Asu Demircioğlu
asumdemircioglu@gmail.com
Yaz dedi bir arkadaşım… “Yaz”… “Yazardın sen eskiden”… (Güzel yazardın da demişti ama kendimi övmek gibi olmasın diye yazmayım dedim.)
Yazardım ben eskiden… Çok severim duygularımı, yaşadıklarımı ifade etmeyi ya da severdim; eskiden. Ondan yazardım belki de; eskiden. Peki ya şimdi ne değişti o zamandan bu zamana hayatımda, hayatlarımızda, koca bir bilinmezle yaşam sürdürmeye alışmaya çalışmaktan başka? En çok başkalaşanlardan biri ben oldum belki de bu süreçte. Kendime hayret ettiğim anları o kadar çok yaşadım ki! Örneğin teknoloji düşmanı olan benim, online bilgisayar üzerinden yapmadığım etkinlik, zoom toplantısı, çalışma, canlı yayın kalmadı. (Ama nasıl başardığımı ne siz sorun ne ben söyleyim.)Yaparmış insan isteyince, inanınca, zorda kalınca. Asla yapmam dediklerimi de yapmışlığım, pişmanlıklarım ya da ‘iyi ki’ dediklerim vardır benim, hepimiz gibi. Günah çıkarmayı çok isterdim bu konuda -ihtiyacım da yok değil- söz başka sefere.
Hayret ettiğim şaşkınlıklara şaşkınım ama bir o kadar da mutluyken hüzünlü, umutsuzluğun umudunu paylaşırken de yalnızlaşan insanın gücüne hayranım. “Ne diyor bu kadın?” dediğinizi duyar gibiyim. Gerçekler! Covid-19 sayesinde oldu bunlar. Korkunun içinde belirsizliğin doğurduğu huzurun olabilme ihtimalinin gerçekle çelişkisi. “Peeee!” dediğinizi duymadım sanmayın ama şanslısınız, bu zamanda birbirini duyan çok az insan var artık.
Herkesin macerası bir başka oldu hâlâ daha devam eden bu pandemi sürecinde. İşte ondandı, doğaldı, benim de “bamBAŞKA” olmam. Ama ne heyecan, ne hazırlık, ne kalp atışı! Üretmek öyle bir duygu ki insanın aklını başından alan, havada uçuşan aşk gibi… Pek öyle şahane başlamasa da sevdamız, tokat gibi geldi evlerimize hop diye kapanmamız. Aman sonu iyi olsun dedik sesimizi çıkaramadık. Sahnede olacaktım, oyun oynayacaktım, hani alkış sesleri?! “Eeee! Kurslarım var, çocuklarım ne olacak?” derken…
Değil sahneye çıkmak, kapıdan çıkamadık dışarı. Sanatçı insanız ya, bir dert ne yapacağız? Sadece biz mi? Herkes farklı farklı açılardan dertli. Kimi üretememekten, kimi çocuğuna süt alacak parası olmamasından, kimi sevgilisini görememekten, kimi eşiyle 24 saat aynı evde yaşamaktan, kimi işsiz kalmaktan, kimi evlilik dışı aşklarını görememekten, kimi online derslerden; peee! Daha ne dertler… Peki ya bilinmezin üstümüze gelen korkuları? O dert değil miydi? Hani ben de sanatçıyım ya el uzatmak geldi aklıma tek seçenek olan sosyal medyadan. Adı da ‘BAŞKA’ olsun dedik, yola çıktığım bir dostla. Zar zor başladım dijital göçmen olarak program yapmaya online. Dört program dedim ilk başta. Oooo! Aldı başını gitti üretmenin verdiği heyecan, sizden gördüğümüz ilginin sarhoşluğu, ilk öpücüğün dudakta kalan tadı gibiydi. Daha da sarıldım sorumlulukla. Her şey oldu konumuz; bizi bugüne kadar taşıyan. Çok güzel dönüşlerin nedeniydi insanın her duygusuna, her derdine, her sorununa dokunmaya çalışmamız. Ama öyle kolay da aktı sanmayın zaman; bu programı yapan haberci mi diye soranlar, tam bizi anlattınız, derdimize çare oldunuz diyenler, cesur soruları sorduğunuz için teşekkür ederim diyenler, sorularım yüzünden kızanlar, fırça atanlar, daha neler neler... Beni geç davet ettin programına deyip gücenen, küsen arkadaşım bile var. Hep sorunlarımızı çözmeye, ‘daha iyi nasıl olur’u ele almaya çalıştık. Canlı yayınları evden yapmanın çok