Arabahmet’te, toplumsal hafıza için yeni bir başlangıç noktası: Arkhe

Kültürel bellek için bilgi sermayesi oluşturmak, bu bilgiler üzerine araştırmalar yapmak, sonuçları sergilemek ve yayımlamak… Bu farklı disiplinler, Lefkoşa’nın tarihi Arabahmet bölgesinde, tek bir çatı altında birleşiyor: Arkhe…

Ertuğrul SENOVA

Kültürel bellek için bilgi sermayesi oluşturmak, bu bilgiler üzerine araştırmalar yapmak, sonuçları sergilemek ve yayımlamak… Bu farklı disiplinler, Lefkoşa’nın tarihi Arabahmet bölgesinde, tek bir çatı altında birleşiyor: Arkhe…

Felsefede “başlangıç noktası” anlamına gelen ‘Arkhe’ ismiyle, tam da bu amaçla yola çıkan bir ekip: özelde Arabahmet’in, genelde ise Lefkoşa, hatta adanın geçmişine, mikro tarihine büyüteç tutarak, kendi deyimleriyle “kırıntılar” şeklindeki bilgileri, resmi tarih anlatısının dışındaki ‘gerçekle’ buluşturmaya çalışacak.

Örneğin Arabahmet bölgesinde, Ermeni bir ailenin “Lefkoşa – Nicosia” armasıyla ürettiği bir saatin hikâyesi ya da tarihi Çağlayan Parkı’nın ilk planlarındaki ‘golf sahası’… Bu küçük detaylarla, kentin nasıl bir dönümünden geçtiği incelenecek ve toplumsal hafızaya kazandırılacak. 

‘Arkhe’yi, kısa cümlelerle anlatmak neredeyse imkansız… Bu nedenle, ‘Arkhe’ ifadesinin ardında birleşen kalabalık ekipten 3 isimle, bu oluşumun detaylarını konuştum, süreci onlardan dinledim…

Halil Duranay kendini “Kafa amelesi” olarak tanımlıyor. Kendisi Arkhe’nin direktörü. Aynı zamanda kültürel araştırmalar konusunda çalışmalar yürüten bir akademisyen, bir yayıncı, bir koleksiyoner…

Özlem Ünsal ise bir kent araştırmacısı, Arkhe’nin Yürütme Kurulu üyesi. Aynı zamanda Lefkoşa Türk Belediyesi Meclisi’nin de seçilmiş bir üyesi. 

İlkem Tunar bir sanat tarihçi, Arkhe’nin koordinatörü. Daha önce LTB’nin Dışilişkiler bölümünde çalışıyordu.

Arkhe, Lefkoşa Türk Belediyesi himayesinde, Arabahmet Bölgesi Geliştirme LTD. ŞTİ. katkılarıyla kuruldu. Ancak yönetimini bu üç ismin de yer aldığı yürütme kurulu üstlenmiş durumda.

Bu şirket, Arabahmet’teki mülklerin kiralanarak gelir elde etmesi ve oluşan sermayeyi bölgenin her konuda kalkınmasına harcamak adına kurulmuş…

Arkhe’nin ana merkezi olan, pek çok insanın “Arabahmet Kültür Evi” olarak tanıdığı tarihi mekanın içeresinde gezerek, dokuyu hissederek gerçekleştirdiğimiz röportajda en dikkat çeken noktalardan biri, bu binanın 1900’lü yılların başında inşa edildiği günden itibaren kültürel çalışmalar için kullanıldığını öğrenmek oldu.

Dönemin Ermeni topluluğu, bina içerisinde çeşitli kültürel faaliyetlerini sürdürüyordu…

Ermeni topluluğunun bu topraklardaki geçmişini sadece “duyan” ada sakinlerinin, ilerleyen yıllarda, farklı sakinler tarafından sadece “duyulan bir topluluk” olma olasılığını düşündüğümüz zaman,  toplumsal belleğe katkı sağlamak adına kurulan Arkhe’nin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor...

 

“Sınır tanımayacağız”

E. Senova: Arkhe ifadesinin anlamı ne? Kuruluş amacıyla bağlantılı olarak anlatabilir misiniz?

Halil Duranay: “Arkhe, felsefede başlangıç noktası anlamına geliyor. Tam da bu nedenle seçtik. Eski felsefede genellikle bilgiyi üretmek, tasniflemek ve kullanmak bütünlüklü bir işti. Bu kişiler siyaset de zooloji de konuşuyordu. Bu durum modernitede fakültelere ayrıldı ve kümelenmeye başladı.  Fakat şimdi, postmodernite çalışmalar ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yeni ekollerle beraber biz, baştaki çok disiplini bir arada kullanma lüksüne geri dönmeye başladık. İşte bu kapsamada, biraz da buna göz kırpmak için Arkhe ismini kullanmayı seçtik. Burada planladığımız çok disiplinli bir çalışma sistemi oluşturmak. Arkhe’nin içinde mimari de olacak, arkeoloji de, tarih de, kültürel çalışmalar da… Bu operasyonu yürütürken bir sınır tanımayacağız.”

