“Aşağı Dikomolu Julie Konikkos’un öyküsü...” (3)

Sevgül Uludağ

Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle, Aşağı Dikomolu Julie Konikkos’un (bekarlık adıyla Julie Konstantinos Meniku) öyküsünü “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” başlıklı internet sayfası için kaleme aldı... Konstantinos Emmanuelle’in yazısını okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik. Aşağı Dikomolu Julie Konikkos’un öyküsü devamla şöyle:

***  Julie, “Kıbrıs’tan ayrıldık çünkü orada bizim için bir gelecek göremiyorduk” diye anlatıyor bana... “6 Şubat 1955’te Leymosun’dan ayrılarak ertesi günü Port Said’e vardık. Port Said’te bir hafta kalmamız gerekiyordu, ta ki Anna Salem adlı gemi gelip bizi alıp Avustralya’ya yola çıkıncaya kadar...” diyor. Julie ve kızkardeşi Andrulla, küçük bir diğer Kıbrıslı grubuyla birlikte İrini adlı bir Kıbrıslırum hanımın sahibi olduğu bir otelde kalacaklardı. Ödedikleri bilet parasına dahildi bu otelde kalma masrafı.

***  “Gün içerisinde Arap tüccarlar bize ‘Galimera Maria” diyordu... “Gelip bir gazete alın... Yiyecek bir şey alın” diyorlardı. Tüm Rum kızlarına Maria diye sesleniyorlardı. Bir gün İskenderiye’ye bile gittik. Çok güzeldi... Yerli halk bize dostça davranıyordu...”

***  Anna Salem gemisinde Julie’nin tahminlerine göre yaklaşık 150 Kıbrıslı ile 700 kadar Yunan vardı. Geriye kalan 900 diğer yolcu ise farklı ülkelerdendi. “İkinci sınıf bileti ödediğimiz halde bizleri her ne hikmetse en alta koymuşlardı. Bizimle birlikte Maria adlı bir kadın vardı ki onun lambasuyuyla çalışan küçük bir ocacığı vardı. Kıbrıs’tan başka bazı kadınlar da kendi tava ve tencerelerini getirdilerdi. Hep beraber kaldık ve geminin alt güvertesinde kendi yemeklerimizi pişirdik. Hastalandığımda yolcular beni üst kattaki güverteye çıkarıyordu, böylece güvertede bir yatak sandaliyesine uzanıp temiz hava alabiliyordum. Ancak güvertedeyken, geminin bacalarından çıkan dumanın isiyle kaplanıyordu yüzüm. O gemide pek çok insan hastalanmıştı. Bu hem deniz tutulmasıydı, hem de verdikleri yiyeceklerdendi... Ben şahsen birkaç kez geminin doktoruna gitmek zorunda kalmıştım. Çok hastalanmıştım. Yemek yiyemiyordum... Bir garson vardı ki geminin yemek odasında elinde bir lengerle beklemedeydi, kim kusacak olursa koşturuyordu yetişmek için. Midemde hiçbir şey duymuyordu. Kızkardeşim bana yalvarıyordu, “Allahasen birşeyler ye Julie, aksi halde seni denize atacaklar...” diyordu. Bir süre sonra gemideki Yunanlılar, gemide verilen yiyecekleri protesto eylemi yaptılar – böylece aralarındaki kalifiye Yunan aşçıların, geminin mutfağında yemek pişirme izni verildi kendilerine. Hatırlarım da bize fasulyelerle çok güzel bir çorba yapmışlardı. Bu çorba iyileşmeme yardımcı olmuştu...”

