Ödül AŞIK ÜLKER
Barolar Birliği Başkanı Av. Hasan Esendağlı, artan asayiş sorununa sadece yargının vereceği cezalarla çözüm bulunamayacağını vurgulayarak, devletin bu konuda önlemler alması gerektiğini söyledi.
Yargının da sürekli olarak ağır cezalar vererek şiddeti engelleyebileceği yanılgısı içinde olduğunu kaydeden Av. Esendağlı, suçun önlenmesinin sadece yargı tarafından cezalandırmayla yapılabilecek bir şey olmadığının altını çizdi.
Av. Esendağlı, ülkeye giriş yapan insanların giriş amacı, amaca bağlı olarak bu ülkede kalıp kalmadıklarının denetlenmesi gerektiğini ifade ederek, “Ülkede yasal pozisyonda olan, vatandaş olan veya burada yaşayan insanları, suça yönlendiren hususların neler olduğuna ilişkin sosyolojik, toplumsal, ekonomik tespitler yapılmalı ve ona ilişkin tedbir alınmalı. Asayişi sağlayacak olan yargı veya vereceği cezalar değildir. İstatistik bunu söylüyor, her geçen yıl yargı verdiği cezaları artırıyor, her geçen yıl suç işleme oranı artıyor” diye konuştu.
Soru: Yeniden, üçüncü defa Barolar Birliği Başkanı seçildiniz. Başkan olmanızdan sonra, Barolar Birliği, toplumsal konularda daha görünür oldu. Bundan sonrası için planlarınız nelerdir?
Av. Esendağlı: Barolar Birliği, pek çok konuda fikri sorulan, görüşü alınan, görüşüne değer verilen, öncülük yapan, yönlendirme yapan bir kurum haline geldi. Bu, büyük bir emeğin eseri olarak ortaya çıktı. Baro ekipleri, her konudaki çalışmaları ile örgütü daha görünür kıldı.
Bu, benim üçüncü dönemim olacak. 2018’de, oy çokluğuyla seçimli bir genel kurulda seçildim. 2021’de tek aday olarak girdim, oy birliğiyle seçildim. 2024’te yine tek aday olarak girdim ve oy birliğiyle seçildim. 2018’de, ilk seçildiğim dönemde, Baro Konseyi ve mahalli baro yönetimleriyle birlikte, Barolar Birliği’ni sadece içine kapalı, avukatların meseleleriyle ilgili bir meslek örgütü olmaktan çıkarıp, toplumsal konulara duyarlı, memleketi dert edinen, yasal anlamdaki tüm yükümlülüklerini tam anlamıyla yerine getiren, bu konularda çalışma yapacak bir kuruma dönüştürme niyetimizi beyan etmiştik. Bu konuda, altı senedir ciddi emek sarf eden bir Barolar Birliği var. Toplum içerisindeki kabul edilirliğimizin, itibarımızın, bize olan güvenin yükseldiğini gördük. Diğer meslek örgütleriyle işbirliklerimiz üst seviyeye geldi. Pek çok konuda hükümet, meclis, muhalefet görüşlerimize başvurur, öneri alır, yardım talep eder noktada. Gücü arttığı için, Barolar Birliği, meslektaşlara yönelik talepleri ve çalışmaları da daha fazla yapabilir ve kabul ettirebilir duruma geldi. Barolar Birliği, artık ülkenin en büyük, en güçlü meslek örgütlerinden biri. Önümüzdeki üç yıllık dönemde de, bu çalışmalarımızı artırarak devam ettireceğiz, kurumsallaşma sürecimizi de tamamlayıp, Barolar Birliği’ni bu seviyede devam eden bir kurum olarak, yeni kadrolara devredeceğiz.
İsias davası...
Soru: Barolar Birliği, pek çok konuda ses verdi ama özellikle son dönemde toplumu derinden yaralayan İsias Davası’nda öncü rol oynadı. Yeni duruşma 26 Nisan’da olacak. Hazırlıklar nasıl gidiyor?
