Feminist Atölye (FEMA)
feministatolye2016@gmail.com
Sevgili aşk böcekleri, bir durun. Biliyoruz, yoğun baskı altındasınız. Etrafınız büyüklü küçüklü pembe kalpler ile çevrildi. Alabildiğine kırmızı vitrinler sizi çağırıp duruyor. Yılın kimin daha romantik olduğunu gösterme zamanındayız. Tam da beklenildiği gibi, düşünmeden, hiç duraksamadan, sermaye dünyasının para kazanması için sunulan "romantik çiftler" etiketleri altında yaşamımızı devam ettirdiğimiz fazlaca neoliberal zamanlardayız. Sormadan, sorgulamadan, yanıtları beklemeden yaşayıp giderken, işte sisteme hizmet eden büyük günlerden bir tanesi yine kapıda… Sevgililer Günü!!!
Peki, bu sevgililer günü gerçekten partnerimize verdiğimiz değeri ölçebiliyor mu? Bir gerçek varsa, o da sevginin bir gün olmadığı, para ile satın alınamadığı gibi dünya üzerinde, her gün üç kadının erkekler tarafından öldürüldüğü. Yapılan araştırmalar kadınları öldüren şiddetin çoğu zaman tanıdığı hatta romantik ilişki içinde olduğu kişiden geldiğini gösteriyor. Erkeklerin sevgisinin, 14 Şubat'ta ne hediye getireceği bilinmese de bugün hala şiddet barındırdığı açıktır.
Kadın cinayetlerinin durduğu, kadına şiddetin yaşanmadığı bir dünya için isyan edip, mücadele edenler olarak, günü gelmişken aşka dair iki kelam etmekte fayda görüyoruz.
O halde;
Aşk, ille de tek eşli, heteroseksüel ve evlilik kurumuna bağlı değildir.
Aşk, kıskanmak ya da herhangi bir şekilde tarafların özgürlüğünü kısıtlamak da değildir. Bir çıkar ilişkisi olmadığı gibi paylaşım içermeden de var olması düşünülemez.
Aşk, tarafların tümü bu ilişkiyi arzuluyorsa olasıdır. Zorla aşk olmaz.
Karşılıklı ilgi ve anlayış, aşkın gereksinimlerindendir. Çünkü aşk hiyerarşik değildir. Aşkta tahakküme yer yoktur. Özenlidir, saygılıdır, adaletidir ve eşitlikçidir.
Aşk illa ki sonsuz değildir ve taraflardan herhangi biri bu duruma hazır olmasa da diğeri istediği zaman gitme hakkına sahiptir.
Aşk, aşkına kıyamaz. Üzülmesine, canının yanmasına göz yumamaz, bizzat kendi eliyle bunu yapmaz, Şiddetle var olamaz, içinde barındırmaz.
Kimse, birinin aşkına karşılık vermediği için suçlu addedilmez. Bu taraflardan hiç birinin suçu değildir. Aksi iddia edilemez, kimse bunun bedelini ödemeye ya da baskı ve tehdit ile tarafı olmaya zorlanamaz.
Aşk, aşağılamaz, hor görmez, küçük düşürmez. Taraflar birbirinden farklı olduğu gibi, farklı ilgi alanlarına, farklı yaşam şekillerine, farklı zevklere sahip olabilirler. Aşk, kimin daha iyi olduğuna karar vermez.
Aşk, tutku ister, kimyasal olarak tepkime verir. Ancak, tarafların bedeni sadece kendilerine aittir. Çünkü aşk bir mülkiyet ilişkisi değildir. Herkes kendi bedeni üzerinde karar verme hakkının değişmez tek sahibidir. Âşık olmak bu durumu değiştirmez. Zaten ele geçirme, sahiplenme, zorlama, kontrol etme gibi cinsel, psikolojik, ekonomik ve fiziksel şiddet uygulamak aşk değildir.
Aşk, kör etmez, cinnet geçirtmez.
Aşk, kimseyi değiştirmez. Âşık olmak, içinde bulunan âşıkları kendi benliklerinden ayırıp biz yapmaz.
Aşk bir elmanın iki yarısı değil, kol kola yürüyen iki elma olmaktır.
Beğenmeyen her daim serbestçe gitme Hakkı'na sahiptir ama değiştirme hakkına sahip değildir.
Aşk, âşık olunanı zamanla yok saydırmayacağı gibi üzerinde var olan baskı ve toplumsal yükleri görmezden gelip tek taraflı beklentilere sebebiyet vermez. Ortada, sürekli sistemden yararlanan, sahip olduğu "iktidar" dan vazgeçmeyen bir taraf varsa o aşk değil, çıkar ilişkisidir.
Aşkta, hiçbir şey böyle gelmiş, böyle gitmez. O sebeple âşık, "biz böyle öğrendik", "Dünyanın kuralı bu", "elimden geleni yapıyorum", "yardım ediyorum ya", "bir daha yapmayacağım çok sinirliydim/yorgundum/gergindim" deme hakkına sahip değildir.
Aşk, kırılgandır, erken yaralanır ve unutmaz. Bir kere darbe alırsa ve bu darbe adaletin yara aldığı, eşitliğin kanatıldığı yerden gelirse bunu mutlaka yineler.
