Rıdvan Arifoğlu
rarifoglu@yahoo.com
Dört kişi kafa-kafaya vermiş mangal başında sohbet ediyor. İyi, Kötü, Bednam ve bir de Güzel ve Çirkin'in Güzel'i. İlk başta Dalton Biraderler zannedip davrandım (tabancaya). Aralarından birini tanıyorum: Yıllardır görmediğim, büyük (zengin) adam olmayı hayal eden, zenginleşmek için yırtınan ama orta düzey bir yatırımcıdan başka bir halt olamayan, çok bilmiş çok ezilmiş çok ezmiş, mankafa, az gelişmiş bir ermiş ve ticarette görmüş, gördüğüne geçirmiş, bir çeşit genç irisi türemiş.. Parçala Behçet ya da Köfte Ekmek Az Piyaz gibi sinema şaheserlerinden fırlayarak soluğu kazıklamayı planladığı yeni yeni arkadaşlarının yanında alıyor. Ow Cizız! Çöpünü atmak için süs köpeği gibi aranıyor. Zaten çok zeki bir adamdı, beş yılda göstermelik de olsa bunu öğrenmiş olmalı, kutu arıyor. Yoksa göstermelik değil mi acaba? I kaynd auw sivilızeyşın! Sivilayzeyşın anintırraptıd! Bu da olsun. Herşey zamanla…
2013'ü devirip 2014'ü başa getirdiğimiz bu günlerde böyle insanları görüp geçmişi yad etmek de pek güzel oluyor! Herkesi, "bütün değerlerimizi", değerli olan bütün banknotları her şekilde "kucaklayanlar". Hiçbir maddi getirisi yokmuş gibi tasarladıkları sosyallikleriyle övünen, asosyallere veryansın eden, sağ gösterip sağ vuran dümbelek oturumundaki krallar. "Hepimiz bu sistemin içindeyiz!" mastürbasyoncularıdır bunlar, hayatlarında başka da birşey söyleyememişlerdir. Gezi olaylarından sonra galeyana gelip 20 yıldır uyuyan ılık milliyetçiliklerini kusan, hacıyatmaz düğün kaçırmaz familyasından türemiş güzel insanlar! Yaşar Kemal'in dediğinden, "O iyi insanlar o güzel atlara binip gittiler," mi yoksa? Kala kala bunlar mı kaldı?
Hatırlayabildiğim kadarıyla bir ara solculukla da halvet olmuştu. "Miras" dememek için "babadan kalma" demeyi öğrendikten sonra onu da bıraktı. "Fazla almadım, bir tanecik aldım, valla bir tanecik aldım!" Tanecikler büyüyüp sel olmasa da bir havuz oluşturmuş! Maşallah maşallah!
40 yaşı devirdiklerinde, özellikle 50'lere yaklaşırken, lillilerle koklaşırken, başka bir po'isyon daha alıyorlar. Efendim biraz gezmişlerdir. Dünya onların boynuzları üzerinde duran tek taş bir büzük gibidir. 19. Yüzyıl filozoflarında daha bir belirgin olan, bugünün yaşam koçlarının tavırlarına benzeyen bir tavırla karşılıyor herşeyi (kucaklıyor).
Güzel atım, Throwaway'im! Haydi daha hızlı, daha hızlı uzaklaşalım burdan…
Haydi gülüm, Throwaway (1'e 20), yeni yıla biraz hızlı girelim!
Çevrelerinde dönemlik gruplar oluşturan, işleri bitince bir kalemde karalayan tiplerden.. Felsefeyi üstlerine giyinen tiplerden.. Tabii her giydiklerinde eskilerin dediği şu "lohusa osuruğu ferace"ye dönüyor o felsefe(cikler). Durmak bilmeden neyi nasıl yapacağınızı söylemeye çalışırlar ve bir başka şekilde yapılabileceğini pek düşünmezler. Bir başka dünya olabileceğini, ülkesinin de bu dünyanın da başkalaşabileceğini anlamayan ama bütün değişimlere kendi çıkarı olduğunda ayak uydurmasını gayet güzel beceren, istediğinde mazlumcuların en mahsunu, en mağduru, yani gadre uğramışların şu başında kağıttan taç taşıyan cıbıldak kralı.
İlk kez düşündüm de nasıl daha güzel öldürüleceğini tasarlayan sektörle, silah sektörüyle, nasıl daha iyi yaşatılacağını tasarlayan sektör, ilaç sektörü, 1. ve 2. sırayı paylaşıyor. Bugünlerde sahte ilaçta milyarlık vurgunlar… Bazen herşey silah oluyor, ancak ne için? Sahte-plastik silahlarla çocukları "geleceğe" hazırlıyorlar. Red Kit biraz farklıdır. Silahla silah vurur, bazen kurşunu sektirtip kendi silahını da vuruyordu galiba! Uçkurlara nişan alır, don indirir, şapka çıkarır şapka çıkarttırır.
