Bazen düşünmeden edemiyorum; keşke Uluslararası İlişkiler okumasaydım ya da en azından akademik olarak Kıbrıs sorunu çalışmasaydım diye. Bunun da üzerine, içine doğup büyüdüğüm bir sorunu mesleki anlamda da hayatımın merkezine koymasaydım keşke. Bir an geliyor ve öyle bir bunalıyorsunuz ki, içine hapsolduğunuz cendereden kendinizi çekip çıkarmak istiyorsunuz, ama yapamıyorsunuz. Çünkü içinde yaşadığınız sorun da yıllarca okuduğunuz ve sonra yıllarca mesleki olarak çalıştığınız sorun da aynı. Bundan kaçışınız yok gibi, ‘Aman bana ne, ben işime bakayım’ veya ‘Napalım, Kıbrıs sorunu devam ediyor ama ben şimdilik bunu bir kenara koyayım da gündelik hayatla ilgili sorunlarıma eğileyim, işimle, evimle ilgileneyim’ diyemiyorsunuz.
Medyascope’ta Ruşen Çakır’ın, Türkiye’deki ekonomi yönetiminin ülkeyi sürüklediği darboğaza ve derinleşen krize yönelik ekonomistlerin yaşadığı çaresizlikten dem vurduğu ‘iyi ki ekonomist olmamışım’ başlıklı video analizini dinlerken fark ettim ki mevcut siyasi anlayış ve politikalar nedeniyle ne okursanız okuyun, ne olursanız olsun, bir şey değişmiyor.
Kendinizi sürekli birtakım temel sorunların tam göbeğinde, bir sorunlar yumağının sarmalında buluyorsunuz ve bu böyle gittiği sürece de bulmaya devam edeceğinizi biliyorsunuz.
Nitekim Dışişleri Bakanlığı hellimin coğrafi işaret tesciliyle ilgili bir açıklama yapmış, bu meselenin çözülememesinin sebebi olarak Kıbrıs’taki statü sorununu ve AB’nin Kıbrıs Türk tarafının eşit egemenliğini, yani KKTC’yi tanımamasını göstermiş. Yani aslında Kıbrıslı Türk üreticilerin hellimi AB nezdinde tescil edememelerini engelleyenin kendi izledikleri dışlayıcı ve ayrılıkçı politikalar olduğunu ortaya koymuş.
Siz eğer kuzeydeki hellim üretiminin coğrafi tescil için denetlemesini yapmakla yetkilendirilen uluslararası denetim kurumuna izin vermez ve AB’nin önüne, önce bizi tanıyın, sonra gelip denetleme yapabilirsiniz derseniz, hellim tescilini elbette ki çözülemez bir duruma sürüklersiniz. Bu anlayışla sadece hellim meselesi mi çıkmaza sürüklenir? Hayır, bugün AB ve BM ile ilgili her alanda, her teknik ve gündelik konuda sıkıntı ve çözümsüzlükle karşı karşıya kalmamıza neden olur.
Bu durum beni uzun yıllardır kafamı kurcalayan ve birileri “Boş verin Kıbrıs sorununu, zaten çözüleceği yok, biz gündelik hayattaki esas sorunlarımızla uğraşalım” dediğinde tüylerimi diken diken yapan o noktaya getirdi yine.
Kıbrıs sorunu, her şeyden bağımsız, halkın gündelik sorunlarından soyutlayabileceğimiz ve alıp bir kenara koyabileceğimiz bir ‘üst sorun’ mu yoksa aslında her şeyin merkezinde, gündelik sorunlarımızın tam da müsebbibi, geleceği inşa etmemizin önünü açacak bir ‘ana sorun’ mu?
Benim buna vereceğim cevap bellidir. Dolayısıyla, ne kişisel olarak kendimi içinden çekip çıkarabileceğim, ne de toplumsal olarak ‘şimdilik bir köşede dursun, biz gündelik dertlerimize odaklanalım’ diyebileceğim bir sorundur.
Hepimiz adına üzgünüm ama Kıbrıs sorunu bu toplumun, bu adanın ve bu coğrafyanın asli sorunudur. Kıbrıs sorunu çözülmedikçe, ne tam anlamıyla diğer sorunlarımız çözülebilir, ne de geleceği tahayyül edebilecek bir durumda olabiliriz.
Bunu, elbette, Kıbrıs sorunu çözülmediği sürece hiçbir şey yapamayız, siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan toplumsal gelişim ve ilerleme gösteremeyiz anlamında söylemiyorum. Hatta, tam tersine, elimizden geleni ardımıza koymadan, siyasi bir toplumsal varlık olarak kendi kaderimizi kendi elimize almamız ve bu uğurda üst düzey bir çaba ortaya koymamız gerektiğini düşünüyorum. Ama Kıbrıs sorununu alıp ‘günü geldiğinde’ indireceğimiz tozlu bir rafa yerleştirerek değil, gündelik sorunlarla birlikte geleceği nasıl inşa edebileceğimizi ortaklaştırarak bunu yapabiliriz ancak. Yani ana meselemizin ekseninden kaymadan, onun çözümüne yönelik çabalardan taviz vermeden… Ve bugün hem Türkiye’nin hem de bizim adanın kuzeyindekiler olarak içinde bulunduğumuz durumdan ders çıkararak; istikrar, refah ve barış odaklı anlayış ve politikaları merkeze almaktan başka yürüyecek yolumuz olmadığını kavrayarak yapabiliriz ancak. Yine bir seçim sath-ı mailine girdiğimiz bu günlerde üzerine düşünmemiz gereken temel bir mesele…