Av. Esendağlı: İsias Davası, gerçekten toplumumuzun, ülkemizin bir davasıdır. Herkesin gözünün, kulağının üzerinde olduğu bir davadır, herkesin adaletin tecellisini beklediği bir davadır. Bu davada, Barolar Birliği olarak, ilk günden itibaren etkin bir şekilde üzerimize düşen görevi yerine getiriyoruz. Bu anlamda, toplumun tüm kesimleri elinden gelen desteği vermektedir. Devlet, tüm organlarıyla davanın arkasındadır. Birlikte çalışma grupları oluşturduğumuz, Türkiye Barolar Birliği mensubu meslektaşlarımız ciddi şekilde çalışmaktadır. Bu dava, oldukça geniş katılımlı, büyük bir ekip tarafından, sıkı şekilde takip edilmektedir. Bu işin esas öncülüğünü yapan, bizzat ailelerdir, her sürecin içerisinde ve karar verici pozisyondadırlar. Dava, Ocak ayındaki duruşmalardan sonra 26 Nisan tarihine ertelendi ve 26 Nisan’da, özellikle bilirkişi raporunun tamamlanıp tamamlanmayacağına göre, davanın seyri belli olacak. Bu bilirkişi raporunu çok önemsiyoruz, çünkü Türkiye’deki yargılamalarda bilirkişi raporları hayati önem taşır. Depremde yıkılan bir binanın, gerçekten yıkılmasının sebepleri ciddi anlamda teknik ve mesleki çalışma isteyen bir husustur. Dosya, Gazi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümündeki hocalardan oluşturulmuş bilirkişi heyetine havale edildi. Bilirkişi heyetinin çalışmalarında dikkate alınması gerekecek olan hususları hazırlamak üzere, tüm ekiplerimiz yoğun bir çalışma içerisindedir. Bu anlamda 26 Nisan’daki duruşmaya hazırlanıyoruz. Bilirkişi raporunun o tarihe yetişip yetişmeyeceği ve içeriğinin ne olduğu konusu, davanın akıbetini ciddi bir şekilde etkileyecek.
“İçerik değişecekse, davanın sonunda değişecek”
Soru: Davanın bilinçli taksirden, olası kastta dönmesini bekliyor musunuz?
Av. Esendağlı: Savcılık, iddianamesinde sanıkları bilinçli taksirle itham etmiş durumda. Bizim tüm hazırlığımız, sanıkların olası kasttan mahkum edilmelerine yönelik teknik ve hukuki veriyi mahkemenin önüne koymaktır. İçerik değişecekse, davanın sonunda, mahkemenin kararında değişecek, ön safhalarda değil.
“Akan suçsuz bulundu, beraat etti”
Soru: Akan Kürşat davasını da çok yakından takip ettiniz. Akan Kürşat beraat etti, “bir tanığın ölmüş olması neticesinde beraat etti” şeklinde haberler var. Siz düzenlediğiniz basın toplantısında, ne kuzeydeki, ne de güneydeki yasalara göre ortada bir suç olmadığını söylemiştiniz. Detayları açıklar mısınız?
Av. Esendağlı: Ben, “Akan Kürşat’ın itham edildiği fiillere bakıldığında, bunların ne kuzeyde ne de güneyde suç teşkil etmediği bariz şekilde görülecektir” dedim. Bu konu üzerinden bir takım eleştiriler oldu, yazıları okudum ve söylemleri duydum, “güneyde yasalar var, nasıl suç işlenmedi. Rum mallarını satmak suçtur” gibi. Doğrudur, güneyde yasalar var, o yasalar kuzeydeki Rum mülklerinin satışını suç haline getirdi. Benim söylediğim de, güneydeki yasalara rağmen, Akan’ın işlemiş olduğu bir suç olmadığıydı.
“Akan’ın suçsuzluğunun erken tescilinden rahatsızlık duyanlar olduğunu üzülerek gözlemledik”
Akan, iadeye itiraz etmekten vazgeçti, gönüllü olarak iade edildi. Ciddi bir teminata bağlanmadan serbest bırakılıp, evine gönderildi. Savcılık tarafından, çok kısa süre içerisinde yapılan değerlendirmede de, hakkında bu suçlamaları ispat edebilecek ne tanık, ne şahadet olduğu gerekçesiyle davası geri çekildi. Davanın geri çekilme işlemi de, itham edildikten sonra yapıldığı için, dava beraatla, bir daha açılmamak üzere sonuçlandı. Bununla da kalmadı, hakim Akan hakkındaki teminat kararlarını da iptal etti. Yani hem ispat-ı vücut koşulunu kaldırdı, hem de nakit teminatının iadesine karar verdi. Dava bir daha açılmamak üzere kapandı. Akan suçsuz bulundu, yani beraat etti. Bunların hepsinin altını çiziyorum. Bunları manipüle edenler, sanki de ortada hala daha bir şey varmış, bir dava varmış gibi gösterenler, “tanık ölmeseydi farklı olurdu” gibi göstermeye çalışanları kendi anlayış kabiliyetlerine havale ederim. Nedense, bu sürecin Akan’ın lehine gelişmesinden, Akan’ın suçsuzluğunun erken bir zamanda tescil edilmesinden rahatsızlık duyanlar olduğunu üzülerek gözlemledik. Bunun sebebini bilemiyorum. Benim uzmanlığımı aşan bir konu, ancak çok üzücü.
