“Aşşalı Tumburu ailesinin ilginç öyküsü...” (1)

Sevgül Uludağ

Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız, akademisyen-araştırmacı yazar-grafik sanatçısı Konstantinos Emmanuelle, “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” sayfası için Kiriakos Yuannu Tumburu’nun ilginç öyküsünü kaleme aldı. Biz de okurlarımız için bu ilginç öyküyü özetle derleyip Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle özetle şöyle yazıyor:

***  Kiriakos Yuannu Tumburu, Aşşa köyünde, 4 Mart 1925 tarihinde dünyaya gelmişti. Yannis Tumburu ile Margaru Stilyanu’nun üçüncü çocuğu ve ilk oğluları idi... Kiriakos’un kardeşleri 1918 doğumlu Gagullu, 1922 doğumlu İrini idi – kendisinden sonra ise 1926’da Maritsu, 1928’de Antoni ve 1935’te ise Pasulla dünyaya gelecekti.

***  Tumburu soyadının kökenlerine ilişkin ilginç bir hikaye anlatılmaktadır. 1820’li yıllarda Kiriakos’un büyük dedesi Hacı Konstanti, civar köylerden birinden üst düzey bir Türk yetkili olan Paşa’nın kızıyla bir aşk hikayesi yaşamaktaydı... Türkler bunu öğrenince, Hacı Konstanti’yi cezalandırmak istemişlerdi... Onun saklandığı eve gitmişler fakat o pencereden atlayıp kaçmıştı... Türkler onu kovalamaya başlamışlar ancak küçük bir tepeden inerken Hacı Konstanti onlara taş atmaya başlamış ve bu da onların düşmesine yol açmıştı. Hacı Konstanti sağ salim ancak nefes nefese Aşşa’daki köy kahvesine gitmiş ve orada şaşkın biçimde oturan köylülerine “E tumbar dus oullus” yani “hepsini yuvarladım gitti” demişti. O günden sonra da herkes ona “Tumburu” demeye başlamıştı ve bu lakap ailede kuşaktan kuşağa aktarılarak soyismine dönüşmüştü...

***  Kiriakos’un babası Yannis, Aşşa’daki dört bakkaldan birine sahipti. Bu dükkanı ailesine ait eve bitişik biçimde 1915 senesinde inşa etmişti. İki katlı evin alt katta büyük bir mutfağı, çamaşır yıkamak ve banyo yapmak için iki büyük teknesi, üst katta dört yatağın sığdığı büyük bir yatak odası vardı. Yataklardan birisinde annesiyle babası yatıyor, diğer iki yataktan birini Maritsu ve İrini, diğerini de Kiriakos ve Andonis paylaşıyor, bir diğer yatağı da Gagullu kullanıyordu. Avluda derin bir su kuyusu vardı ki içme suyunu buradan çıkarıyorlardı. Evin yakınındaki ahırda ise bir eşek, katırlar, keçiler, koyunlar, kazlar, tavuklar ve güvercinler yaşıyordu...

***  1941 senesinin Ağustos ayında Tumburular’ın evine ateş düşecekti. Kiriakos’un babası Yannis tutuklanarak hapse atılacaktı – bunun nedeni dul kalmış olan görümcesine sarkıntılık eden bir komşusunu öldürme gerekçesiydi. Yannis yıllar içerisinde görümcesinden uzak dursun diye bu adamı pek çok kez uyarmıştı fakat komşu adam, görümcesini taciz etmeye devam ediyordu. Bazan da kadının karşısında çıplanıyordu. Bir gece komşusu bazı çalıntı malların kendisine teslim edilmesini evinin ahırında beklerken, Yannis durumu araştırmaya gitmiş, ufak bir didişme ardından bıçaklar çekilmişti – Yannis, kendini savunmak için komşusunu öldürdüğünü söyleyecekti...

***  O senenin Ekim ayında yapılan duruşmada Yannis suçlu bulunmuş ve asılmasına karar verilmişti. Ocak 1942’de, Yannis asılmadan beş gün önce temyize gitmişler ve asma kararı, ömür boyu hapse çevrilmişti.

***  O günlerde Kiriakos 16 yaşındaydı ve babasının tutuklanmasıyla birlikte yıkılmıştı. Ailenin en büyük oğlu olarak evin sorumluluğunu üstlenmişti, babası hapiste olduğu için. Çok şükür Yannis Tumburu’ya Eylül 1946’da af çıkmıştı Vali tarafından ve hapishaneden salıverilerek ailesine kavuşmuştu...