eğlenceli yanlarından bahsetmedim daha. Ama ne sürprizleri oldu bana ‘BAŞKA’nın, ne sürprizleri! Mesela programı bitirirsiniz, yayını kapatırsınız, çok kibar, dünyanın en melek, olumlu ve şeker insanı modunda gülerek… Sonra döner, ev halkına avazınız çıktığı kadar (cadı formatında) sinirli sinirli bağırırsınız yayın sırasında çok ses çıkardılar diye. Ve artık herkes sizin şirin görüntünüzün arkasında şeytanımsı bağırışınıza şahit olmuştur. Çünkü yayın kapanmamış ve devam etmektedir… Yapacak bir şey yok; olan olmuş, gerçek yüzünüz ortada durmaktadır arık. Gel de bir daha şirin şirin gülümsemeye çalış. Ya da çalmaması için ev telefonunu açık bırakmayı unuttuğunuzu programın en ciddi anında acı acı çalınca (derler ya romanlarda acı acı çaldı, oradan aldım) fark edersiniz. Arayan annenizdir ve ısrarla siz açana kadar o telefon çalar. Özür dilersiniz konuğunuzdan ve izleyenlerden, kalkar açarsınız son çare, o arada da annenizin sizi fırçalama sesinin ekrandan duyulmaması için ve daha fazla mahcup olmamak için dua edersiniz. Bir keresinde de mutlu mutlu çok neşeli kapının zili çalar (telefon acı acı çalar da kapı zilinin ne suçu var?), ne yapacağım tabi ki kalktım açtım kapıyı başka çare yok! Canım komşum yaptığı şahane böreklerden getirmiş yayının ortasında. (Ama ne güzeldi o börekler!) El kol işareti komşuma yayın canlı anlamında anlatmaya çalışıyorum, bir yandan da gözüm böreklerde, sonra da ağzıma bir parça börek attım ve yiye yiye programa devam. Baktım gördüm bu tarz şeyler sık olmaya başladı, bu program başka dedim çıktım işin içinden. Eeee, izleyenler boşuna çok samimi bir program demedi. Online ve evden… Süren bir hayatın ortasında… Sadece bunlar mı sandınız? Her Perşembe başıma yayında neler gelecek heyecanına, o zamanlar bu kadar eğlenceli bakamadığım gerçeğinin de altını çizmeliyim. Mesela; internete bağlandım-bağlanamadım, internet çekti–çekmedi, bir bakıyorsun ansızın konuğun uzaylı gibi sesler çıkarıyor, görüntü donmuş.
Bir keresinde de iki konuğum var ekran görüntüsünde, internet koptu. Aaa ben yokum! Yapacak bir şey yok. Program da iyi gidiyor (ayıptır söylemesi her zamanki gibi); sohbetiniz bitince kapatırsınız programı diye mesaj yazdım, aldım cips paketini elime, oturdum kendi programımı izledim. Boşuna demedim çok heyecanlı sürprizli günler diye!
Başka başka değerleri olan insanlarımızla da tanıştım bu süreçte. Her yaştan, her alandan insanlarımızla. Çalışmaya hazır, kendine güvenen, gelişime açık değerlerimiz varmış meğer dedim. Evet evet burada, KKTC’de, bizim ülkemizde. Hep diyoruz ya biz böyleyiz, biz şöyleyiz; hep yerden yere vurmaya alışmışız ya kendimizi. “BAŞKA’da ne yapıyoruz biz ya?” dedim kendi kendime bir gün. Hep olumsuzluklar içinde kıvranışımız ve yapamayacağımıza olan inancımız her konuda git gide artmış. Programlarımın birinde psikiyatrist bir konuğum ‘Kıbrıs çok güzel bir ada ama depresyon seviyesi, mutsuzluk oranı çok yüksek’ demişti. Biz ne yapıyoruz kendimize, birbirimize, ülkemize? Sanatçılar, doktorlar, profesörler, sporcular, dernek yöneticileri, veterinerler, federasyon başkanları, eğitimciler, her alanda ama her alanda konuğum oldu. Tüm konuklarım kendilerini işlerine adayan; umutla, heyecanla, canla başla çalışan, üreten ve birçok başarıya imza atan, bu ülke için çalışan, yurt dışında olsa bile bir eli burada olan insanlar. Seslerini duyurmak için çırpınan insanlar.