“‘Tek tanık öldüğü için Akan beraat etti’ şeklindeki iddia haklı bir söylem değil”
Tanığın ölmesi meselesi savcılığın mahkemeye yaptığı beyanda yer aldı. Bu doğrudur. Ama “bu tanık, davanın kilit tanığıydı”, “bu tanık tek tanıktı, “bu tanık ölmeseydi, dava geri çekilmez ve Akan mahkum olurdu” şeklindeki konuşmalar sadece spekülasyondur ve gerçeklerle örtüşmez. Çünkü, savcılığın 23 tanığı vardı. Dosyaya emare olarak koydukları bir sürü satış sözleşmesi vardı. Her şeyden önemlisi, davada müşteki olarak görünen Rum mal sahipleri veya varisleri hayattadır. Eğer savcılık, tüm bunlarla davayı ispat edebileceği kanaatinde olsaydı, davaya devam ederdi. Dolayısıyla, “tek tanık öldüğü için Akan beraat etti” şeklindeki iddia da haklı bir söylem değil. Bunları, bir şüphe bulutu bırakmaya yönelik, spekülatif yaklaşımlar olarak değerlendiriyorum.
“Akan’ın 40 gününe mal olan büyük bir saçmalık”
Bizim davadan önce yaptığımız tespit de, güneyde o dosya kapsamında bir suçu olmadığı, iddia edilen hususların Akan’la ilgili olmadığı noktasındaydı. Ortaya çıkan şey de, savcılığın nihai tespiti de budur. Bu davadaki ithamların, suç unsurlarının Akan’ı bağlayabilecek bir yönü yoktu. Bu, Akan’ın 40 gününe mal olan büyük bir saçmalıktı. İlk günden beri bunu söylüyorduk ama detay veremiyorduk çünkü dava devam ediyordu. Akan’ın bu davayla alakası yoktu. Akan’ın 2004’te tek bir sıfatı vardı, Gary Robb’un sahibi olduğu Aga Development’in sekreteriydi ve bir onay belgesinde ismi geçiyordu. Sekreterin şirketin yönetiminde, mal satışında hiçbir dahili hukuken olamaz. O onay belgesinden yola çıkarak yapılmış bir tutuklama emriydi. Dosyanın içerisinde iddia edilen, Arapköy’deki malların satışıyla ilgili Akan’ın fiili ya da hukuki hiçbir dahli yoktu.
“Akan’ın haksız tutuklanmadan dolayı dava açma hakkı olduğunu düşünüyorum”
Soru: Bu konuda Akan Kürşat mağdur olduğu için dava açabilir mi?
Av. Esendağlı: Haksız tutuklanmasından dolayı dava açma hakkı olduğunu düşünüyorum ama Akan bu yönde bir karar üretmiş değil.
Bir Kıbrıslı Türk, Roma’da ailesiyle tatildeyken, yıllar öncesinden kalma bir tutuklama emriyle tutuklanıyor. Roma’da, koşulları çok kötü olan bir cezaevine konuyor, belirsiz bir süre orada hapsediliyor. Ta ki, olayın ne olduğu ortaya çıksın ve “iadeye itiraz etmiyorum” deyip dönsün, 40 gün boyunca orada tutuklu kalıyor. Döndüğünde, dosyada kendisini suça bağlayacak unsurların olmadığı, konunun eski bir mal satışıyla alakalı mevzu olduğu netleşiyor. Kendisine hafif teminat koşulları konup, öncelikle serbest bırakılıp, evine gönderiliyor. Daha sonra savcılık, dosyada suç unsuru olmadığına kanaat getirip, davasını geri çekiyor. Mahkeme de beraat kararı verip, teminatı iptal ediyor. Süreç budur. Bu süreçten başka bir şey çıkarmaya çalışanların, sürekli olarak bir suçun işlenmiş olduğu veya olabileceğine ilişkin şüphe bulutları ortaya atanların, sürekli olarak “bunun başka türlü ilerleyebileceği” gibi imada bulunanların, bu anlamda Akan’ı töhmet altında bırakmak isteyenlerin gerçekten bunu niye yapmakta olduklarını anlamakta güçlük çekiyorum.