 

“Burası bir sanat merkezi değil”

E. Senova: Peki, Arkhe’yi nasıl tanımlarsınız?

Halil Duranay: “Öncelikle, burası bir sanat merkezi değil. Bir kültür politikaları üretme ve arşiv çalışmaları merkezi. İnsanların kafasında şu var; Arabahmet Kültür Evi tekrardan açıldı, adını da Arkhe koydular… Arkhe bundan çok daha geniş şeyleri kapsayan bir proje. Operasyonumuzu sadece Arabahmet ya da Surlariçi’nde yürütmeyeceğiz. Bunun için kurulmadık.”

“1904 – 1908 yılları arasında Ermeni topluluğunun kültür alanı olarak kullanılıyordu”

E. Senova: Sözünü ettiğiniz ‘operasyonlar’ için neden Arabahmet gibi bir mekan seçildi? Mekanın tarihsel perspektifini ele alarak bunu anlatabilir misiniz?

Halil Duranay: “Lefkoşa’nın, eski çok kültürlü alanlarından biri burası… Binanın tekrar fonksiyon kazanması, Arkhe için çok önemli.

Özlem Ünsal: “Arabahmet, kendi içerisindeki mirasın çok önemli bir parçası. Bir türlü doğru işlevle yaşayan bir yer haline gelemiyordu. Tek başına bir binayı değerlendirmek adına bir işlev üretmektense, eksikliğini yaşadığımız; kent hayatı içerisinde, buranın karakterine uygun bir işlevi giydirmek nasıl mümkün olur diye düşündük. Burada kentin hafızasını kayıt altında tutabileceğimiz, sistematik, etkili bir şekilde ve güncel yöntemlerle böyle bir mekanizma çalıştırmak istedik.”

İlkem Tunar: “Mekanın yeniden canlanmaya ihtiyacı vardı. Burayla ilgili bir takım rivayetler var. Araştırmalardan bizim elde ettiğimiz bilgiler; örneğin yandaki sahne 1904 – 1908 yılları arasında Lefkoşa’daki Ermeni topluluğunun kültür alanı olarak kullanılıyordu. Bu sahne eski bir sahne. Yandaki kiliseye bağışlanana kadar da Ermenilerin kültür alanı olarak kullanıldı. Bir dönem TMT’nin üssü olarak kullanması var. Yaşlı bir kadının evi olarak kullanması var… Kültür işlevi daha ilk kurulduğundan beri mekanın içinde var.”

 

“Arkhe bir kültür ve bilgi sermayesi oluşturacak”

E. Senova: Yurttaşlar, Arkhe’den ne beklemeli?

Özlem Ünsal: “En basit haliyle özetlemek gerekirse, yaşadığımız yere dair bir bilgi verecek. Çünkü geçmiş projelerimden birinde, bir sergi sırasında şöyle bir ana şahit olmuştum ve beni çok etkiledi: Bir fotoğraf var. 1920’li yıllarda, yabancı bir kadın tarafından Lefkoşa’da çekilmiş. 60 yaş civarlarında birisi, bu fotoğrafa bakarken döndü ve bana dedi ki ‘bu hanım, bu dönemlerde Kıbrıs’a gelmişse, herhalde Köşklüçiftlik’te yaşıyordu.’ Ama o zamanlar Köşklüçiftlik yoktu bile… Bizim yaşadığımız yerle ilgili bilgimiz çok sınırlı ve kısıtlıdır. Bunun gerçek anlamda hafızamızı kayıt altına alamadığımızla ilgisi olduğunu düşünüyorum. Bu tartışmayı alıp bizim eğitim politikamıza, kültür politikamıza kadar götürebiliriz ama oralara kadar gitmenin bir gereği yok. Konu uzar… Ama bence genel olarak nerede yaşadığımız, nasıl yaşadığımız, hangi evreleri atlattığımızla ilgili, biraz resmi tarihin dışına çıkan, gündelik, kültüre, sosyal, ekonomik hayatımızın tarihçesi neyin, nasıl olageldiğine dair notların daha iyi şekilde tutulduğu bir yere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Ben çocuk sahibi bir insanım. Benim çocuğumu götürüp ‘bak, bu kent böyle gelişmiş’ diyebileceğim hiçbir yer yok. Belki ilerde yaptığımız bir proje kapsamında kentin gelişiminin yıllar içinde nasıl evirildiğini; neyin, nerede, nasıl var olduğunu, nerelerin konut alanı olarak kullanıldığını, nerelerin fonksiyon değiştirdiğini anlatan haritalar oluşturma şansımız olabilir. Somutlaştırdığımız bilgilere ihtiyaç var. Bizim niyetimiz ve arzumuz buranın, böylesi bilgilerin üretildiği bir yer olması.”

