AŞKI DÜŞÜNMEK

Aşıklar bu süreçte pek çok cefa çekerek, her an kendilerini aşarak aşkın ve özgün bireylere dönüşürler. Aşk insanın kendini bulmasıdır. Yani; aşıkların aşkın tanıklığında kendilerini yıkarak yeniden inşa etmesidir

Özlem Onar
onarözlem@gmail.com

Aşk nedir? Aşk gerçekte var mıdır? Yoksa aşk bir yanılsama mıdır? Ontolojik olarak, aşk sadece hormonlara bağlı bir olgudur, diyebilir miyiz? Kültür ile aşkın etkileşimi mümkün müdür? Daha açık bir deyişle aşk, kültürün bize sonradan kazandırdığı bir durum mudur? Aşkın ulvi veya ilahi bir yönü var mıdır?  Aşk, insanı deli divane yapar mı? Aşk bir tutsaklık mıdır? Belki de aşk bir özgürlüktür, ne dersiniz? Bu soruların dışında, aşkla ilgili yüzlerce soru sormanız mümkündür. Peki, bizler günlük koşuşturmalarımız içerisinde aşkı hak ettiği kadar düşünüyor muyuz? Bu yazımda aşkı tanımlamaya, aşkın; insanla, toplumla, düşüncelerimizle ve değerlerimizle ilişkisini ele almaya çalışırken, bir nebze de olsa felsefede aşka olan yaklaşımlara değineceğim. Aşkı düşünmenin; insanları, toplumları dolayısıyla da dünyayı sevgi tomurcuklarıyla donatıp, çok daha insancıl, barışçıl ve özgür kılacağını düşünüyorum.  

Vatan aşkı, sanat aşkı, doğa aşkı, meslek aşkı gibi pek çok aşktan söz edebiliriz. Felsefenin de temelde var olma nedeni bilgelik aşkıdır, diyebiliriz. Felsefede aşk konusu, insana veya Tanrı’ya duyulan aşk şeklinde ele alınmıştır. Orta çağ Hristiyan filozoflarından Aziz Augutinus’a göre Tanrı sonsuzdur, en yetkin olandır ve mutlak iyidir. Tanrı’nın tüm yarattıkları da Tanrı’dan dolayı iyidir. En yüce aşk sonsuz olan Tanrı aşkıdır. İnsan ruhsal boşluğunu ancak Tanrıya duyduğu aşkla giderebilir. İslam kültüründe ise Tasavvuf felsefesinin belkemiğini aşk oluşturur. Bu anlayışa göre, evren mutlak güzellik olan Allah’ın güzelliklerini yansıtan bir aynadır. Bu nedenle, güzele aşık olan insan, gerçekte Allah’ın güzelliğine aşık olmaktadır. (1) Mutasavvıflar, geçici aşk ve gerçek aşk ayrımını yaparlar. Gerçek aşka ulaşmanın yolu geçici aşkla bir güzele gönül vermek, ona vurulmaktır. Leyla ile Mecnun’un aşk hikayesi de böyle bir mistik yolculuğu anlatır. Leyla’ya vurulan Mecnun çöllere düşer, her yerde Leyla’yı görür, Leyla’yı işitir. Diğer varlıklara gönlünde yer vermez, olur. Nihayetinde de Leyla’ya olan aşkı Allah aşkına evrilir. Mutasavvıflar için bu büyük bir mistik deneyimdir.

