Başlığa aldığım tarihler arasında geçen süre 58 yıldır ve tam 58 yıldır Kıbrıs Sorununa çözüm aranıyor.
Ve kim bilir daha kaç yıl çözüm aramaya devam edilecektir...
Aynı coğrafyayı paylaşan ama tarihin ve siyasetin böldüğü Kıbrıs toplumları barış içinde bir arada yaşamanın şartlarını bir türlü oluşturamadılar.
Kuşkusuz, bunun birden fazla ve karmaşık nedenleri vardır. Fakat nereden bakarsanız bakın, bir sorunu 58 yıl çözememek, ya çok büyük bir sorunla ya da büyük bir beceriksizlikle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Sanırım, ikisi de doğrudur.
Hem karmaşık bir sorunla karşı karşıyayız, hem de soruna taraf olan siyasi elitlerin çözüm bulma kabiliyeti düşüktür.
Kıbrıs Sorunu karmaşık ve zor bir sorundur. Milletler ve milliyetçilik çağının, yani çağımızın yarattığı bir sorundur.
Tarihsel açıdan milliyetçilik, Roma mitolojisinde iki ayrı yüze sahip olan kral Janus gibidir. Bir yüzü ilerlemeyi, diğer yüzü yıkımı temsil etmektedir. Kıbrıs’ta yıkıcı saplantıları kadar, tarihsel ilerleme anlamına gelen ilkeleri de büyük sorunlar yaratmıştır.
Örneğin, milliyetçiliğin başlıca ilerici ilkeleri arasında halkların self determinasyon hakkı yer almaktadır. Fakat Kıbrıs’ta self determinasyon hakkı etrafında yapılan tartışmalar Kıbrıs Sorununu yaratmıştır. Örneğin, nüfusun %80’nini oluşturan Kıbrsılı Rumlar kendi kaderini tayin etme hakkını kullanamaya yöneldiklerinde Kıbrıslı Türkleri karşılarında buldular.
Self determinasyon hakkının içinde saklı olan ayrılma hakkı da sorunun parçası oldu. Kıbrıslı Türklerin ayrılıkçı emelleri sorunun başlıca nedenlerindendir.
Egemenlik de öyle... Milliyetçiliğin ilerici yüzü olan egemenlik monarşilerin düzenini yıkarak halkın egemenliğini tarih sahnesine çıkardı ama Kıbrıs’ta egemenlik de kavga konusu oldu, olmaya da devam ediyor.
Görüleceği gibi, milletler ve milliyetçilik çağının ilerici ilkeleri arasında yer alan self determinasyon, ayrılma hakkı ve egemenlik gibi kavramların hepsi Kıbrıs Sorununun doğuşuna kaynaklık ettiler.
Bunun neden böyle olduğuna yanıt bulabilmek için Kıbrıs Sorununun tarihini incelemek gerekiyor. Ben, Hınç ve Şiddet Tarihi adlı çalışmamda bu sorulara yanıt bulmaya çalıştım ve bazı sonuçlara vardım: İki toplumun nüfusu arasındaki uçurum (%80 ile %20), toplumlar arası gelişmişlik farkının büyük olması, Türk ve Yunan milliyetçiliğinin yönlendirici gücü, ortak bir gelecek tahayyülünün eksikliği, kolonyalizmin böl-yönet politikası, Türkiye ve Yunanistan’ın gizli-açık müdahaleleri vs.
Milliyetçiliğin ilerici ilkelerinin yol açtığı sorunlara milliyetçiliğin karanlık yüzünün yarattığı empati eksikliği ve ötekileştirme gibi sorunları da eklersek, Kıbrıs Sorununun neden dünyanın en uzun süreli sorunları arasında yer aldığını daha iyi anlarız.
Çıkış Yolu Nerede?
Kanaatimce çıkış yolunu, milletler ve milliyetçilik çağının ilkeleri etrafında kavga etmekten vaz geçmekte ve milliyetçiliğin karanlık yüzünden bütünüyle arınmakta aramalıyız.
Örneğin self determinasyon ilkesini bir kavga vesilesi olmaktan çıkarmalıyız. Çünkü Kıbrıslı Rumlar bu kavram üstünden enosisi gerçekleştirmeyi de, Kıbrıslı Türklerin üzerinde tahakküm oluşturacak üniter devlet modelini de denediler ve ikisinde de başarısız oldular.
Üniter devlet modelinde ısrar etmenin hiçbir işe yaramayacağı gibi, federal devlete tahakkümcü eğilimlerle yaklaşmak da sorunu uzatmaktan başka bir işe yaramayacak.
Benzer biçimde, Kıbrıslı Türklerin self determinasyon/ayrılma hakkını ileri sürerek ayrı devlette ısrar etmeleri beyhude bir çabadır.
Böyle bir gelişmenin maddi ve meşru zemini olmadığı geçtiğimiz yıllarda bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır.
Bu söylediklerimiz egemenlik kavramı için de geçerlidir.
Egemenliği tek başına Kıbrıslı Rumların icra etmesi veya Kıbrıslı Türklerin ayrı egemenliğe sahip olması mümkün olmadığı gibi, bu yönde ileri sürülen görüşler Kıbrıs Sorununun devam etmesinden başka bir işe yaramaz!
Bu yüzden, egemenlik paylaşımına dayalı çözümler -bu ister istemez yolumuzu federal modellere çıkarıyor- en gerçekçi çözüm modelleridir.
Milliyetçiliğin karanlık yüzüne gelince.
Milli narsisizmden arınmak her şeyden önce toplumların ve birey olarak yurttaşların akıl ve ruh sağlığı için elzemdir. Aynı zamanda, demokratikleşmenin de ön koşuludur.
Benim, 58 yıllık çözümsüzlük tarihinden çıkardığım başlıca dersler bunlardır...