Hayatta favorilerime bir türlü karar verememişimdir. “En sevdiğiniz nokta nokta nedir?” soruları karşısında hep afallarım. Belki de haz etmediğim şu insanı geren “en” kelimesidir diye düşünüyorum şimdilerde. Sanki birini söylersem ötekinin kalbi kırılacakmış gibi gelir hep. Bu “en sevdiğim” konusunda hiç tereddüt etmeden cevap verebileceğim tek durum kişi bazında oğlum Hazar’dır herhalde. O da biricik olduğu için öyledir kuşkusuz. İnsan kalbini çok sayıdaki çocukları için sonsuz sevgilerle doldurabilir belki de… Sofi’nin seçimi imkânsız bir seçimdir.
Aşk ise bu “en” durumlarının doruk halidir. Şu an en çok yanında olmasını istediğin, en eşsiz, en değerli halleri… Aşkın zalim yanını oluşturan budur belki de… Yeri başka hiçbir şeyle, hiç kimseyle doldurulamayacak bir şeydir aşk. Öznesi kimse ona karşı taşıp durma, onun dışındaki her şeyi daha önemsiz kılma halidir. Zalimdir aşk, iç kemirgenidir, huzur kadar huzursuzluk, ışık kadar karanlıktır da… Kazanma sevinciyle kaybetme korkusunun yaptığı çılgın bir danstır. Gülüşlerin her an gözyaşına dönüşebilme potansiyelidir. En yükseklere tırmanmışken en diplere yuvarlanabilme ihtimalidir. Belki de bu sonsuz gerilimler halidir onu böylesine özel kılan. Her an uçup gidebileceği korkusundan sımsıkı sarılırız ona…
Çoğu insan verdiği acılardan ötürü tırsmıştır aşktan… Kapılarını kapatmıştır ona… Aşka eğilimli insanları bir çeşit mazoşistler, meczuplar olarak görürler. Aşk hayatın çeşitli alanlarını dalga dalga etkileyebilecek büyük bir hikâyedir çünkü… Dengeleri altüst edecek tehlikeli bir alana girme halidir.
Tahmin ettiğiniz gibi aşkın aslında pek de olmadığı biçimiyle gündeme geldiği “Sevgililer Günü” bana bu yazıyı yazdıran. Yeni yetme yıllarımda Lefkoşa Saray Önü’ndeki Hazım Remzi’nin dükkanından satın aldığım İngilizce dergilerden öğrendiğim bir şeydi öncelikle “Valentine’s Day”. Ben bunu biraz da gizli bir aşkı itiraf etme fırsatının bulunduğu bir gün olarak algılamıştım. “Be my Valentine” durumu yani. Birilerine kart gönderip bunu itiraf edebilirdin mesela. Şimdilerde daha çok da kuyumcular ve çiçekçiler bayramına dönüşmüş bir kapitalist tercümesi söz konusu.
Cümleten heyecan yaşama günlerinden biri bu… Global bir paylaşım durumu var şimdilerde. Git gide daha da banalleştiği, popüler kültürün daniskası haline geldiği için entelektüel kesim burun kıvırıyor artık.
Aslında Şuera takımının başka bir Sevgililer Günü var. Nam-ı diğer Bloomsday. Bu gün adını James Joyce’un Ulysses adlı romanının kahramanından alıyor. Romanda 16 Haziran 1904 gününe yayılan olaylar her yıl Haziran’ın 16’sında Dublin ve başka yerlerde Ulysses okumaları ile anılıyor. Joyce’un bu tarihi seçmiş olmasının nedeni ise karısı Nora ile ilk çıktığı gün olması. İşte bu nedenle şair-yazarlar için bir çeşit Sevgililer Günü kabul edilmiş 16 Haziran. Sylvia Plath ve Ted Hughes özellikle bu gün evlenmişler mesela.
Bir kez 107 Avrupalı yazarla katıldığım Literature Express etkinliğinde tanık olmuştum bir Bloomsday kutlmasına… Avrupa Parlamentosuna yaptığımız ziyarette bir İrlandalı parlamanter Bloomsday’e özgü bir James Joyce şapkası giyip bize Ulysses okuması yapmıştı. Hep hayalimdir Dublin’de bir kutlamaya gitmek. Bunu yapan Hakkı Yücel’i kıskanmışımdır.
Sevgililer Günü gibi özel günlerin enerjisi, ritüelleri eskiden epey gererdi beni… Şimdilerde çok da umurumda değil. Bugün özel bir gün kabul ediliyor ve isteyen kutluyor istemeyen kutlamıyor. Sevgilisi olmayanın bugün özellikle içi buruluyor. Olan ise kutlama ve hediye beklentisi içinde bir gerilim yaşıyor. Kimileri ise günü vesile edip kendine bir mutluluk yaratabiliyor.
Şairler ve şiirin aşkla olan özel bağlantısından ötürü bir Sevgililer Günü yazısı yazmayı biraz da görev adettim kendime… Ve yazının sonunda işte size aşka dair birkaç dizem:
MUCİZE
Kalabalık mı kalabalıktı dünya
ama ben seni sevdim
KANIT
Gözlerime bak
Başka kanıt mı istiyorsun
AŞK MEKTUBU
Bir aşk mektubuydun sen
Kederden kendini yakan