Artık … Kendi içimizdeki sevgisizliği… GÖRELİM…

 

‘’Benden Vazgeçersen …Ölürüm…

Ama,  önce seni…

Sonra da kendimi öldürürüm…’’

Demek ki, bazı an ve hallerde vazgeçilmez olabiliyor her şey…

Sahi, hiç düşündünüz mü, nelerden vazgeçiyoruz acaba! Kiminin çok sevdiği bir kitap, bir bluz, bir kol saati vb. Ona göre, bunların yerini en güzel benzerleri bile alamaz…

Yine, kimine göre, uzak bir diyar tutkusu, kiminin, sevdiğiyle bir ömür hep el ele yaşaması. Tabii, daha farklıları da var: Ör: kimine göre, arabası, evi, deniz vb…

Ve, kimileri tutkuya tutkundur… Mutlaka, tutkunun olacağı bir şey bulur…

Ör: Benim gibiler, yalnızlığımızdan vazgeçemeyiz… Bazen, çevremiz insan dolu olur ama biz, kendimize ait bir dünyamız olsun isteriz… İsteriz ki, o dünyaya kimsecikler el uzatmasın… Ama…

Ama, yine de yazmak gerek: Her şeyin başı yaşamak…

En zor şartları sunsa bile bize… Söyler misiniz, hangimiz vazgeçer yaşamaktan…

….

Peki… Ya sevmek…

Sahi,’ sevmek’, vazgeçemediklerimiz arasında kaçıncı sırayı alıyor…

Evet… ‘Ya sevmek’ dedim…

Ve bunu bilinçle söyledim… Çünkü biz, SEVMEYİ BİLMİYORUZ…

Yaşamı özenle ellediğim için biliyorum: Biz, gerçekten de sevmeyi bilmiyoruz…

Hala daha, erkeklerimiz kadınlarını, kızlarını hatta sevgililerini çatır çatır dövüyor…

Daha da ötesi, ÖLDÜRÜYORLAR !!!

Biraz üzerlerine gittiniz mi de,  yanıtları hazır : ‘’Sevdiğim için dövüyorum. Sevmesem beni ilgilendirir mi? Döver miyim! öldürür müyüm!

Bir insanı sevmek…

Bu olgu değil-aslında-önemli olan…

Önemli olan-çok önemli olan-bir insanı, nasıl sevdiğinizdir…

….

Toplumumuzda, kesin bir ‘sevgi sorunu’ var… Çünkü, sevginin ‘’nasılı’’ dır önemli olan.

Savaşlarından, silahlardan, bombalardan önce, kendi içimizdeki ‘sevgisizliği’ görelim… Çünkü, en büyük şiddet, insan ilişkilerimizde yaşanıyor…

İçimizdeki zorbayı- yani, kendimizi- çok iyi tanıyıp, onu, oradan çıkarmalıyız…

Hiç kuşku yok ki, çıkış noktaları çeşitlidir ve tamamıyla bize bağlıdır… Çünkü,

SEVGİ, SAYGIYI DA İÇİNDE BARINDIRAN BİR DUYGUDUR; Çünkü…

….

Bu duyguları geliştirmek için, insanın işe, kendisini sevmek, kendine saygı duymakla başlaması gerekiyor…

 Bir insan eğer, kendini sev(e)miyorsa… Kendi dünyasından, aşağılık duygularından ve kendi gözündeki olumsuz görüntüden sıyrılamıyorsa…

Ne özgüvenini ne de başkalarının gözünde saygınlığını kazanabilir…

Bunun için… Önce gerçek kimliğini bulmak… ‘Çocukluk yıllarındaki yaralarını sarmak’ gerekir…

Düşünün ki, hiç kimse ‘’mükemmel’’ değildir yoksa insan olmazdık…

Önemli olan, tüm bencilliklerinden sıyrılarak… Dünyaya ‘sevgi ve hoşgörüyle’ bakabilmek… Bunun için de önce kendimizden başlamak…


Bir insanlık görevi…

HAYVAN SEVMEYEN… İNSAN DA SEVMEZ…

Uzun süredir, beni rahatsız eden bir konu varsa: HAYVAN HAKLARI…

‘’İnsanları mamır ettik da hayvanlar mı kaldı?’’ deyişini duyar gibiyim bazılarınızın… Ama:  ‘’Doğadaki her canlıdan- her çalıdan her börtü böcekten de- sorumlu olduğumuzu unutmayalım.