***  Anna Salem gemisi Fremantle limanına vardığında, onları Avustralya göçmenlik bürosu yetkilileri karşılamış ve onlara aşı kartı gibi tıbbi belgelerini göstermişlerdi. Julie ve kızkardeşi Andrulla, 12 Mart 1955’te Melburn’a vardılar. Geceyarısıydı ve bu nedenle yolcuların gemide kalması ve ertesi günü gemiden inmesi istenmişti... “Kızkardeşimle birlikte erkek kardeşim Nikos’un gelip bizi almasını bekledik. Yavaş yavaş gemi boşalıyor ve insanlar Melburn’da gidecekleri yere doğru yola çıkıyorlardı. Kızkardeşimle birlikte ana yemek odasında akşam saat 5’e kadar bekledik. Kimsecikler gelmemişti bizi aramaya. Ağlamaya başladık. Leymosunlu Kozmas adlı iyi kalpli bir adam bizi ağlarken gördü ve masamıza geldi. “Neden ağlıyorsunuz ki?” dedi bize. “Kardeşiniz buradadır, dışarıda sizi bekliyor...” Gemi son düdüğünü çalmıştı, Melburn limanından ayrılmaya hazırlanıyordu... Tam vaktinde gemiden inebilmiştik...”

***  Nikos ve eşi Nitsa, Julie ve Andrulla’yı karşıladılar gemiden inerken ve onları Melburn varoşlarında St. Albans’taki küçük kulübelerine götürdüler... “Melburn varoşlarına çıktığımızda manzaranın nasıl da dümdüz ve çıplak olması bizi çok şaşırtmıştı. Toprak yolların kenarlarında vahşice büyüyen otlar ve çalılar vardı... Açık alanlara serpiştirilmiş birkaç ev vardı sadece... Kızkardeşime bakıp, “Avustralya bu mu yahu? O kadar yolu geldik, bunun için mi?” demiştim. Avustralya, hiç de düşündüğümüz gibi değildi...”

***  Julie’nin kardeşi Nikos, John Darling un fabrikasında gece vardiyasında çalışmaktaydı. Karısı Nitsa ise bir erkek giyim kumpanyasında çalışıyordu. Nikos ve Nitsa işteyken, Julie’nin onların çocuklarına bakma görevi verilmişti. Andrulla da Nitsa’yla erkek giyim fabrikasında işe gitmişti... “O günlerde kızkardeşimle küçük bir odayı paylaşıyorduk. Tek kişilik bir yatakta yatıyorduk. Benim başım yatağın bir tarafında, onun başı da ayak tarafında... Çok sıkışıktı... Yatağımızı ve şiltemizi Kıbrıs’tan getirmiştik...”

Julie'nin düğün günü...

***  Nihayetinde, birkaç ay sonra Julie, erkek kardeşini ikna etmeyi başardı – o da Nitsa ve kızkardeşi Andrulla gibi o erkek giyim fabrikasında çalışacaktı... Julie o günlerde haftada dört lira kazandığını hatırlıyor. Bu, Lefkoşa’da Diyanellos fabrikasında kazandığı paranın iki misliydi. “O günlerde” diye anlatıyor Julie, “Melburn’da tenekelerde zeytinyağı satın alamazdınız. Yalnızca eczaneler, küçük şişelerde zeytinyağını ilaç olarak kullanılmak üzere satmaktaydı. Herkes yemek pişirmek için inek yağı kullanıyordu. Viktorya Pazarı’nda her Cumartesi alışveriş ediyorduk. Bu da büyük bir işti çünkü bir tren ve bir tramvaya binmek gerekiyordu oraya gitmek için. İnsanlar satın aldıklarını koymak üzere fileler taşıyorlardı... O günlerde henüz trolliler yoktu...”

***  Julie bir kez St. Albans’ta yerleşince, Nikos’un tanıdığı çeşitli arabuluculardan evlilik teklifleri yağmaya başlamıştı... “Önce beni bir Yugoslav adamla tanıştırdılar ki kendisi hiç Rumca konuşamıyordu. Sonra Andreas adlı Yalusa’dan bir Kıbrıslı göçmen vardı. Sonra bir berber vardı ki kendisi Kıbrıslılar Kulübü’nde çalışıyordu ve Yahova’nın Şahitleri’ndendi... Kimsecikler bana ne istediğimi sormuyordu bile! Namzetler, benim hiç bilgim olmadan ansızın beliriveriyordu... Avustralya’ya gelme kararımdan pişmanlık duymaya başlamıştım... Pek çok gece ağlayarak uykuya dalıyordum...”