***  Kiriakos her daim babasıyla yakın olmuştu. Çok küçük yaşlardan başlayarak babasıyla birlikte buğday tarlalarında çalışmaya giderdi. En sevdiği şey de babasının ağzından atalarının öykülerini dinlemekti... Sonraları bu öyküleri ileriki yaşlarda yazacağı şiirlerde kullanacaktı...

***  1951 senesinin yaz aylarında bir gün Kiriakos ile babası tam da buğday tarlalarında buğdayları biçmeyi tamamlamışlardı ki kafalarının üstünden bir uçak geçmişti. Yannis yukarıya, uçağa doğru bakınca bir anda başı döndü ve birden kafasının içinde keskin bir ağrı hissetti. Kiriakos babasına derhal eve gitmelerini söyleyecekti – babasının başının altına iki yastık koyup onu yatırınca, onun bu başağrısından kurtulacağını umuyordu...  Ne yazık ki aynı gün babası beyin kanaması kuşkusuyla hayatını kaybedecekti...

***  1952 yılında Kiriakos, aynı köyden Ellu Spanu adlı genç kadınla tanıştırılacaktı resmi olarak. Ellu 18 yaşındaydı ve Aşşa’daki çeşitli sağcı siyasi olaylarda ateşli konuşmalarını dinlediği Kiriakos’u tanıyordu. Kiriakos yurtsever şiirlerini okurken, Ellu da onu uzaktan izlemekteydi.

***  Kiriakos, Ellu’ya evlenme teklif edince, bu genç adamın kendisinden dokuz yaş daha büyük olmasına aldırmadı. Kızın ailesi ve akrabaları, Kiriakos’un iyi bir aileden geldiğini, bir traktör sahibi olduğunu, bunun da çok çalışkan ve girişimci olduğu manasına geldiğini söylemişlerdi Ellu’ya. Ayrıca Ellu ailesinin isteklerine her zaman saygı gösterirdi – o zamanlar durumlar böyleydi. Sorumlu bir genç kız, her zaman ailesinin sözünü dinlerdi...

***  Diğer taliplilerin tersine Kiriakos “cehiz” talebinde bulunmamıştı Ellu’dan. Ellu’nun genç karısı olmasını istiyordu, başka da bir şey istemiyordu... Ellu, “İkibuçuk sene boyunca nişanlı kaldık” diyor. “O dönemde Kiriakos bir arkadaşının yardımıyla evimizi inşa etti... Hatta ben de kerpiçlerin kesilmesine yardım etmiştim...”

***  Ellu Spanu, 20 Eylül 1934’te Aşşa’da dünyaya gelmişti. Babası Mihalis Spanu, annesi Eftihia Nikola idi. Altı çocuktan en büyüğüydü... 1937 doğumlu Panayis, 1940 doğumlu Yorgu, 1944 doğumlu Nitsa, 1946 doğumlu Andonis ve 1948 doğumlu Yorgos, kardeşçikleriydi...

***  Ellu, fakirliğe ve o günlerde Kıbrıs’taki zorluklara karşın mutlu bir çocukluk yaşadığını hatırlıyor. Her fırsatta evde yapılacak işlerden kaçıyor ve dışarıda arkadaşlarıyla oynamaya gidiyordu... “Komşu çocuklarla pirilli ve başka oyunlar oynuyorduk. En iyi arkadaşımın adı da Ellu’ydu ve benimle aynı yaştaydı... Oyun bitip eve geri döndüğümde, annem kızgın olurdu çünkü yapmam gereken işleri yapmamış oluyordum...”

***  1939 senesinde İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, Ellu henüz beş yaşındaydı... Ancak geceleri köyün üstünden geçen Alman uçaklarını hala hatırlıyor... “Benim görevim evin ışıklarını söndürmekti ki böylece bizi göremesinler...” diye anlatıyor. Gündüzleri Ellu’nun annesi Eftihia onu Mutar’ın evine gönderiyor ve haftalık tayinlerini almalarını sağlıyordu... Ellu diğer köylülerle birlikte sıraya giriyordu – bir keresinde bir kadının entarisinin altına bir yastık koyduğunu, Muhtar’ın kendisini hamile sanıp daha fazla tayin vermesini sağlamaya çalıştığını da hatırlıyor. Ancak Muhtar bu durumdan kuşkulanmış ve yüksek sesle oradakilere “Be hanım, yastıkların da şeker yediğini bilmezdim!” demişti...

***  Pek çok Kıbrıslı erkek, Kıbrıs Gönüllüler Birliği’ne katılmıştı savaş esnasında, Britanya Silahlı Kuvvetleri’ni desteklemek üzere. Ellu’nun yeğeni Mathias ve Elias Amcası da bunlar arasındaydı. Aslında Elias Almanlar tarafından yakalanmış ve birkaç sene esir kampında kalmıştı... “Amcamın Aşşa’daki ailesine mektup yazdığını hatırlıyorum, bu mektuplarda esir kampındaki hayatının iyi olduğunu ileri sürüyordu.”

