Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle, Aşağı Dikomolu Julie Konikkos’un (bekarlık adıyla Julie Konstantinos Meniku) öyküsünü “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” başlıklı internet sayfası için kaleme aldı... Konstantinos Emmanuelle’in yazısını okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik. Aşağı Dikomolu Julie Konikkos’un öyküsü devamla şöyle:
*** Köyden uzaklardaki tarlalarda annesiyle birlikte çalışmaya gittiklerinde Julie ve annesi her zaman ahırlarda, hayvanlarla birlikte uyuyordu... “Kendi battaniyelerimizi götürürdük. O günler benim için çok zordu... Kızgın güneşten korunmak için başımıza bir eşarp takmıyorduk ve hiçbir zaman yeterli yiyeceğimiz ya da suyumuz olmuyordu...” Julie için 1940’lı yılların sonu sonsuz görevler ve zorluklar demekti... Nereye giderse gitsin, buraları tehlike doluydu... Abisi Pandelis bile saldırgandı ve kızkardeşlerine karşı zaman zaman kötü davranıyordu... “Babam annemi döverken bunlara tanık olarak büyüdüğü için, tanık olduğu o şiddet onu kötü biçimde etkilediydi sanırım. Pandelis de anneme vuruyordu... Annem her zaman dayaktan kaynaklı yara bereyle doluydu...” Julie, kardeşinin birkaç kez hırsızlıktan ötürü hapis de yattığını anlatıyor... “Çok da iyi bir hayatı olmadı” diyor.
*** Bir noktada annesi Julie’yi Spatalu’dan Lulla’nın yanına terzilik öğrenmeye gönderecekti... “Ancak bana terzilik öğretmek yerine, bütün gün bebeğinin kirli bezlerini yıkatıyordu” diye anlatıyor. Julie’nin babası da nihayetinde Lefkoşa’da Girne kapısı yakınlarında fahişelerin olduğu bir bölgede bir oda kiralayıp orada yaşamaya başlamıştı... “Genç bir kadınla yaşıyordu ama sanırım o kadın bir fahişe değildi” diye anlatıyor Julie. “Sanırım Aya Marina köyünden bir Maronit kızdı...”
*** 1949 yılında Julie’nin dayısı Pandelli, onu Lefkoşa Genel Hastanesi’nde Başhemşire ile tanıştıracaktı Julie’yi – belki hemşirelik alanında bir kariyer yapmak isteyebileceğini düşünmüştü. Ancak bir kez daha Julie’nin annesi müdahale edecekti: “Tanrı aşkına, yaşlı ve hasta erkeklerin oturaklarını neden tutmak isteyesin?” diye bağırmıştı annesi ona... “Oraya gitmene izin vermiyorum!” demişti... 1950 yılında Julie, annesi ve kızkardeşleriyle Aşağı Dikomo’dan ayrılarak Lefkoşa varoşlarında Trahona’da (şimdiki adıyla Kızılbaş – S.U.) yaşamaya gitmişti... “Köyden ayrılmak zorundaydık” diye anlatıyor Julie... “O günlerde babası olmayan kızların evlilik için iyi bir şansları olamazdı. Aşağı Dikomo’da kalmaya devam edecek olursak, evde kalabilirdik kızkardeşlerimle birlikte. Ne de olmasa herkes babamın gittiğini ve bize herhangi bir cehiz sağlayamayacağını biliyordu...”
*** Julie’nin Trahona’daki dayısının küçük bir arazisi vardı ve bunu iyilik yapıp yeğenlerine satmıştı ki üstüne kalacak bir yer yapabilsinler. Orada yaşayanların yardımıyla Julie ve kızkardeşleri iki odalı bir kerpiç ev inşa edebilmişlerdi böylece. “Kızkardeşim Eleni’yle birlikte kerpiçleri biz kestik... Ayrıca satın aldığımız ufak arazinin parasını ödeyebilmek için dayımıza, iş bulmak da zorundaydık. Hatırlarım da Trahona’daki su, içilebilir bir su değildi... Trahonalılar her gün sokakları dolaşan tüccarlardan su satın almaktaydılar...”
*** Julie’nin ilk işi bir İngiliz askeri kampında çamaşırcılık yapmaktı... “Haftada bir şilin ödeniyordu bana” diye anlatıyor. “Eğer şanslıysam, askerlerin üniformalarının ceplerinde bozukluk da buluyordum...” Birkaç ay sonra Julie, koyun yünlerini yıkayıp satan bir fabrikada çalışmaya gidecekti... “İnsanlar eski şiltelerdeki koyun yünlerini satıyorlardı ve benim işim de onları yıkayıp temizlemekti. Kirli bir işti ve orada uzun süre kalmadım...” Koyun yünü fabrikasından ayrıldıktan sonra Julie Ledra Palace yakınında bir iş bulma ofisine gidecekti. Ofis de kendisini Lefkoşa’da yaşayan bir İngiliz çifte çocuk bakıcısı olarak gönderecekti. “Henüz 13 yaşındaydım fakat o günlerde dadı olarak çalışmak için bu yaş, yeterince olgun bir yaş olarak addediliyordu. Anneme bu iş hakkında bilgi vermemiştim. Genç İngiliz çift çok hoştu... İlkokuldaki günlerimden biraz İngilizce konuşabiliyordum, böylece iletişim kurabiliyorduk... Bu işe tüm yemeklerim ve kalma da dahildi...”