***  İsmini adlı bir aile dostu Julie’ye acıyarak onu kurtarmaya çalışacaktı. Bir gün sabah erken saatlerde İsmini, Julie’nin yattığı odanın tahta pancurlarını tıklattı... “Julie, beni içeri al” diye bağırdı... “Bir adam tanırım ki sanırım ondan hoşlanacaksın. Sadece bana güven ve bırak onu seninle tanıştırayım...” Julie tereddütteydi – ancak ilk kez birisi ondan izin istiyordu, onay vermesi için. İsmini’ye güvenmeye karar verdi ve önerdiği adamla buluşmayı kabul etti.

***  “Bir Cumartesi günüydü” diye anlatıyor Julie... “Yengem Nitsa giyinip kuşanmamı ve makyaj yapmamı istemişti. Ben de ona, bırak gelsin, beni olduğum gibi görsün. Kimse için kendimi değiştirmeyeceğim demiştim. Kıştı ve çamaşırları ipe sermekteydim. Her yerde su birikintileri ve otlar vardı. Döndüğümde İsmini’nin eşi Theodosi’yi, başka bir adamla birlikte bizim eve doğru geldiğini gördüm. Her ikisi de paçalarını yukarıya doğru çekmişti, çamura bulanmasınlar diye. Kardeşim Nikos işten eve döndü ve hep beraber oturup ciğer ve kolokas yedik. O akşam başka aile dostları da gelmişti. Taliplim Nikos Konikkos’tu ve benden altı yaş büyüktü...”

***  Julie, Nikos’un Baf’ın Peya köyünden varlıklı bir ailden olduğunu öğrenecekti. Kunduracılık eğitimi almıştı, Baf’ta da başarılı bir mağazası vardı ancak macera arayışıyla Kıbrıs’tan ve ailesinden 1949’da ayrılarak buralara gelmişti. “Yemeğe oturduğumuzda hatırlarım da Nikos Konikkos’un bir söylediği beni çok etkilemişti” diye anlatıyor büyük bir gülümsemeyle Julie... “Nikos yemekte, ‘Beş sene önce Avustralya’ya geldim, ne yazık ki yanlış insanlarla takıldım. Kumar ve kağıt oyunlarına başladım.  Bütün paramı her türlü kumara harcadım. Avustralyalı kadınlarla da ilişkilerim oldu. Bir tanesi de evli bir kadındı. Çok şükür bu hareketlerimin yanlışlığını anladım ve herşeyden vazgeçtim. 60 lira biriktirmeyi başardım ve evlenmek isterim. Evleneceğim kız zengin mi, fakir mi, umurumda değil. Bir aile kurmak için onu mümkün olan her şekilde destekleyeceğim’ dediydi... Konuşmasından sonra hatırlarım da masa örtüsünü tutmuştum, gözlerimi kapatmıştım, annemin Leymosun limanındaki sureti karşımdaydı sanki. Kollarını göğsünde bağlamış ve bize, ‘Evlatlarım, güzelce gidiniz. Tanrı sizinle beraber olsun... Beni hatırlayınız. Ben yakışıklı ve zengin bir adamla evlendim. Dokuz çocuğum oldu ama asla mutlu olamadım. Yakışıklı ve zengin bir adam bulmayınız. Bir gözü kör olsa dahi, kalbindeki iyiliğe bakınız...’ demişti... Sonra Nikos Konikkos yemeğini bitirip masadan kalkmış ve bana bakmıştı... ‘Ne dersin Julie? Senden hiç ses yok...’ dedi. Ona baktım, hala annemin sesini duyuyordum ve tek bir sözcük söyledim: ‘Nai’ (“Ne” yani Rumca ‘Evet’)... El sıkıştık ve herkes bizi alkışladı...”

Julie ile Nikos, evlenmeye karar verdikleri günden bir gün sonra, bir aile dostlarıyla birlikte...

***  Nikos’la buluşup onun bu kadar dürüst ve açık konuşmasını görünce, Julie ondan hemen hoşlanmıştı... O günden sonra Nikos, Julie’yi kardeşinin evinde ziyarete gelmeye başlayacaktı... “Hiçbir zaman eli boş gelmiyordu. Her zaman birşeyler getiriyordu. Et, bira, çikolata, bana hediyeler ve hatta yeğenlerim için oyuncaklar... Ta başından çok cömert bir insandı...”