 

Halil Duranay: “Mikro tarih çalışması bizde çok eksik bir konu. Biyografik çalışmalar da çok fazla önemsenmiyor. Önemli kişilerin biyografisi var ama sıradan insanın da hayatı kısa bir tarihtir. Biz aslında makro tarihe ilişkin çok fazla detayı mikro tarihten buluyoruz. Detay tarihçiliğinden… Soy kütük çıkarma işini belki burası gündeme getirebilir. Küçük olan, minör olan alanlara bakabilir. Buranın işlevsel olacağı bir diğer konu, kent müzesi diye bir işten bahsediyorsak, klasik bir müze konteksti dışında; buna bilgi ve materyal sağlamak lazım. İçerik oluşturman lazım... Bunu, burası gibi merkezler yapar. Arkhe, hem soyut hem de somut olarak burada yeni bir sermaye oluşturacak. Bir bilgi sermayesi, kültür sermayesi oluşturacak…”

 

“Yaşadığımız yere dair bilgi ne kadar hikayeleştirilirse, o kadar içselleştirebileceğimiz bir şey haline dönüşür”

E. Senova: Sözünü ettiğiniz sermayeyi oluşturma sürecinde sizi şok eden materyallerle karşılaştınız mı?

Halil Duranay: “Bir takım küçük detaylar var. Bizi heyecanlandıran en basit örnek, bir adet saat. 1. Dünya Savaşı’nda Arabahmet bölgesinde Ermeni bir ailenin saat imalatı yaptığını keşfettik. Üzerinde, üretim yeri olarak Lefkoşa – Nicosia şeklinde bir arma var. Bunun bir şekilde Arabahmet’e dönmesi, Arkhe’de sergileniyor olması bana göre müthiş. Bu saatin hikâyesi, başlı başına bir sergi konusu. Mikro tarih dediğimiz şey bu. Bunun gibi çok fazla kırıntılar var. Bunların araştırılması gerek.”

Özlem Ünsal: “Arşivden anlaşılan şey, genellikle bir takım önemli evrakların, belli bir süre boyunca aflarda tutulması, dönüp bakılabilir durumda olması, saklanmasıdır… Ama biz, o birikime daha farklı bir gözle bakıyoruz. Örneğin belediyenin arşivinde Çağlayan Parkı’nın ilk planlarını bulduk. Bu tip kamusal alanlarımıza dair ilk fikirlerin nasıl oluştuğu, onlar için neler öngörüldüğü, nasıl detayların saklandığı… Bunları düşünmeye başladık. Bu şekilde bakması çok güzel bir şey. Mesela Çağlayan Parkı için bir golf sahası bile düşünülmüş. İçindeki mobilyaların listesi çıktı… Üç salıncak, bir kaydırak, 5 tane dangalabişta… Böyle bir liste var. Bu renkli detayları gün yüzüne çıkarıp anlamlı bir bağlam içerisinde hikayeye dönüştürmek gerek. Bence yaşadığımız yere dair bilgi ne kadar hikayeleştirilirse, o kadar içselleştirebileceğimiz bir şey haline dönüşür.”

Halil Duranay: “Çağlayan Parkı, kentteki birçok insan için bellek alanı. Düğün oldu, yemek yedi, kafayı çekti sarhoş oldu, bir şekilde orada hayatının bir parçası var. İşte bu somut bir bellek alanı. Bunu işleyip gündelik alandaki bir bilgiye dönüştürmek, arşivin temel işlevi. Arşiv deyince, üzerinde numaralar olan dosyalar diye düşünüyoruz. Araştırmacının kullanımına açmak diye de bir şey var. Araştırmacı diye bir imtiyazlı tip var, sadece onun kullanımına açıyorsun. Kamunun ilgisini çekmen lazım. Kamu gelip burada Çağlayan ile ilgili bir şey var mı diye sorduğunda sen araştırmacı mısın diye sormamalısın, göstermelisin.”