“Yozlaşma”
Soru: Son zamanlarda “sahte, sahteleme” kelimesini çok sık duyar olduk, “sahte belge”, “sahte diploma”, “sahte reçete”... Hukukçu olarak bu süreçleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Av. Esendağlı: Son dönemde ortaya çıkan, sahtelemelerle alakalı olan süreçlerin hiçbiri daha yargısal anlamda tamamlanmış değil. Dolayısıyla, söyleyeceğim hiçbir şey, ne birini suçlu ilan etmek, ne de aklamak anlamına gelmeli. Bu toplumun bir mensubu, bir vatandaş, bir hukukçu, bu konuda etkili bir meslek örgütünün başkanı olarak çok büyük üzüntü içindeyim. İşin sonunda, bunların bu seviyede ortaya çıkması, dillendirilmesi bile, memleketin içinde bulunduğu, en basit ifadeyle, yozlaşmanın ortaya çıkmasıdır. Sistemsizliği, sistemi dolanabilmeyi, kısa yoldan bir yerlere varabilmekle alakalı bir sürü saiki ortaya koyar. Bunların suç teşkil edip etmemesi başka bir şey, bu konuların olgusal anlamda dile getirilmesi, polislik olması vesaire dahi, kendi başına çok kötü. Pek çok alanda, ciddi şekilde, radikal çözümlemelere, düzenlemelere ihtiyacımız olduğu açık. Aksi takdirde bu gidiş, gidiş değil.
“Denetimsizlik, her kötülüğün anası”
Denetimsizlik, her kötülüğün anası. Kağıt üzerinde her sektörle alakalı, her konuyla alakalı denetim mekanizmaları oluşturulmuş durumda. Bu mekanizmalar çalıştırılmalı. İnsanlar, bu yollara bu kadar kolay tevessül etmemeliydi. Artık bir kötülükten, bir iyilik doğsun. Bu vesileyle, sıkı denetlemeler yapılsın. Bu ülkeye bu kadar üniversitenin fazla olduğunu söylemek için çok derin bir inceleme yapmaya gerek yok. Güvensizlik ve itibar anlamında bütün ülkenin zarar göreceği bir noktaya gelindi. Müdahale edilmesi gerekir.
Kelepçe kullanımı...
Soru: Kelepçe kullanımı konusunda değerlendirmeniz nedir?
Av. Esendağlı: Eczacılar ve doktorlarla ilgili polis sürecinin, tamamen, baştan sona hatalı olduğunu düşünüyorum. Çünkü, aylar önce ortaya çıktığı iddia edilen ve tüm dökümanı devletin elinde olan bir süreçti. Tutuklamalar başladıktan sonra, tahkikatın yapılması gibi bir yönteme gittiler. Aylar sürdü ve insanlar mağdur edildi. Dolayısıyla, önce araştırma yapılıp, sonra suçlu olabileceği tespit edilenlerin mahkemeye çıkarılması gibi bir yöntem izleselerdi, daha insani ve daha doğru olurdu. Çok mağduriyet yarattılar. Toplumun nezdinde ilk başta olumsuz, daha sonra üzüntüye dönüşen tepkiler oldu. İnsanlar ciddi mağduriyetler yaşadı. Bazen soruşturmanın yapılması için tutukluluk gereklidir. Ama o meselede gerekli olmadığını tecrübe ederek öğrendik.
Kelepçe tedbrinin, istisnasız bir şekilde uygulanmasının, hiçbir inisiyatif kullanılmadan herkesin kelepçelenmesinin hatalı olduğu açık. Bundan dönülmesi gerekir. Zaten bu olay ortaya çıktıktan sonra, Sayın Başbakan’dan, bu konuda çalışma yapmak üzere davet aldık. Çalışmamızı da tamamlayıp, kendilerine verdik. Kelepçe kullanımı konusunda polisin bir düzenlemesi vardı. Oralara müdahale yapılması ve bunun inisiyatife bağlı olarak ve doğru şekilde kullanılmasını sağlamak gerekir.