***  Gerçekten de Nikos Konikkos, Julie’nin üzerinde iyi bir izlenim bırakmak istiyordu. Port Melburn’da Standart Motor Kumpanyası’ndaki işinden her gece çıkıp St. Albans’a doğru seyahat edip onu ziyaret ediyordu. Bir gece alnında bir yarayla gelmişti Julie’yi ziyarete... Bir arkadaşı Julie’ye fabrikada bir arabanın kapısının aniden açılıp Nikos’un başına vurduğunu söylemişti ancak Nikos ona gerçeği söyleyecekti.  Geçmişte ilişkiye girdiği evli bir kadın, Nikos’un evlenmek üzere Julie’yle nişanlanmış olduğunu öğrenmiş ve onu bıçaklamaya çalışmıştı...

***  Birbirlerini tanıdıktan üç ay sonra, Julie ve Nikos Konikkos evlenecekti. Bazı aile bireylerinin muhalefetine karşın Julie Nikos’la “siyasi bir evlilik” diye addettiği evliliğe adım atmaya karar vermişti. 2 Kasım 1955’te evliliklerini kayıt altına aldılar. “Nikos’la birlikte yaşamak için acele ediyorduk, bu yüzden Nikay Dairesi’nde evlendik. Bir kez yasal olarak evlenince, St. Albans’da bize arabuluculuk yapmış olan arkadaşımızın evinin arkasındaki sokakta küçük bir bungalov kiraladık...” Bundan dört ay sonra, 6 Şubat 1956’da Julie ve Nikos bir kez daha, bu kez Doğu Melburn Evangelismos Rum Ortodoks Kilisesi’nde evleneceklerdi. Düğün resepsiyonunu ise West Sunshine’daki Castley Hol’de yapacaklardı. Aynı yıl, Temmuz 1956’da Mary adını verecekleri ilk çocukları dünyaya gelecekti...

***  1957 yılında Nikos ve Julie Konikkos, evlerini St. Albans’ta inşa edeceklerdi. Julie’nin anlattığına göre kocası bir gece bir arkadaşıyla birlikte oturarak yaptıracağı evi bir kağıda çizmiş, sonra da bunu bir yapıcıya vermişti. “O günlerde bir mimara ya da özel planlama izinlerine gerek yoktu” diye gülüyor Julie. “O günlerde önce evinizi yapardınız, sonra da konseyden bir müfettiş gelip bunu kontrol eder ve onayını verirdi. Eşim bu araziyi 1956’da 550 liraya satın almıştı... Ben de Kıbrıs’taki malımı satarak ev yaptırmak için gerekli fonlara katkıda bulundum, Nikos’un da biraz birikmiş parası vardı zaten...”

***  Evin inşaatı bitinceye kadar Julie’nin kızı Mary, altı aylık olmuştu... “Kıbrıslı arkadaşlarımız dülgerdi ve evimizin yapmına yardım ettiler. Ahilleas Dimitriu vardı, Pavlidis’in Sofronis vardı, Eliadis’in Kostas vardı... Keresteyi biz satın aldık ve yalnızca emeklerini ödedik. Eve taşındığımızda elektriğimiz ya da suyumuz yoktu. Bunlar daha sonra gelecekti. Hala kira ödüyorduk, artı arazinin ipoteğini de ödüyorduk. İpotek faii yüzde 15 olarak belirlenmişti. Finans şirketinden Bay Jones, her Cuma evimize geliyordu. Sütlü bir kahve içtikten sonra yüzde onbeşlik ödemeyi alıp gidiyordu. Nikos, Standard Motors’da haftada yalnızca sekiz lira kazanıyordu... Bazı haftalar geçinmek için elimizde yalnızca iki lira kalıyordu...”

***  Julie, evin avlusunda uzun kırmızı dilleri olan büyük kertenkeleleri hatırladığında titriyor... “Gelip bebeğim Mary’yi almalarından çok korkuyordum” diyor. Temmuz 1958’de, Julie ve Nikos Konikkos’un Michael adını verecekleri ikinci çocukları dünyaya gelecekti. 1966 yılında Julie, annesinin gelip Avustralya’da kendileriyle kalması için organizasyon yapacaktı... “Annem gelir gelmez, bana orağıyla vurmuş olduğu o günden boynumda iz kalıp kalmadığına bakacaktı... Çok yumuşamıştı, pişmanlık doluydu ve onu affetmemi istemeye başlamıştı...”