(Özlem Ünsal ekleme yapmak istiyor…)

Özlem Ünsal: “Ben başka bir misyonumuzun daha olduğunu düşünüyorum. Bilginin nasıl korunduğu, nasıl kayıt altına alındığı ve nasıl sirküle edildiği ile ilgili bir adabın, sistematiğin oluşması… Mesela sosyal medyada bir furya var ki; geçmiş Lefkoşa, eski yıllar gibi… Buralarda bir takım eski fotoğraflar dolanıyor. Herkes altına yorumlar yapıyor. Bilgi dolaşıma çıkıyor. Bunun güzel olduğu kadar kötü tarafları da var. Böyle bir mecrada çok büyük kitlelere aslında bir takım bilgiler ulaşıyor. Ama bunlar boşlukta savrulan bilgiler. Sahibini kaybetmiş, kirliliklerin türediği, belirsiz alanlar. Unutmamak lazım ki her şeye rağmen sosyal medya bir kara delik. Oraya yazdığımız her şey kaybolmaya mahkûmdur. Ya da yozlaşmaya… Bizim neyi, nasıl yaptığımızın, aynı zamanda bilginin üretiminin nasıl daha sistematik olabileceğine dair bir prensipler oluşturulması uzun vadeli vizyonumuz olabilir.”

 

Bağış için açık çağrı…

E. Senova: Bir kültür sermayesi oluşturduğunuzdan söz etmiştik. Yurttaşa, Arkhe’nin çalışmalarına uygun materyaller bağışlaması yönünde açık bir çağrınız var mı?

Halil Duranay: “Buranın büyümesi, kent insanıyla ilgili olacak. Ne kadar katkı sağlayacak? Ne kadar destekleyecek? Ne kadar parçasına dönüşecek? İlk röportajımız olduğundan dolayı, buradan açık bir çağrı yapabiliriz. Arkhe’nin kontekstine uygun materyallerin bağışlar kabul ediyoruz. Bunlar ne olabilir? Fotoğraf, evrak, objeler, belki kent ve bölgeyle alakalı gazeteler… Bunların bağışlanmasını talep ediyoruz.”

 

“Bağışlar için iki farklı protokol olacak, garanti sunulacak”

E. Senova: Bu tip materyalleri paylaşan bağışçılar için muhafaza ve bağıştan sonraki süreç oldukça önemli. Arkhe’nin bu konudaki tavrı ne?

Halil Duranay: “Bağışların bir protokolü olacak. Bağışlanan her şey kayıt altında alınacak. Bağış için iki protokol düşünüyoruz. Biri kısa vadeli, süresi konmuş bağışlar. Bunları alıp dijitalleştirip, envantere alabiliriz. Belli bir miktar sergilerde kullanabiliriz, konulan süreden sonra da geri alınabilir. Bir de kalıcı bağışlar olacak. Bunlara bir zaman sınırlaması koymayacağız. Çünkü insanların kafasında şöyle bir soru olabilir; Tamam, Arkhe kuruldu, bağışlıyoruz da nereye gidecek bu iş? Arkhe kapandı diyelim 5-6 sene sonra. Garantisi nedir? Bu önemli bir güven ilişkisi. Bu güveni telkin etmek adına süresiz bağışlarda bile, soru işareti gündeme geldiği anda bağışçının veya miras sahiplerinin bağışları tekrar talep etme hakları olacak. Bu garantiyi vereceğiz.”

 

Arkhe’nin sahiplik yapısı…

E. Senova: Arkhe ile ilgili merak edilen bir konu da, sahiplik yapısı. Bir şirketten bahsediliyor, Lefkoşa Türk Belediyesi’nden söz ediliyor… Arkhe’yi kim finanse ediyor?

Halil Duranay: “Arkhe, Lefkoşa Türk Belediyesi’nin himayesinde kuruldu. Bizim hamimiz LTB. Buranın asıl sahibi LTB. Fakat bu meşhur Arabahmet Bölgesi Geliştirme LTD. ŞTİ. Zamanında, belediyenin parçası olarak kurulmuş bir şirket. Bu bir firma değil. Bölgedeki mülk sahiplerinin iştirakçileri olduğu bir şirket. Şirket tüzüğü açıktır, internetten erişilebilir. Arabahmet bölgesindeki mülkleri kiralamak ve bunlardan elde edilen kiraları bölgeye tekrardan yatırım yapıp, kültürel olarak geliştirmek, bölgenin devamlılığını sağlamak. Şirketin bölgeye katkı yapma misyonundan da hareket ederek, Arkhe’nin kurulumu ve operasyonun yürütülmesi sürecinde destek alındı. Şirketin katkılarıyla ama burası LTB’nin himayesinde kurulmuş bir merkez. Özel bir iştirak, arada bir takım ne idiği belirsiz kurum kuruluşlar gibi şüpheli durumlar yok.”

Röportaj Haberleri