Rahme Veziroğlu
Direniş, ne yazık ki Kıbrıs’ta akıllara savaş anılarından başka bir görüntü getirmeyen, hiçbir şekilde başarıyla ilişkilendiril(e)meyen ve çoklukla zaman kaybı olarak nitelendirilen bir kavramdır. Mevcut kolektif ümitsizliğin temelinde yatan da direnişin gücüne, halkın iradesine olan inancın yitirilmesidir. Özellikle Kıbrıs’ın kuzeyinde son 50 yıldan beri gerek doğrudan şiddet kullanımıyla gerekse farklı baskı politikalarıyla sindirilmiş olmak kuzey halkının direnişe dolayısıyla değişime olan inancını yitirmesine neden olmuş, hatta zamanla bu inançsızlık daha da kronikleşerek insanları değişimden korkar hale getirmiştir. Bu sosyal psikolojik sendrom bugün Kıbrıs’taki protesto anlayışını da şekillendirmektedir. Birkaç yaratıcı grup haricinde, politik hareketlillik geçici reaksiyonlarla sınırlı tutulmakta, bu reaksiyonlar da karşı durulan unsurların kökenine değil yan etkilerine yönelik kalmaktadır. Bu durum da döngüsel olarak problemlerin ve nihayetinde kolekif ümitsizliğin devamlılığına neden olmaktadır.
İşte tam da bu nedenle 15 Ekim 2011’den beridir Lefkoşa Ara Bölge’de (Lokmacı) devam etmekte olan “sivil işgal” hareketi incelenmeye değerdir. Çünkü bu hareket, adamızda yaşanan problemleri sistematik bir bakış açısıyla değerlendirerek, bu problemlerin özüne inmeyi hedeflemektedir. Öncelikle bu hareketin içeriği, başlangıç hikayesi ve tekniğiyle ilgili bilgi vermekte fayda vardır.
Bilindiği üzere, dünyada son bir yıldır esen değişim rüzgarları, ülke ülke gezerek farklı isimlerle devrim başlığı altında hikayeleştirilmektedir. Özellikle Arap ülkelerinde yaşanan değişim süreçlerine dış güçlerin müdahalesi nedeniyle bu dönüşümlerin ne kadar devrim olarak görülebileceği ayrı bir tartışma konusudur. Ancak bu yazı açısından vurgulanması gereken değişimin halk ayaklanmaları yoluyla tetiklenmiş olmasıdır. Bunun en yakın örneği de medyada da sıklıkla bahsi geçen Occupy Wall Street (Wall Street’i işgal et) hareketidir. Genel hatlarıyla bu hareket kapitalist sistemin yarattığı eşitsiz düzene, diğer bir deyişle, kapitalizmin çok küçük bir azınlığa lüks bir yaşam sağlama uğruna toplumun ve özellikle ABD söz konusu olduğunda tüm dünya halklarının yaşam standartlarının kabul edilebilir düzeyin altına iten yapısına karşı bir duruş sergilemeyi amaçlamaktadır. Kapitalist sistem yalnızca ABD sınırları içinde yapılaşmış olmadığı için, farklı yerlerde de bu sivil işgal hareketinin ortaya çıkması sürpriz değildir. 15 Ekim 2011 tarihi de dünyanın dört bir yanında global işgal günü ilan edilmiş, yüzden fazla ülkede gösteriler düzenlenmişti. İşte Kıbrıs’ta 6 haftadır devam etmekte olan Occupy The Buffer Zone (Ara Bölge’yi İşgal Et) hareketinin başlangıcı da bu tarihe denk düşmektedir. Fakat bu hareketi diğer örneklerinden ayıran bir özelliği vardır. Dünyadaki örnekler genellikle kapitalist sistemin ekonomik açmazlarına karşı bir duruş sergilerken, Kıbrıs örneği bu sistemin ideolojik yapısının o veya bu şekilde neden olduğu toplumsal bölünmeyi de kapsama almaktadır. Bu açıdan bakıldığında hiyerarşiye ve dikotomilere (ikici) dayalı güç ilişkilerinin semptomları olan, milliyetçilik, ırkçılık, ayrımcılık, şiddet, materyalizm vs. gibi sorunların hepsi grup içinde tartışılmakta ve bu sorunlarla mücadele için yaratıcı stratejiler ortaya konmaya çalışılmaktadır. Çünkü tüm bu konular tek başlarına ele alındıklarında dahi oldukça kompleks olsalar da hepsinin kökeni ve dolayısıyla verilecek mücadelenin hedefi de aynıdır. Bu da eşitsizlik dayatan sistemdir. Bu nedenle Lefkoşa Ara Bölge sivil işgal hareketi Kıbrıs’taki mevcut duruma insan hakları çerçevesinden bakarak, Kıbrıslı Türk, Kıbrıslı Rum, azınlık, göçmen, kadın, erkek olup olmadıkları fark etmeden, adada yaşayan herkes için daha eşit, daha adil bir geleceği hedeflemektedir.