Her program sonrası bir umut, bir heyecan, bir mutluluk; üretme, yardım etme, katkı koyma isteği içimde kıpır kıpır, (zaten hiç yerimde duramam) tüm olumsuzlukları da ortaya sermemize rağmen her alanda, her konuda. Sorunları aşmak için çabalayan kişilerin varlığı, inanılmaz bir ışık karanlığın içinde. Bir kişi var karşınızda; onun çabasını, enerjisini, çalışkanlığını ve üretkenliğini hissediyorsunuz anlattıklarından, duruşundan, ses tonundan, bakışından, yaptıklarından. Hem de ekranın karşısında bir bilgisayar çerçevesinin içinden size geçiyor o enerji.
Biz beceriksiziz, ne yaptık ki bunları aşalım? Umursuz bir halkız, işimize geldiği gibi davranırız, öyle yaparız, böyle yaparız, biz adam olmayız. Kim kime niçin demişti bunları? Tıpkı aile içinde çocuğuna bu şekilde fırça atan, psikolojik şiddet uygulayan ebeveynler gibi, kimin kime bu şekilde söyleme hakkı var ülkemizde yaşayan değerlerin karşısında?
Değer görmeyen çok büyük değerlerimiz olduğu gerçeği var bu ülkede. Unuttuğumuz, unutturulan, yok edilmek istenen… Nasıl harcadık? Nasıl harcandı? Kendi çabalarıyla çırpınıyor bu insanlar. Çırpınıyoruz insan gibi yaşayabilmek uğruna.
Her alanda, her konuda hep aynı cümleler kulağımda;
“Bu çalışmayı yaptık ama engellendi”
“Bu yasayı hazırladık yeni gelen bakan bakmadı bile”
“Bu araştırma sonucu, bu adım atılmalı raporu çıktı ama yapılmadı”
“Söz verildi yapılmadı” “Engellendi, yapılanlar çöpe gitti”
“Yaşlılar için bunların olması gerekir ama bir adım atılmadı, gelişme yok”
Her konuda şahit olduğum, gerçek anlamda çalışan o insanlarımız var ya sanki adım atamasınlar diye ayakları bağlandı ağızları dikildi, elleri kelepçelendi.
Eeeee ben de insanım etten kemikten. Hem vavvv diyorum çalışıyor genci, erkeği, kadını, yaşlısı bir şeyleri aşmak için sağlık için, spor için sanat için, gençlik için, gelecek için, çocuklarımız için, ülkemiz için (gerçek üreten kişilerden bahsediyorum bu arada sözde olanlarından değil). Bir yandan da soruyorum konuklarıma çalışmalar diyorum, sonuçları ne oldu diyorum? Sonuç alınamadı diyorlar ya bana kahroluyorum o an. Peki neden yapılamıyor diyorum, diyorum da diyorum her program.
Perşembe geceleri uyuyamıyorum… Mutluluktan, sevinçten, ben de şuna katkı koyabilirim, şunu yapabilirim şu yardımlarda bulunabilirim heyecanıyla çarparken kalbim, içimi yiyen kurdun ısırıklarının acısı sızlatır bedenimi, kendim için, sizin için bugün doğan, yarın doğacak bebek için.
Çalışarak, kararlılıkla, aşkla, tutkuyla yapılan her eylem hayata bağlar insanı hayatın anlamını oluşturur. Bizim ülkemizde uyumsuzluk bizi bu kadar çıldırtan. Başta olanlar ve biz… Siyasetçi de halkla gerçek uyumu sağlarsa ülkesi adına başarılı olabilir. Kendi için ailesi için, partisi için harcadığı çabasını ülke yararına harcanmalarını dilerdim canı gönülden. Kirlenmeden… kirletmeden… politika yapanlara değil, gerçek yöneticilere ihtiyacı var bu ülkenin ki boşa gitmesin değerli olan halkın çırpınışları, kaçmasın gençler mutsuzluktan, anti-deprasana sarılmak zorunda kalmasın bu halk, bu ülkede çıldırmayı değil çılgın olmayı isterdim. Bir tek politikacı çağırmadım programıma. Nedenini söylememe artık gerek kalmadı sanırım. Her konuda başarılı olacağımıza inancım sonsuz, tek bir konu dışında… İşte o konuda başarılı olamayınca nasıl kurtuluruz yok olmaktan …
Geçmişine bakıyorum adamızın. Geçmişimize, geçmişime… Ne değişti o zamandan bu zamana hayatımda, hayatlarımızda? Koca bir bilinmez zaten hep vardı bizim hayatımızda… Koca bir bilinmezle yaşam sürdürmeye alışmışız biz çoktan.
Mutlu desem mutlu değil…
Mutsuz desem mutsuz değil…
Umutlu desem umutlu değil…
Umutsuz desem umutsuz değil…
Ayaklarımız bağlanmış, ağzımız dikilmiş, ellerimiz kelepçeli…