Aşkı ne sadece ilahi boyuta ne de sadece cinsel itkilere indirgemenin doğru olmayacağı kanaatindeyim. Aşk konusu, felsefenin disiplinlerinden biri olan estetik gibi oldukça karmaşık ve çok katmanlıdır. Bir kavram olarak aşk, felsefeye din yoluyla, özellikle de dünyanın varoluşu Tanrı’nın yaratıcı eylemiyle açıklandığı ya da Yaratıcı, yarattığı varlığın bütününü ya da bir parçasını seven en yüce güç olarak düşünüldüğü zaman girmiştir. Aşk bundan bağımsız olarak, felsefeye, ahlaksal problemler açısından da konu olmuştur. (2) İnsan kusurlu ve eksikli bir varlıktır. İnsan kusurlarını gidermek, eksikliklerini tamamlamak için çevresiyle ilişki kurmak zorundadır. Elbette insan dışındaki diğer canlılarla kurduğumuz ilişki biçimleri de bizi geliştirir. Fakat öteki insanlarla kurduğumuz ilişkilerle benimizi oluştururuz. Emmanuel Levinas’ın dediği gibi “Benimizin ilk sahibi kendimiziz; bilincimizin kendi tutsaklığını keşfettiği ilk bağ, kimlik bağıdır. Ne yaparsak yapalım kendimize döner geliriz. Bu, bizim trajedimizdir. Bu trajediden, varoluşun ağırlığından bir nebze olsun kurtulmak, ancak başkasının varlığı ve onun bakışı sayesindedir ki, nesne durumuna geliriz. Bir başkasına ait olur ve kendimizin olmaktan bir an için sıyrılabiliriz.” Aşk da bir ilişki türüdür. Dolayısıyla benimizi nesneleştirmek, geliştirmek için bir başkasının varlığına ve bakışına ihtiyacımız vardır. Levinas’ın düşüncesinden hareketle aşk, insanı eğiterek kendini aşmasının bir aracıdır, diyebiliriz. Aşk iyi bir duygu eğitmenidir. Aşk insanın başkasının varlığından hareketle kendisini tanımasıdır. Aşk çift taraflıdır. Platonik aşk; tek taraflı yaşanan aşk, gerçek aşk değildir. Hatta Platonik aşk; saplantıya dönüşerek, ruhsal bir sorunun habercisi olabilir.  Oysa, iki insanın birbirine ait olması, birbirinin sorumluluğunu üstlenmesi ve bencilliklerinden arınması ile aşk oluşturulur. Aşk öznellikler alanıdır. Yaşanmış veya yaşanmakta olan her aşk özeldir. Aşkın biricikliği nesnel bir gerçeklik olmasına engeldir. Aşk da sanat gibi gizemlidir. Gizemini kaybederek netleşirse aşk bitecektir. Zaten aşıkların dünyası efsunludur. Aşkla ilgili teorik bilgiler edinerek, aşkı anlamak imkansızdır. Aşk ancak yaşanarak anlaşılabilir ve düşüncelerin ötesinde bir duygu selidir. Bundan dolayı aşk bilim ve felsefenin konusu olmaktan çok sanatın konusu olmuştur. Tüm sanatların kaynağı aşktır. Zaten aşık olmayan, sanatçı olamaz. Düşünün bir kere, aşk olmasaydı edebiyat ürünleri nasıl olurdu?

İnsan çevresinde neyle ilişkiye girerse ona ilgi duyar, değer yükler. Ya da tam tersi çevremizi ilgilerimize, değerlerimize göre algılarız. Gerçek değerler özümsenmiş, içselleştirilmiştir. Gerçek aşklar da böylesi değerleri olan seçim yapabilen özgür bireyler arasında yaşanır ve yalnızca özgür bireyler gerçekten sevebilir. Değerlere geldi geçti bir ilgi duyan hatta hiç ilgi duymayan bireylerin oluşturduğu toplumlar sorunlu toplumlardır, mutsuz toplumlardır. Bu gibi toplumlar kaba yarar değerleriyle yetinirler ve özellikle ahlak değerleri karşısında ve estetik değerler karşısında ilgisizdirler. Bu gibi toplumlarda insanların bencillik duvarını aşıp özgeci bir tutumla insanlığa kavuşabilmeleri olası değildir. Oysa gerçek değerler bireyleri topluma, toplumları insanlığa bağlarlar. (3) Aşk deyince, öncelikle iyilik ve güzellik değerlerini anlıyoruz. Zaten aşk, iyiliğe ve güzelliğe duyulan bir özlem değil midir? Bu anlayışı; kültür ve medeniyetin başlangıcı olan Mezopotamya’da kurulan medeniyetlerde, Antik Yunan mitolojilerinde Uzak doğu ve Çin’de anlatılan efsanelerde, halk destanlarında, şiirlerde, romanlarda, filmlerde, şarkılarda vb. görebilirsiniz. Afrodit’in aşk ve güzellik tanrıçası olarak adlandırılması bir rastlantı değildir. İnsanın güzele ve iyiye yönelmesi, doğası gereğidir. İnsan var olduğundan beri ölümsüzlüğün ve sonsuz güzelliğin peşindedir. Dolayısıyla insanın aşık olması da doğaldır. Aşk, birdenbire olur ve sonsuz güzelliğe duyulan özlem oldukça devam eder.

