19 Mayıs TMK, Doğanın Genç Savunucuları, arılar hakkında çalışmalar yaptı, çalışmada arılar hakkında bilgiler verildi. Arıların önemine dikkat çekilen açıklamada, “Arılara yardım etmek evren adına yapabileceğimiz en doğru şeydir” mesajı verildi.
Yapılan çalışma şöyle:
“Kucağımızda arıların çok sevdiği karabaş otuyla Akıncılar’a doğru yol alırken, arılar için ne yapabileceğimizi konuşmaktaydık. Akıncılar’da organik bal üretimi yapan Bozdağ Engin Savim; bizi lavantalar, zeytin ağaçları, asmalar ve arı vızıltılarıyla karşıladı. Evrendeki tüm canlıların sağlıklı yaşam hakkını gözeten Savim, etik değerlere sahip yerli bir üretici. Arı vızıltılarının ve rüzgarın eşlik ettiği arılığı ise; kimyasallardan uzak, sadece bal odaklı olmayan, bütüncül etkileşime ve sürdürülebilirliğe inanarak kendi habitatını oluşturmuş. Arıların, insan yaşamı için vazgeçilmez bir anahtar olduğunu vurgulayan Savim’e göre, sofralarımızda yer alan çoğu gıdayı arılara borçluyuz. Thor Hanson, Arıların Bildikleri adlı eserinde bu durumu şöyle ifade eder: Başlıca 115 tarımsal ürünün yüzde 75’inden fazlası tozlaştırıcılara gereksinim duyar ya da onlardan yararlanır. Arıların olmadığı bir dünyada yiyecek bir şeyler bulurduk mutlaka ama yediğimiz o şeyler neye benzerdi? Örneğin rengarenk onlarca çeşitten ziyade birkaç tahıl, bir iki kabuklu yemiş gibi eşeysiz üreyen türler arasında seçim yapmak durumunda kalırdık.
Aralarında olağanüstü bir işbirliği olan arı kolonilerinin çalışma düzenini ve iletişim şekillerini görünür kılmak, canlılar arasındaki yaşamsal bağı ve etkileşimi anlamamız için önemlidir. Kraliçe arı, işçi arılar ve erkek arılardan oluşan kolonilerin, sosyal bir düzen içerisinde yaşaması, evrenin işleyişini sekteye uğratan insan için ilham veren bir yaşam modeli olabilir.
Kıbrıs arılarının, üreticileri sıkıntıya sokan ve farklı arı ırklarına yönlendiren agresif davranışlarına işaret eden YDÜ Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Özge Özden, ada ekosistemine son derece uyumlu, güçlü ve verimli olan Kıbrıs arısının melezleşmesindeki en büyük etkenin bu davranışlar olduğunu belirtti. Arı verimini ve sağlıklı bal üretimini artırmak için arı kovanlarına yerleştirilen yapay zeka ile arıların davranışlarını gözlemlediklerini ifade eden Özden, yürüttükleri genetik araştırmalarla saf yerli ırkın belirlenmesini hedeflediklerinin altını çizdi.
Üreticilerin farklı arı ırklarına yönelmesinin olumsuz sonuçlarından biri arı kolonilerini tehlikeye sokabilecek hastalıkların adaya taşınmasıdır. Örneğin yerli arıcıların yıllardır mücadele ettiği Varroa, yalnızca Asya’nın güneydoğusundaki ormanlarda önemsiz zararlılar olarak yaşarken, farklı bölgelere nakledilen kovanlar, kraliçeler ve ekipmanlarla dünyanın tamamına yayıldı.
Yeterince çiçek kaynağının olmaması arıların yetersiz beslenmesine neden olmakta, Varroa gibi zararlılarla mücadele etme potansiyelini düşürmektedir. Doğal alanların feda edilmesi, yangınlar, ormansızlaşma, tek ürün odaklı zirai faaliyetler, yol kenarlarındaki doğal bitki örtüsünün kazınması, pestisit içeren kimyasalların kullanımı ve zamanlaması arı kolonilerinin her geçen gün zayıflamasına ve yok olmasına sebep olmaktadır. Pestisitler bitki yiyen böcekler açısından geçici bir kimyasal engel oluştururken, arılar üzerinde düpedüz zehir etkisi göstermektedir.
Ada’da yaygın olarak sürdürülen konvansiyonel arıcılıkta kullanılan takviye gıdalar da arıların besin döngüsünü ve sağlığını olumsuz etkilemektedir. Hiçbir takviye besin, bal arılarının yemek üzere evrildikleri farklı kır çiçeklerinin, çalıların ve ağaçların çiçeklerinden topladığı karışımın yerini tutamaz.
Vızıltıyı yeniden artırmak mümkün mü?
Arıların ne kadar önemli olduğunu anlamak için Carl Sagan’a kulak vermeliyiz: Arılar, evrenin yaşayan simgeleridir. Onlar, doğanın işleyişindeki ince dengenin bir parçasıdır ve bu dengeyi korumak için kritik bir rol oynarlar. Arı habitatı ‘paralel çevresel faydalar’ getirir. Bir yandan faydalı böcekleri ve başka türleri desteklerken, diğer yandan karbon tutulumunu, topraktaki nem ve organik madde oranını artırır. Gıda zenginliği, ekosistemin sağlığı, ekonomik değer ve biyoçeşitlilik için vazgeçilmezdir.
Arıların varlığını hatırlamak insanla arı arasındaki kadim bağı yeniden canlandırarak muazzam sonuçlar doğurabilir. Avrupa ve Kuzey Amerika’da ‘arılarla paylaşmak’ denen bir geleneği sürdüren insanlar, yaşamlarındaki tüm gelişmelerden kovanlarını da haberdar ediyor. Bir kayıp yaşandığında arılar şarkılarla teselli ediliyor, kovanların üzerine siyah matem örtüleri örtülüyor. Bu duygusal örnek insanın üretirken doğaya, kaynaklarını sömüreceği bir nesne değil, birlikte yaşadığı, dolaysız bir organizma olarak baktığı yeni bir arıcılık tarzını temel almamız gerektiğini göstermekte yeterli olabilir.
Her arı kolonisi kendi bölgesinin özelliklerini öğrenir. Doğal yaşam bir bütündür; ekosistemde yer alan her türlü canlı arasında organik, karşılıklı ve bütüncül bir ilişki ve bağ vardır. Bu bağ yerel, yakın ve karşılıklıdır. Öyleyse arıların beslenebileceği, kimyasaldan arınmış sağlıklı habitatlar yaratmak için birer arıcı olmamıza gerek yok.
Arıları gözlemleyin ve onlar için çiçek ekin!
Ne kadar çiçek, o kadar arı!”