İkincisi ve çok vahim olan başka bir şey, öncelikle basının ve daha sonra kendisine basın sıfatını kullanan başka insanların servis ettiği haberlerin alıcısı olan insanların mahkemelerdeki meselelere, neredeyse fetişist seviyede bir alaka göstermesi çok büyük bir sorun. Henüz tahkikat safhasında olan meselelerde insanların peşinen yuhalanacak, taşlanacak, dışlanacak kadar suçlu ilan edilmesi toplumsal olarak gerçekten çözmemiz gereken bir meseledir. Yıllardır, mahkeme haberlerinin daha duyarlı, daha sorumluluk bilinci içerisinde yapılması noktasında çağrılar yaparız. Bu konuda girişim yapmaya çalışırız. Ama artık gerçekten işin içinden çıkılmaz bir noktaya gelinmiştir. Maalesef bunun alıcısı vardır, bunun alıcısı olduğu sürece de, bu servis edilmeye devam ediliyor. Bence bu, yasal düzenlemeye ihtiyaç olan bir alandır. Zanlıların, mahkum edilmemiş insanların, mahkemedeki durumlarıyla alakalı düzenleme yapılması gerekir.
Zahra’daki olaylarda da çocuklar çete üyesi ilan edildi örneğin. Her türlü hakları ihlal edildi, zanlı olarak da, çocuk olarak da, kişi olarak da... Tutuklama yapıldı, yaşları küçük, mahkeme ilerlesin, biraz sabır, biraz saygı...
“Yargı, ağır cezalar vererek şiddeti engelleyebileceği yanılgısı içinde”
Soru: Asayiş sorunu büyüyor. Dava sayıları katlanarak artıyor. Bunun önüne nasıl geçilecek?
Av. Esendağlı: Yargı, sürekli olarak ağır cezalar vererek şiddeti engelleyebileceği yanılgısı içindedir. Bu bir çözüm değildir. Suçun önlenmesi, sadece yargı tarafından cezalandırmayla yapılabilecek bir şey olsaydı, dünyanın hiçbir yerinde suç kalmazdı. Öncelikle devletin alabileceği tedbirler alınmalı. Ülkeye giriş yapan insanların giriş amacı, amaca bağlı olarak bu ülkede kalıp kalmadıkları denetlenmeli, muhaceret denetimleri sıkı şekilde yapılmalı. Sonrasında, ülkede yasal pozisyonda olan, vatandaş olan veya burada yaşayan insanları, suça yönlendiren hususların neler olduğuna ilişkin sosyolojik, toplumsal, ekonomik tespitler yapılmalı ve ona ilişkin tedbir alınmalı.
Asayişi sağlayacak olan yargı veya vereceği cezalar değildir. İstatistik bunu söylüyor, her geçen yıl yargı verdiği cezaları artırıyor, her geçen yıl suç işleme oranı artıyor.
Karma evliliklerden doğan çocukların vatandaşlığı...
Soru: Karma evliliklerden olan çocukların, Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlığı alma konusunda sıkıntıları devam ediyor. Anayasal hak olan bu vatandaşlıklar konusunda bazı kriterler belirlenmiş olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Av. Esendağlı: “Nerede tanıştın, nerede evlendin, çocuk nerede doğdu” gibi kriterlerle insanlar vatandaşlık hakkından mahrum ediliyorlar. Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıs Cumhuriyeti dediğimiz yapıdan tek faydaları, belki de vatandaşlık, kimlik ve pasaportun sağladığı imkanlarken, bu konuda bu kadar isteksiz davranmalarını, eli sıkı davranmalarını politik olarak da, insani olarak da doğru bulmuyorum. Umut ederim, şimdi attıkları adım genişler ve mağduriyetleri geç de olsa giderirler.
“Üç bacaklı bir yapıda, iki bacak sallanıyorsa, diğer bacak da zora girecektir”
Soru: KKTC bir hukuk devleti midir?
Av. Esendağlı: KKTC, anayasasına göre, hukukun üstünlüğüne dayalı bir devlettir yani bir hukuk devletidir. Ama fiiliyatta, tam anlamıyla, bütün unsurlarıyla bir hukuk devleti tanımına uyar mı? Onu söylemek maalesef mümkün değil.
Yargı elinden geldiği kadar sağlam duruyor. Yargı bağımsızlığı bozulmuş değil. Yargı bağımsızlığı bozulmadığı için, diğer unsurlardaki sakatlanmalar ya da nitelik kayıpları bir ölçüde dengelenebiliyor. Ama üç bacaklı bir yapıda, iki bacak sallanıyorsa, diğer bacak da zora girecektir. Bunu söylemek için alim olmaya gerek yok.