Bu oluşumu özel kılan bir başka faktör de adanın her iki tarafında yaşayan farklı görüşlerden bireylerin bu mücadelede bir arada yer almalarıdır. Bu nokta iki-toplumlu etkinlik enflasyonu düşünüldüğünde pek de çarpıcı duyulmasa da, özünde bu etkinliklerin ötesine giden, birkaç saat biraraya gelerek beraberce bir hobiyle ilgilenip, geri kalanında herkesin normal hayatına döndüğü bir “biraraya geliş” yerine kolektif bilincin doğal bir şekilde geliştiği bir yaşam alanından söz edildiği unutulmamalıdır. Bir hobi yerine bir ideal etrafında biraraya gelen, bu biraraya gelişin beraberinde getirdiği zorlukların üstesinden beraberce gelindiği, bunun için birlik olunduğu, birlikte yemek yapılan, ateş için odun aranılan, tartışmalarda ayrı düşülürse ortak zemine ulaşmanın deneyimlendiği, hatta bazılarının geceleri kendilerini ayıran ara bölgede beraberce uyuyup, uyandıkları bir gerçeklik senaryosu.
Merak edenler için bu sivil işgal hareketinin başladığından günümüze değin çizdiği resme bir bakmak gerekirse: 19 Kasım’dan beridir yola kurulan çadırlar, eylemcilerin ve sempatizanların bağışlarıyla kurulmuş bir mutfak, serbest çalışanların jeneratör yardımıyla kurdukları açık hava ofisleri (kimilerinin ‘itham’ ettiği gibi bu grubun bir avuç amaçsız hippi olmadığını göstermek amacıyla her birinin dahil olduğu önemli toplumsal projelerle ilgili bilgilerin paylaşıldığı), gelip geçen turistlerin ilgili güneş düşmeye başlarkenden ortada yakılan ateş, gelip geçenlerin de katkılarıyla
Bu hareketi diğer tüm sivil işgallerden ayrı bir noktaya koyan özgünlüğünün dünya medyasının da ilgisini çekmekte olduğunu belirtmek yerinde olacaktır. Bir hafta önce El Cezire iki aktivisti canlı yayında konuk ederek, 40 dakika boyunca hareketin içeriği ve genel olarak Kıbrıs’ı tartışan “The Stream” isimli bir program yaptı. Bunun yanında geçtiğimiz hafta Fransız medyasından bir grup da röportaj talebinde bulunarak hareketin özgünlüğünü dile getirdi. Yerli medyanın giderek artan ilgisi de grubun giderek büyümesine yardımcı olmaktadır.
Sonuç olarak Ara Bölge işgal hareketinin, ümitsizliği içinde pasifleşen Kıbrıs halklarına taptaze bir soluk getirme iddiasını taşıdığını söylemek abartı olmaz. Elbette yazının başında bahsedildiği gibi, direniş algısının silik oluşu, eylem grubunun direncini kırmaya yönelik “boşuna uğraşmayın, hiçbir şey değişmez bu memlekette” söylemlerinin sıklıkla duyulmasına yol açmakla birlikte, unutulmamalıdır ki şimdiden grup içinde oluşmaya başlayan kolektif bilinç, kültürel normların dayattığının aksine farklı gruplardan insanların kararlılıkla ortaya koymakta olduğu irade, hareketin bilinçlenme ve bilinçlendirmeye yaptığı vurgu ve çözümün tabandan geleceği inancıyla yapısal bir değişim talep eden anlayış her ne olursa olsun uzun vadede bir fark yaratacaktır. Nihayetinde değişim, sabır, kararlılık ve dayanışma gerektirir ve böyle bir gayenin de rahatsızlıkların yalnızca sözel biçimde dile getirildiği, yaratıcı çözümler üretilmediği ve ümitsizliğin beyinleri felç ettiği bir ortamda oluşamayacağı da aşikardır.
Sivil işgal hareketi ile ilgili daha fazla bilgiye ulaşmak için www.occupybufferzone.info adresi ziyaret edilebilir.