Aşk, açıklarını ve yırtıklarını kapatan bir yama değildir.
Aşkı metalaştıran, satın alınabileceğine inandıran, kapitalist sistemle kol kola giren ataerkine inat aşk, eşitliktir, özgürlüktür, örgütlenmektir!!!!
----------------------------------------------------------------------------------------
Feminuslu Zekiye:
Tüm beyin hücreciklerini kafa yerine kendinde toplayan penisler
Dün teleskopumu alıp dünyaya bakıverdim yine. Beyin hücreciklerini kafa yerine kendinde toplayan penisler çarptı gözüme. Dünyada çokça bulunan bu penisler, tüm kadınların kendilerine cinsel hizmet vermek için doğduklarına inanırlar. İşte sadece bu tip penislerin sahip olduğu ünlü "bu bana kesin verir" hissi de, tam olarak doğuştan olduklarına inandıkları bu hizmet ile bire bir alakalıdır. Kadınların cinsel obje olarak dünyaya geldiğine inana bu zatlara rağmen, (aklınız karışmasın lütfen) cinsellik, sadece erkeğin hakkıdır ve öyle de kalmalıdır. Velâkin, “güçlü ve kuvvetli olan” erkek olduğundan cinsellikte erkek “alır-verir”. Lafı olmaz, kadın ise sadece “verir”. Erkek dünyalılar için kadınlardan anası- bacısı dışında kalanların tümü onlar için birer cinsel objedir ve her kadın erkeğe her an “vermeye” hazırdır. Ana ve bacı ise pek bi kutsaldır asla “vermez”. Çok gerekliyse; mayoz bölünür, kuluçkaya yatar, bir şekilde ürer, ama hayatta “vermez”. Penis, hasbelkader bu cinsel objelerden biri ile evlenme lütfünü gösterirse, bünyesinde barınan beyin hücrecikleri hemen ona, seks yanında ölene dek günlük ihtiyaçları doğrultusunda karşılıksız hizmet kazandığını da söyler. Ama nedense evliliği de kadına sunulan bir lütuf olarak görür. Lütuf diyorum, çünkü teleskopumla gördüğüm kadarıyla erkeğe göre, kendilerinin bizzat evlilik denen müessesenin tek söz sahibi, ailenin direği, evin Paşa'sı olmaları genellikle kabul görülmesine, neredeyse bahse konu müessesenin tüm semerelerini tek başlarına yararlanıyor olmalarına inat, evliliği sadece kadınlar ister ve bütün hayatlarında bir tek bunu düşler. Çünkü kadınlar için kendi varlıklarından vazgeçip bir ömür boyu işten alelacele çıkıp bulaşık yıkayıp, yemek pişirip, hiç durmadan bir o yana bir bu yana koşturmak, yorgunluktan nefes alamamak, çocuk ya da çocuklar dünyaya getirip, yedi yirmi dört aile efradını içirip, sıçtırıp, temizlemek büyük hobidir. Hele de tüm bu görevlerini yerine getirirken, sözü geçen evdeki Paşa, yüzüne bile bakmayan, çam ağacından iri bir direkse de bu evlilik masalı, dünyalı kadınlar için tadından yenmez. Bunu düşünmeden edemez.
Neyse konumuza dönecek olursak, teleskopumla seyreylediklerimin yanında, bu beyin hücreciklerini sadece kendinde toplayan penislerden birinin, tüm bir dünya günü boyunca sesli aktarmadığı düşüncelerinden duyduklarımı aktarmak istiyorum. Bir dünya gününde, ünlü beyin penis uyanır ve diğer tüm dünyalılar gibi işe gider. İşte her şeyi o anda başlar. İş arkadaşı olan kadın gülümseyerek günaydın der. Penis hemen o anda anlar bu kadın ona “verir”. İlerleyen saatler de eteği kısa olan kadın, penise “size bir şey sorabilir miyim?” der. Tabii penis yine anlar bu kadın da ona “verir”. Öğlen yemeği için bir şeyler almaya markete gider. Domates seçmekte olan kadına doğru eğilir “taze mi ?” der. Kadın “şimdi gelmişler” der. Sonuç olarak penis anlar, tabii ki bu kadın ona “hemen verir”. Karşıda hıyar seçen kadın mı?! Hadi canım siz de, o zaten “hayda hayda verir”. Arabaya doğru giderken, elinde külahta dondurma olan kadın ise, “çoktan verir” hatta “vermiş dahi olabilir”. Kırmızı ışıkta yanındaki arabada duran, bir saniye yanlışlıkla göz göze geldiği kadın elbette, (hepimiz de artık biliyoruz) “ tabii ki verir”. Sosyalleşmek için girdiği meşhur boklu sitede profil resmini beğenen kadın mı, o zaten “illa ki verir”. Aslında gün içinde vermeyen kadına rastlamaz. Eve gelir televizyonu açar ve ekranda gördüğü kadın için bir düşünür. Ve biliyordur ki karşılaşsalar, dayanamaz O da “yüzde yüz verir”. Kadınlar ona mutlaka, her zaman, her şartta “verir”. Ertesi gün iş olduğunu hatırlar ve tek başına soğuk yatağına girerken aklına gelir; lisedeki sıra arkadaşı var ya, şimdi yanında olsa hiç durmaz, hemen “verir”.