Felsefe tarihinde aşka olumlu yaklaşanlar olduğu gibi, olumsuz yaklaşanlar da vardır. Bunlardan biri de Schopenhauer’dur.  Schopenhauer’a göre aşk bir yanılsamadır. Tabiat amaçlarına ulaşabilmek için bireyin içine belirli bir hezeyanın tohumlarını eker ve bu yolla da, gerçekte sadece türün yararına olduğu halde ona bunu, sanki kendi yararınaymış gibi gösterir. Böylece birey türünün çıkarlarına hizmet edebilecektir oysaki aslında kendi çıkarlarına hizmet ettiği hezeyanı içindedir. (4) Bu durumda aşk, insan türünün devamı için ortaya çıkan türe özgü bir içgüdüdür.

Gerçek aşk, insanın bütün bedeni ile bütün ruhuyla yaşadığıdır. Aşkı sadece fizyolojik olarak açıklayamadığımız gibi, sadece ruhsal olarak da açıklayamayız. Ancak az çok duygusallıkla sarılmış herhangi bir cinsel yönelimi de aşk diye belirlemek doğru olmaz. Aşkın yükünü çekmeden, acısını çekmeden, sorumluluğunu yaşamadan aşka benzer bir şeyler yaşamak çok kişinin eğilimidir. (5) Aşk, çatışmalardan oluşan gerilim alanıdır. Aşıklar bu süreçte pek çok cefa çekerek, her an kendilerini aşarak aşkın ve özgün bireylere dönüşürler. Aşk insanın kendini bulmasıdır. Yani; aşıkların aşkın tanıklığında kendilerini yıkarak yeniden inşa etmesidir. Aşıkların birbirini yüceltmesidir.

Toplumların da gelişmesi, varlığını sürdürmesi; iş birliği yapan, birbirini seven, birbirine güvenen insanlar sayesinde gerçekleşir. Bu farkındalıkla günümüzde devletler aşk endüstrisini desteklemektedir. Aşk endüstrisi, aşkı yapaylaştırarak insanları tüketime yönlendirmiştir. Her sene kapitalist sistemin bize dayattığı “Sevgililer Günü” kutlamaları ekonomide hareketliliğe yol açmaktadır. Yaşadığımız modern çağda, hız ve tüketim mutluluğun ön koşulu gibi gösteriliyor. Halbuki mutluluk kişinin içindedir, dış koşullara bağlı olan mutluluklar ya da göreneklerin yarattığı zoraki mutluluklar kalıcı değil, gelip geçicidir. Aşk endüstrisi sayesinde gerçek aşkı belki de tükettik, ne dersiniz?

Sonuç olarak, aşk; bir sanat eseri gibi somuttan soyuta, maddeden maneviyata giden sonsuz bir sele kapılmaktır. Aşk sayesinde insan türü varlığını sürdürmekte ve insanlaşma yolculuğunda yol alabilmektedir. Hayatı gerçekten yaşadım diyebilmenin, yolu aşktan geçer. Aşk sayesinde coşkulu ve anlamlı bir yaşama sahip olabiliriz.  Aşkı anladıkça insanı da anlarız. Nefret ve korku ancak aşkla sevgiye dönüştürülebilir. Ve bu yüzden aşk, düşünülmeye değerdir.


KAYNAKÇA

1) AHMET CEVİZCİ, Büyük Felsefe Sözlüğü, İstanbul, Say Yayınları, 2017, s.183.

2) Ibid.

3) Afşar Timuçin, AŞKIN DİYALEKTİĞİ, İstanbul, Bulut Yayınları, 2010, s.67.

4) SCHOPENHAUER, Cinsel Aşkın Metafiziği, İstanbul, Oda Yayınları, 2014, s.21.

5) Afşar Timuçin, s.90.

Dergiler Haberleri