın yaşadığını söyledim ve o siyasetçilerin sevdiği milliyetçi tartışmaya hiç girmedim.
Adanın kuzeyinde de bir gösterim düşünüyor musunuz?
Göstermeyi çok arzuluyoruz. H4C’de bu gösteriyi yapmayı planlayacağız. İki bölgeden insanların gelip konu üzerine konuşması çok kafa açıcı ve yapıcı olur.