Hangi tiplerdendi bu? Muhtemelen avladıklarını yiyor. Şu vurduğu tavşanları dizip fotoğraf çektirerek bir "şey" olduğunu zanneden tiplerden.. Şu iki kolunu kulaklarından tuttuğu tavşanları göstermek için bizi kucaklarcasına açan, yaptığı her bir şeyi inat olsun diye yapan, insana benzeyen bir "şey" gibi ortalarda gezinip yaşadığını iddia eden yaşam koçlarından biri.. Goca koç olamadık bari yaşam koçu olalım kardeş!
Throwaway! Atgitsin! Aslan parçası!
Rüzgar bizi istediğimiz yöne götürecektir.
Kulağımda Arturo Sandoval, Rhythm of Our World. Yıllar önce dinlediğim bir Fats Navarro şarkısıyla içiçe geçiyor. Bir araba önümüzü kesiyor. Cep telefonuyla konuşuyor. Allah acıdı.
Yavaş oku ki gırtlağında kalmasın!
Ben bir kerata alacaktım. Metal keratalardan alacaktım ama unuttum. Unutturdu. Bu yaşam koçları ki çevrelerinden biriyle güzel bir sohbete girseniz hemen kıskanırlar. O çevreyi onlar geçici bir süre kiralamışlardır sanki. O insanlar kendilerinindir, izinsiz giremezsiniz. Taşkıran otu bile işleyemez onların inatlarına. O büyük bebekler ki ağlamaklı, yaygaracı ve bazen suskundurlar. O bebekler ki bakışları efsunlu ve sinirli ve mahsundurlar. Masumiyetleri çirkin elleri gibi kanlıyken bilmezden gelmelerde ustadırlar. Nazikçe uyarıda bulunduğunuz bir konuda yapacağını (veya yapmayacağını) söyleyerek unutturma politikası güden, insan karşıtlığından başka hiçbir motivasyonu kalmamış, bütün baltalara sap gibi girip kafa kesen, karın deşen yüzsüz soytarılar. Ünlemlerimi sizin için daha fazla harcamak istemiyorum. Kendi kendilerinin kralı, kendi kendilerinin soytarısı.
Kalp de sizin için herhangi bir eşyadır. Bazı eşyalar eriyip gider, bükülüp kaybolur, buharlaşıp görüntüde yok olur. Anlayabiliyorsunuz herhalde. Bazı eşyalar sizin gibiler için artık hiç kırılmıyor. Hergün hergün birilerini öldürür, toplumu da intihar edersiniz maşallah!
Kimse dokunamıyor krallığınıza. Kimse yaşamıyor çevrenizde. Size iyi bir dilekte bulunuyorum yeni yılda, bir Eloğlu gibi: "Özünü avuçlayış tel örgü gibi batsın ellerine." Yaşamanın ne olduğunu yaşattığını anladığında anlayacaksındır. Sık, ve biraz daha sık. Bir kez de bunun için kanlansın, bir kez olsun güzelleşsin o her şeyi bir yerinden tutmasını öğrenmiş elin.
Yani yeni yılınız kutlu olsun sevgili kardeşlerim.
Masumiyet Çağı'nda Ellen Olenska (Michelle Pfeiffer) balkonda camlı kapıyı kapatırken Newland Archer'ın (Daniel Day-Lewis) yüzünde bir parlama oluyor. Cama vurup bir an yansıyan güneş.. Bir çakımlık.. Nasıl mı oldu? Ben atışımı yaptım, silahı vurdum, seken kurşun metal kalemimi vurunca üstünde geçmişten gelen böyle bir parıltı oluşturdu, kesik kesik. Sonra düştü. Kesik kesik. Elimi Turgut Özal gibi "Yandım Allah!" diyerek hızla geri çektim. Ancak ben Red Kit gibi bilinçli atmadım kurşunumu. Daltonlar'ın silahını vurmam bilinçliydi ama gerisi değil. Kendi silahımı tesadüfen vurdum herhalde. Yoksa bu şekilde kendimi öldürmüşlüğüm çoktur. Yoksa öğreniyor muyum? Bilmiyorum, belki de öğreniyorum.
At gitsin! Bu ünlem de size değil, yaşatanlaradır.
At gitsin! İlyas Peygamber 3.
Aslan parçacıkları.
Saatimize baktık ve girdik. "Tamam mıyız, herkes girdi mi?" diye espriler patlatıyorlar, piyango biletlerinden 0-9 arası bir "seri" alanlara amorti çıkıyor her zamanki gibi. Saatler geçmeye devam ediyor. Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün saplantılı saatçisi Hayri İrdal efendiye bakalım şimdi: "Sahibinin en mahrem dostu olan, bileğinde nabzının atışına arkadaşlık eden, göğsünün üstünde bütün heyecanlarını paylaşan, hulâsa onun hararetiyle ısınan ve onu uzviyetinde benimseyen, yahut masasının üstünde, gün dediğimiz zaman bütününü onunla beraber bütün olup bittisiyle yaşayan saat, ister istemez sahibine temessül eder, onun gibi yaşamağa ve düşünmeğe alışır."
Boyum Daltonlar'ınki gibi. Neşeliyken 1.76, eh-fena-değilken 1.75, üzgünken 1.74, kederliyken 1.73. Kendimi öldürmüşlüğüm çoktur, ama bu defa Allah acıdı.