VE… HAYVAN HAKLARI…

Bu olgu, insan olarak bizim en başta gelen görevlerimizden biri… Yani: ‘’ Bir insanlık görevi…’’ Yani: İnsanı, insanlaştıran SEVGİNİN… bütün yaratıkları kucaklaması bilinci… Bu bilince erişenlere ‘’mutluluk’’ sunan bir olgu… Çünkü, sadece benim düşüncem değil… uzmanların da altını çizdikleri bir olgu: ‘’ Hayvan sevmeyen, insan da sevmez’’

Biliyorsunuz… yahut da, unutmuşsanız anımsayın lütfen: 15 Ekim 1978’de, Paris’te UNESCO Evi’nde, ilan edilen: ‘’Hayvan Hakları ve Evrensel Bildirgesi’nin, ‘başlangıcı’nda da (kimsesiz hayvanların katliama uğratılmasında, avcılıkta görüldüğü gibi)… Hayvanlar ve insanlara karşı katliamların, insanlar tarafından işlendiği, insanlarının hayvanlarının yaşama hakkına da saygı gösterirlerse… Tartışmasız, insanların, yaşama hakkına da saygı gösterecekleri vurgulanmıştır…

UYGARLIĞIN GÖSTERGESİ…

Hayvan sevgisi, uygarlığın göstergesidir…

Hayvanları koruma ise insanlığımızın mihenk taşıdır…

Bir düşünün göreceksiniz: ’Hayvan Hakları’, çok boyutlu bir yaklaşımın ürünüdür. Bir çok ülkede ‘Hukuk Bilimi’nin temel yasalarında sorun belirleniyor… yürürlükteki kurallar irdeleniyor…

Tarih, edebiyat, şiir, öykü, belge, olgu ve olaylarla dokunan bir örgü… renkli bir halının nakışları gibi sayfalar boyu sergileniyor…

Doğudan, batıdan, güneyden, kuzeyden… Yedi iklim dört cihandan toplanan bilgilerle bezenen bir kültür bu… Ama ayırtına varılırsa!

Hayvan Haklarını benimsemek…

Ve, benimsetmek…

 Leonardo da Vinci: ‘’Sevgi’’, demiş ‘’bilgiden doğar…’’

Tersine çevirin:

‘’BİLGİ, SEVGİDEN DOĞAR…

Ne ki, bizim ülkemiz de dahil… Evrende bir eytişimin egemenliği sürüyor…

İyilikle kötülük iç içe… Yan yana, insan ile hayvan ilişkisini de belirliyor…

Ama: Hayvan katliamıyla  birlikte… ’Hayvanları Koruma Savaşı’ da sürüyor…

….

İnsan, doğayı değiştirebilen tek yaratık!..

İnanıyorum ki ‘hayvanlara karşı gaddarlığı’ uygarlık durduracaktır…

İnsanın gaddarlığı- ülkemiz de dahil- öylesine körleşmiş ki… Doğayı kirletip yok ediyor…

Kimi hayvan türlerini ortadan kaldırıyor…

Geleceğimizi karanlıklaştırıyor…

Elbet, bu kör gidişatı durdurabilecek akıl ve sağduyuya, yine insan sahiptir ki, ‘’Hayvan Hakları’’, insan hukukunun içinde yer almaktadır…

Ne olur, sakın unutmayın…

Çiçek, suyla beslenir…

Sevgi ise… Sevgiyle büyüyüp serpilir…


PARANTEZ

KADIN 3 BİN YILDIR ŞİDDET GÖRÜYOR…

Arkeologlar, mumyaların kemik kırıklarını inceledi. Sonuç: Kadına, ‘fiziksel şiddet’ binlerce yıl öncesine dayanıyor. Araştırmacılar:

“Kadının, fiziksel, ekonomik, cinsel ve psikolojik yönden, dünyanın her yerinde şiddete uğradığını ifade ederek… En son verilere göre:

“Dünyada her (3) kadından birinin şiddet mağduru olduğunu… (2)milyon kız çocuğunun fuhuşa zorlandığını söylüyorlar.

Irak’ta, savaşın ilk yıllarında (20) bin kadına tecavüz edildiğini… Çin’de, bir milyon kız çocuğunun- sırf kız oldukları için- annelerinin karnındayken öldürüldüğünü…

Doğu toplumlarında, kız çocuklarının erken yaşta evlenmeye zorlandığını, töre cinayetlerine kurban gittiğini…

Kadına yönelik şiddetin, çok eskiye dayandığına dikkat çekilerek… Kadınların, fiziksel şiddete maruz kalmalarının (3) bin yıl öncesine dayandığının altı çiziliyor…

Şöyle ki, mumyaların kemik kırıklarını inceleyen arkeologlar, erkeklerdeki kırık oranının (%9-10), kadınlardaki kırık oranının, (%30-50) olduğu gerçeğini önemle vurguluyorlar…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri