Bizim evin hallerinde şu kural vardır...
Yazılı, değil...
Kendiliğinden...
"Evlilik dediğin, bir dayanışmadır aslında ve yürek yolculuğu" dediğimiz günden beri..
Çünkü bir ilşki, iki insanı “kelepçelemez.”
Ne “mülk”tür tapuna kaydettiğin, ne de cebinde taşıdığın cüzdana benzer “yürek”...
***
- Bu akşam sinemaya gidiyorum, denir.
- "İyi seyirler" olur yanıt...
Bu kadar!
Öyle “ama”sı, “acaba”sı, “lakin”i aranmaz...
Bu sorunun da bu yanıtın da “cinsiyet” ayırımı yoktur!
“İyi seyirler” lafı da alay ya da öfkeyle, tepki ya da şüpheyle değildir...
Kimi zaman “bu akşam”ın ardından program değişebilir...
O durumda “iyi eğlenceler” alır lafın yerini...
Bir de insani bilgiler eklenir üzerine, en fazla, “gecikeceğim” gibi...
Sonrasında “nasıl geçti” olur, en fazla soru...
Dibine darı ekilmez!
***
Kimse kimsenin telefonunu almaz eline, bakmaz, ne şifresini bilir ne de şifreye gerek duyulur aslında...
Her telefonun ardından "kimdi, ne istiyor, kiminle konuştun bu kadar saat" soruları sıralanmaz!
***
Biliyorum, pek çoğuna gerçekçi gelmez bu durum...
Kimileri “açık ilişki” derler adına..
Bence, “yalan ihtiyaçsız”dır!
Çok daha samimi...
***
Niye yazıyorum tüm bunları!
Hani gündemde "şiddet" var ya şimdi...
Şiddeti, yalnızca ve sadece tokatla, bıçakla, darpla falan ölçen yaklaşımlar yapıyoruz...
Oysa ülkemdeki en önemli sorun, kanımca, özgürlük alanları giderek sıkıştırılmış en başta kadınlar ama genelde bireylerdir...
Hele kadınlar, sanki hep "izin almak zorunda" yaşarlar...
Hep bir “icazet”e ihtiyaç duyarlar...
“Toplumsal” denen sınırlar, barikata dönüşür hayatlarında...
Ve işte asıl işkence burada başlar...
Hayat onu gözlerinden öptü
20 sene evvel...
Belki daha fazla...
“Sana o gün hayran kalmıştım” der, Özgül... Hep anlatır bunu...
Doğrusu tam hatırlamam bile...
- “Hani gazetede birisi öpüşürken yakalanmış diye, işten atılacaktı... Sen ve Serhat (İncirli) hepimizi topladınız ve kıyameti koparttınız... İsyan ettiniz... Engellediniz...”
O zaman KIBRIS gazetesi tam bir imparatorluk...
Girmediği ev, köy, köşe, bucak, kahve yok!
Tek manşetine titriyor bakanlar, siyasetin yönü değişiyor, her gün gündemi belirliyor.
Genç bir kadrosu var, çok dinamik ve birbirine kenetli...
Eski günler...
***
İnsan, yıllarca görür birini, konuşur, izler, hayatın belirli alanlarını paylaşır da hiç tanımaz bazen...
Meğer böyleymiş...
Sevgili Can İpcioğlu’nun röportajını okurken bunları hissetim, geçtiğimiz hafta..
Gözlerim nemlendi, duygulandım, Can’la gururlandım.
O, az konuşurdu, gizemliydi, içine kapalıydı...
Ama fiziği gibi farklıydı genelde, duruşu ve bakışı...
Kendini anlatmazdı, durgundu...
***
Gizem Özgeç'in KIBRIS gazetesinde yayınlanan röportajında anlatıyor, öğretmen ve spor yazarı kimliği ile tanıdığımız Can, içinde sakladığı ‘Can’ı...
Henüz emeklemeden annesiz, babasız kaldığı bir hayatın öyküsünü...
Annesi İngiliz, Elizabeth… Daha üç aylıkken kaybetmiş... Babası "kaybolmuş" Kıbrıs trajedisi içinde, henüz 6 aylıkken...
“Hiç bilmediğin bir şeyi özlemek” gibi diyor, anababasına özlemini anlatırken.
Beni asıl etkileyen, 'kayıp' bir babanın evladı olarak, Kıbrıs'a dair söyledikleri...
....
"Ben bu adaya yeniden barışın gelmesini hep istedim. Kolay olmaz belki ama ben çözüm olsun isteyenlerdenim. Olası bir savaş benim gibi başka çocukları da öksüz bırakabilir. Kıbrıslı Rumlara gelince… Onlardan asla nefret etmedim. Savaşta her şey olur. Evet, keşke yaşanmasaydı… Ancak büyürken daha da kötülük yaşatanlar oldu. Şimdi karşıma bir adam getirseler ve “babanı bu öldürdü” deseler... Hiçbir şey hissetmem… Savaşta bazıları ölecek… Kıbrıs sorununu sadece Kıbrıslı Türkler ve Rumlar çözemez. Sadece halklar isteseydi belki çözülürdü. Birlikte yaşama gelince benim için fark etmiyor. Ben herkese insan gözüyle bakan biriyim... Yeter ki kimse kimseye dokunmasın. Ve soruyorum… Acaba kuzeyde şimdiki ortam daha mı emniyetlidir? Ne kadar özgür yaşardık eskiden… Şimdi korkarak yaşar olduk. Korkuyoruz… Tek tehlike güney değil bizim için. Daha büyük sorunlar var."
***
Sevgili Can, epey oldu görüşmeyeli...
Kucak dolusu selam gönderiyorum sana... Şimdi çok daha iyi anlıyorum, o derin bakışlarını...
***
20 sene evvel, seni ‘öpüştün’ diye yargılayanlar var ya!
Hayat onları gözlerinden öpmedi sanırım...
Sen, hoyrat rüzgarlar içerken!
----------------------------
H A F T A N I N N O T Ç U K L A R I
-LEFKOŞA Devlet Hastanesi önünde park düzenlemesi çok yerinde olmuş. Böylesi yaratıcı, pratik çözümler önemli. Teşekkürler...
- ‘DAHA UMUTLU ve ÇAĞDAŞ BİR ÜLKE İÇİN NE YAPMALIYIZ?
Fatoş Avcısoyu Ruso diyor ki:
“Devletle sendikalar eğitimde bilinç ve farkındalık konusunda ivedi bir şekilde çalışma hazırlamalı... Toplumsal bilinç sanatla birleştirilmeli”
-“Polisi daha fazla sokakta görmek istiyoruz” diyor ya pek çok insan... Polis de “daha çok polis” istiyor!
- “Mecburi askerlik” yerine, gençlerimizi ‘denetim’ alanlarında değerlendirsek.
Bir Yıl:
Sivil Toplumsal Görev!
Gıda denetimlerinde, iş güvenliğinde, trafikte, çevrede... 2 aylık bir eğitim sonrası, en fazla ihtiyaç duyduğumuz alanlarda...
Vatanın ihtiyacı bu!
Navtex
NAVTEX ‘le güç gösterisi yapıyorlar...
‘Benim babam seninkini döver’ efelenmesi bu!
HOROZ dövüşü!
Ve bu ‘dövüşü’ yapanlar, sokakta yüzleşmiyorlar...
Ne ‘dün’e dair anıları var, ne de gaileleri ‘yarın’a ait..
“Bela” arıyorlar karşılıklı... Ve biz öleceğiz, onlar böbürlenecekler...