***  1967 yılında Nikos, Standard Motor Kumpanyası’ndaki işinden ayrılarak kendine bir van satın almaya ve kendi ekmek dağıtım işini kurmaya karar verecekti. Taze ekmek satın alıyor ve sonra da bunu batı varoşlarındaki yerli müşterilerine dağıtıyordu. Ancak ilk altı ay içerisinde Nikos para kaybetmeye başlamıştı, borçları da artıyordu. Pek çok müşteri, onun iyi kapliliğini istismar ediyor ve ekmek dağıttığı zaman ödeme yapmaktan kaçınıyorlardı. Nikos ise ipotek ve araba kredisini ödemek için uğraşıyordu. Çaresizlik içerisinde yerli kahvehanede kağıt oynamaya başlayacaktı Nikos. Bir kez daha Julie araya girerek, onu kumar oynama dürtüsünden koparıp alacaktı. 1971 yılında Nikos, evlerinin yanında bir “fish and chips” (“balık ve patates”) dükkanı satın alacak ve bunu bir kahvehaneye ve bilardo oyun alanına çevirecekti. “Kahvehaneye Nick’in Billardo Salonu” adını verdik, buraya bir jukebox (“müzik kutusu”) ve langırt makineleri koyduk. Yerli çetelerden birkaç kişi bizi soysa ve terörize etse de, yine de hayatımızı kazanabildik...”

***  Julie’nin annesi Maria, ekmek almaya gittiğinde yolu karşıdan karşıya geçerken bir arabanın ona çarpması sonucu Ağustos 1975’te vefat edecekti. 80 yaşındaydı. Annesi öldükten iki sene sonra, Julie oğlu Michael’la birlikte Kıbrıs’a gidebilecekti... İlk kez kaynanası ve kaynatasıyla yüzyüze görüşecekti... 1983’te ise ilk ve tek defa olmak üzere Julie ve Nikos, Kıbrıs, Yunanistan ve Rusya’ya doğru bir yolculuğa çıkacaktı. Julie bunu gecikmiş balayı olarak addedecekti. Julie ve Nikos nihayetinde kahvehanelerini 1993’te satacak ve Torquay adlı deniz sahilindeki kentte 1994’te emekliye ayrılacaklardı. Ancak bundan sekiz sene sonra Nikos bir kalp krizi geçirerek aniden vefat edecekti. Ölmeden önce Julie’den tüm günahlarını affetmesini isteyecek ve hayatta en çok onu sevdiğini, Julie’nin kendisinin kurtarıcısı olduğunu söyleyecekti.

***  Julie Konstantinu Konikkos, gerçekten de bir Kıbrıslı “survivor”dur – yani hayatta kalmayı başarmış birisidir. Onun hayat hikayesi, her türlü olumsuzluğu yenerek tüm sorunlara karşın hayatta kalmış olan bir kuşak kadının hikayesinin özüdür. Henüz küçük yaşlardan başlayarak Julie hizmet ederek, çocuk işçi olarak çalışarak, aile içi şiddete maruz kalarak ve maddi mücadeleler içerisinde bir hayat sürdürdü. Güçlü iradesi ve kararlılığı sayesinde zorlukları aşarak hayatta kalmayı başardı... Kendine güvenle “Her zaman düşündüğümü söyledim” diye anlatıyor. “Dümdüz söylerim. Kelimelerin arkasına saklanmam. Bu da beni başka insanlar arasında popüler biri yapmaz ancak en azından dürüst olduğumu kendim bilirim...”

Bravo Julie... Senine tanışmak tam bir ayrıcalıktı ve bana ayırdığın zaman ve dürüstlüğün için, bana senin hikayeni anlatmama izin verdiğin için çok teşekkür ederim... Julie’nin kızı Mary Hedditch’e de annesiyle röportajımda bana tüm yardımları ve desteği için ve ayrıca çok değerli aile fotoğraflarını taramama izin verdiği için çok teşekkür ediyorum...

(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).