*** Julie dadı olarak işe başladıktan bir gün sonra, sabah saat 6 civarında, İngiliz çiftin evinin dışından bağırma sesleriyle uyanacaktı... “Gidip bakınca karşımda annemi buldum, elinde büyük bir değnek vardı! “Gelip burada esir gibi çalışma cesareti gösterdin ha!” diye bağırdı bana... “Bu değnekle bacaklarını kıracam... Esir gibi çalışmaya geldin ha! Derhal eve gel ve bizim gibi kuru ekmek ye. Eve gel, ekmek ye ve esir gibi çalışmayı unut” diyordu. Julie’nin annesi meğer evin efendisinin onu taciz etmesinden korkuyormuş... Çünkü çocuk işçilerin tecavüze uğradıklarını ve cinsel istismara uğradıklarını duymuştu...
*** 1951 yılında Julie’nin birinci yeğeni Sotiris, ona ve kızkardeşi Eleni’ye Diyanellos sigara fabrikasında iş bulmuştu – fabrika Girne Kapısı yakınlarındaydı... Küçük kızkardeşleri Andrulla da Panaya Faneromeni kilisesi yakınında bir terzi yanına terzilik öğrenmeye gönderilmişti. “Diyanellos Kıbrıslıtürk, Kıbrıslırum, Ermeni kızlarını ve hatta Kıbrıslı olmayan kızları bile istihdam ediyordu” diye anlatıyor Julie... “Sanırım bu fabrikada çalışan 150 kız vardı. Paketlediğimiz sigaraların markalarını bile hatırlarım. Lucky Dream, Lefkosia ve Lady Drothos marka sigaralardı bunlar... Hatırlarım da kızkardeşimle ben günde üç şilin kazanıyorduk. Kiria Stella patronumuzdu ve bir de Dimitris diye bir adam vardı. Kirios Fotis ofisteydi, Kiria Avgusta da yemeklerimizi pişiriyordu. Sabah saat 8’de işe başlıyorduk. Bay Lazaros’tan satın aldığımız bir bisikletle gidiyorduk işe, kızkardeşimle birlikte. Bay Lazaros’un Lefkoşa’da, Baf Kapısı yakınlarında Lefkoşa’daki en büyük bisiklet mağazası vardı. Bay Lazaros’a bisiklet için bir depozito ödemiştim, sonra da haftada 15 şilin ödüyorduk, borcumuz kapanıncaya kadar... Bisikletin bir arkalığı vardı, kızkardeşim eleni buna otururdu ve birlikte Trahona’dan sigara fabrikasına gidip gelirdik her sabah ve her ikindi... Başka hiçbir yere gitme cesaretimiz yoktu. İşten eve, evden işe...”
En sağda Julie, Dianellos sigara fabrikasından çalışma arkadaşlarıyla 1953'te Trodoslar'da bir gezide...
*** Bazan işe gidip gelirken Girne Kapısı yakınlarındaki bir Kıbrıslıtürk kahvehanesinde babalarını otururken görürlerdi... Sabah erken oraya gidip oturuyordu babaları, kızları işe giderken belki onları görür diye... 1950’li yılların Lefkoşa’sında Yunanistan’dan göçmenler vardı – İkinci Dünya Savaşı ardından Kıbrıs’a sığınmışlardı... “Bazı göçmenler bizimle birlikte sigara fabrikasında işlerdi... Kos adasından Maritsa diye bir kız vardı, sanırım bu kızın babamla ilişkisi vardı. Maritsa babamın Theodora diye bir kızla yaşadığını biliyordu. Babamın sonuçta o kızı terkedip kendisiyle birlikte olacağına inanıyordu...”
*** Julie’ye göre Pazar günleri ikindin tüm genç insanlar Ledra Street’te (Uzunyol) toplanıyordu... “Buraya Uzunyol diyorduk... Sigara fabrikasından bir grup kızla birlikte gidiyorduk oraya. Orada bir tatlıcıya gidiyor, oturup sohbet ediyor ve kendi aramızda büyük bir tabak tatlıyı paylaşıyorduk... Ondan sonra da Magic Palace sinemasında bir film izlemeye giderdik bazan. Hepsimiz de bisikletlerimizle giderdik Uzunyol’a – orada bisikletlerimizi kilitleyip bırakabileceğimiz bir yer vardı. Bazan her iki kızkardeşim de benimle gelirdi... Yaz aylarında bazan Bedevi dondurmacısına gidip dondurma alırdık. Bedevi dondurmaları, Lefkoşa’nın en iyi dondurmasıydı. Hatırlarım da kızlar Uzunyol’un bir tarafında, oğlanlar da öbür tarafında dolaşırdı. Hiçbir zaman konuşmazlardı. O günlerde insanlar birbirlerinden hoşlandıklarını gözleriyle anlatırdı. Yalnızca gözleriyle... Pazar ikindileri ne yaparsak yapalım, güneş batarken mutlaka evde olurduk...”
