Fatoş Avcısoyu Ruso
Venedik yolunda trenin penceresine başını yaslamış “Yasak Sevişmek” ten dizeler mırıldanıyor bir şair; yorgunluk çizgileri birikmiş alnından, parmaklarıma bir aşk şiiri gibi damlıyor şehir...
“bir katedral koparıp ortaçağ bulutlarından
yığdılar çan sesleriyle san marco meydanı’na
rüzgar susar susmaz pencereleri açtım
soluk yeşil bir balıkçıl sokuldu yanıma
dedim uyandın mı dedi çok üşüyorum
...
dedim uzay ıslıkları yıldızların arasından
dedi vapur yanaşmış sabah karanlığına
dedim bu monteverdi venedik saraylarından
dedi tut ellerimi sakın bırakma
dedim korkuyor musun dedi çok üşüyorum”
Attila İlhan
Şehrin en hüzünlü yerinden “Ah’lar Köprüsü”nden savuruyorum, kuytularıma biriken terk edilmiş şiiri... İngiliz şair Lord Byron, 19. yy’da bu ismi vermiş köprüye... Mahkumların bu masal şehrine son bir kez bakıp iç geçirdikleri bir köprü Ponte dei Sospiri...
Gözlerine yerleşen soruya “ah”tan başka verecek cevabım yok romantik şairin: “Yarım kalan bir aşkın üzeri örtülür mü hiç aşk şehriyle?”
Daracık kanalları birbirine bağlayan sayısız köprülerden geçiyoruz, İtalyanca şarkıların mırıldanıldığı, köpüklü şampanyaların yudumlandığı maskeli gondol hikayelerini biriktiren kanallardan... Büyük Kanal üzerindeki ünlü Rialto Köprüsü’nden geçerken aşkın son kırıntılarını da savuruyorum sulara...
MEYDAN VE TARİH
Tarihe tanıklık eden meydandayız Byron’la, San Marco... Yıllar önce Kıbrıslı tüccarların armağan ettiği güvercinlerin arasından geçiyoruz, usulca... Procuratie Nuove, Procuratie Vechie, Ala Napoleonica, Dükler Sarayı ve Çan Kulesi’yle çevrili meydanın en ihtişamlı yeri Bizans mimarisinin görkemini yansıtan San Marco Bazilikası ya da diğer adıyla “Altın Kilise”.
“Göğün mavisine mutlaka dokunmalısın!” diyor şair, yeni bir şiir yazar gibi, heyecanla... Aziz Mark’ın Çan Kulesi’nde Venedik'in dişi temsilcisi Justice, yürüyen aslan figürleri ve baş melek Gabriel (Cebrail)’in arasından seyre dalıyorum bu büyüleyici şehri... Aşk, adını savurduğum bütün sokakları giyinip giriyor içime yine... İçimdeki şehre... Eliyle karşı tarafı, Büyük Kanal’ın geçtiği Dorsoduro’yu gösteriyor Lord Byron; içimin sokaklarından çekip alıyor beni yine: “Santa Maria della Salute Bazilikası’nı, Dogane di Mare ve Galleria dell’Accademia’yı ağırlayan kanallar, Venedik’in belki de en güzel yerleri!” diyor, tebessümle...
ŞARAP VE SANAT
Şehrin en eski mekanlarından birine Cafe Florian’a gidiyoruz, birer kadeh şarap eşlik ediyor son sözlere... Şiirin, müziğin, resmin, heykelin konuşulduğu cafe sarıp sarmalıyor ruhumuzu... Yıllar öncesinden gelen bir şair oluyorum ben de, belki de bir kıyıdan parmak uçlarına yıldız üflediği gizli aşkı Byron’un...
gözyaşını gördüm
iri, saydam gözyaşını
o mavi gözden akan
ve sonra düştüğünü gördüm
menekşe çiğ tanesinin
gülücüğü
safirin ışığını gördüm
senin yanında soldu
güçlü ışınlarla dolu bakışının
yeri doldurulamadı
Lord Byron
Güneş, en güzel kızıllığıyla aya uzatırken şehri, ayrılıyorum Venedik’ten... Martı seslerine, kanat çırpışlarına yazıyorum veda şiirimi... Beni hissettiğini anlıyorum Lord Byron’un, gözlerine yerleşen, bir kitabın son sayfasını okurkenki hüzünden...
yağmur sularına
karışmadan
kuytularıma biriken
sesin
sokaklara
savuruyorum
adını
kışla el birliği
yapıyor
ayrılıkları
eski bir lügate
saklayan şehir
önce
sesine
sonra
adına
düşüyor
saçlarımda
biriken
yağmur
HOŞÇA KAL...