*** Sinemada Julie’nin hatırladığına göre gannavuri tohumu yiyorlardı... Julie, “Gannavuri bitkisi ya erkek, ya dişiydi... Bir çeşidini içerlerdi, öbür çeşidini de pişirip yerdiniz... Yenebilecek olana kannavuri derdik... – bunlar küçük, yuvarlak tohumlardı, golyandro tohumuna benzerlerdi... Sinemada gençler hunicikler içinde kavrulmuş gannavuri tohumu satarlardı. Aynı şekilde pasadembo ile kavrulmuş fıstık ve badem de satarlardı... O günlerde film izlerken bunları yerdik...”
*** 1953 yılında Julie’nin annesi Maria’ya Başpiskobosluk’tan bir mektup gelmişti – Konstantinos Meniku’yla boşanması için dini bir mahkemeye teşrif etmesi isteniyordu... Konstantinos’un başka kadınlarla yaşaması, kilisenin hoşuna gitmemişti... Mektupta Maria’nın kızlarının da mahkemeye giderek boşanma kağıtlarına imzalarını koymaları isteniyordu... “Annem hemen hemen sağır olduğu için mahkemede ona yardım edecektim. Mahkemeye gittiğimizde annem kocasını tekrar göreceği için dehşete kapılmıştı... Bir hammalla birlikte bir köşede oturuyordu babam, biz de holün karşı tarafına geçip oturduk. Saatlerce oturup yetkililerin bizi çağırmasını istedik. Ben sabırsızlanıyordum ve huzursuzlanmıştım. Babamla yüzleşmeye karar verdim. Ayağa kalkıp olduğu yere gittim ve ona “Yassu Kiriye Konstandi. Theodora ile mi yoksa Maritsa ile mi evlenmeye karar verdin?” diye sordum ona. Ondan korkmuyordum. Babam huzursuzlanmıştı. Ayağa kalktı, kaşlarını çattı bana ve mahkemeden çıkıp gitti, hammalı da arkasından koşturuyordu. O gün o boşanma olmadı, ne o gün, ne de başka gün...”
Julie 1960'ta eşi ve çocuklarıyla...
*** Julie ve Eleni sigara fabrikasında 1950-1955 yıllarında beş sene boyunca çalıştılar. Küçük kızkardeşleri Andrulla bile orada çalışmaya gidecekti. 1954 yılında Julie’nin kızkardeşi Eleni, Kaymaklı’dan bir dul olan Kiriakos Haralambos ile evlenecekti. Sigara fabrikasından bir kadın, arabuluculuk etmişti... “Babamı düğüne davet etmedik” diyor Julie... Eleni evlendikten sonra Julie’nin annesi, iki kızkardeşin gidip Avustralya’da yaşamalarını önerecekti. Kardeşleri Nikos zaten Melburn’da eşi Nitsa’yla yaşıyordu... Anneleri, “Kıbrıs’ta herhangi bir geleceğiniz yoktur. Gidip Avustralya’da yaşayın... Hiç olmazsa orada evlenme şansınız daha yüksek olur” demişti. Böylece Julie kardeşi Nikos’a yazdı ve o da iki kızkardeşini Melburn’a getirtmek için işlemleri başlattı.
*** “Leymosun’dan gemiyle ayrılırken annemin veda tavsiyesini hiç unutmayacağım. ‘Nasıl göründüğüne ya da ne kadar zengin olduğuna bakarak seçmeyiğn bir adamı... Benim yaptığım aynı hataya düşmeyin... İyi bir kalbi olan bir erkek seçin, fakir olsa da, tek bir gözü olsa da... İyi bir kalbi olan bir erkek seçin” demişti bize...” 6 Şubat 1955’te Julie ve kızkardeşi Andrulla annelerine veda ederek SS Miss Anna Salen adlı bir İsveç gemisine binmişlerdi Avustralya’ya gitmek üzere... “Gemide çok hastalanmıştım” diye hatırlıyor Julie... “Yabancı yiyeceklerin kokusu beni hasta etmişti. O gemide 2 bin kadar yolcu vardı... İkinci sınıf bileti ödemiştik ancak hayvanlar gibi bizi geminin en altına koymuşlardı...” Avustralya’ya seyahat beş hafta sürmüş ve 12 Mart 1955’te Julie ve Andrulla, Melburn’a varmıştı.
*** Mary Hedditch’e annesiyle röportaj yapmamı sağladığı ve resimleri taramama izin verdiği için çok teşekkür ediyorum.
(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
(Devam edecek)