***  Ailenin en büyük kız çocuğu olarak Ellu’nun evde kalıp kendinden küçük kardeşlerine bakması bekleniyordu. Bu nedenle ilkokula yalnızca birkaç sene devam edebildi ve üçüncü sınıfın ortasındayken okuldan ayrılmak zorunda kaldı. İlkokulla ilgili hala çok canlı hatıraları var ama... “Geç kalmayalım diye sabahları okula koşarak gidiyorduk. Okul bir mil uzaktaydı, belki de daha da uzaktı... Ağır sırt çantalarımızı taşımak ve yolun karşısına geçmek zorundaydık.  Çok sert bir öğretmen olan Kosta adlı öğretmeni hatırlıyorum. Her sabah sıraya dizilmek ve ona ellerimizi ve kontrol için tırnaklarımızı göstermek zorundaydık. Eğer kirli olduğumuz kanısına varırsa, nar ağacından kestiği bir çirpiyle avucumuza vururdu...”

***  Ellu’nun anlattığına göre köyde bulunan çoğu anne-baba okuma yazma bilmezdi, bu yüzden çocuklarına ev ödevlerinde yardım edemezlerdi. Pek çok aile de çocuklarının okula gitmek yerine evde kalmasını ve çiftlikte çalışmasını yeğlerdi. Zaten çoğu ailenin de okul parası verecek kadar parası yoktu. Ellu küçük kardeşlerine bakmak ve ev işlerinde yardım etmenin yanısıra, tarlalarda işleyen ailesine de yardım etmekteydi. Buğday biçmekten nefret ederdi çünkü çoğu zaman parmaklarını keserdi... “Tarlalarda çalışmak bana çok zor gelirdi. Sabah saat 5’te kalkıyorduk ve bir mil kadar yürüyorduk tarlaya gitmek için. Gündoğumundan gün batımına kadar çalışıyorduk, her gün... Bir tek Pazar çalışmıyorduk...”

***  Ellu’nun babası bazan kızına acıyordu, o kadar küçük yaştan çalışmak zorunda kaldığı için... Bazan ona daha kolay işler veriyordu, mesela tarlaları sulamak ya da ineklere yedirmek için ot kesmek gibi... Ellu, ovada kurulan bir pergola’nın altında aile için öğle yemeği pişiriyordu... “Yumurta ve patates pişiriyordum, bazan buna kabak da ekliyordum... O kadar güzel bir yemekti ki bu... Sonra da pergola’yı süpürüp temizliyordum, böylece günün en sıcak saatinde buraya yatıp biraz kestirebiliyorduk...”

***  Ellu ayrıca babasına kerpiç yapımında da yardım ediyordu, bu kerpiç tuğlaları köylülere satıyorlardı... “Toprak, su, saman ve otları nasıl karıştırdığımızı hatırlıyorum – sonra da bu çamuru tuğla şekline getiriyorduk özel bir kalıpla... Sonra da bunları güneşte kurusunlar diye bırakıyorduk...”

***  Ellu’nun en sevdiği amcası Andonis Spanu idi. Babasının kardeşiydi o ve herkes ona “Nonis” diyordu... “Amcamın satın alınması gereken en iyi hayvanları anlama kabiliyeti vardı, böylece köylüler her zaman onun fikrini sorardı. Babam da amcamdan satın alacağı eşekler ya da katırları incelemesini, bunların sağlıklı olup olmadıklarına bakmasını isterdi...”

***  1941 senesinde Ellu henüz yedi yaşındayken, sevdiği amcası Nonis, bir katırın tekmelemesi sonucu vefat edecekti... “Onu köyümüze geri getirdikleri günü asla unutmayacağım” diye anlatıyor Ellu... “Yakın bir köyde bir panayıra gitmişlerdi yağ almaya... Sarp bir tepeye tırmanırken, katırlar yorulup durmuştu. Nonis amca arabadan inip iki katır arasında durup onları dürtmeye girişmişti. Aniden katırlardan biri ona öyle bir tekme savurmuştu ki büyük acı içinde sırtüstü yere düşmüştü... Ölmeden önce babamdan lütfen ailesine bakmasını ve oğlu için inşa etmeye başladığı terzi dükkanını bitirmesini istemişti. Öleceği malum olmuştu kendisine. Eğer yakınlarda bir hekim olsaydı, eminim kurtulabilecekti. Babam sözünü tuttu, Noni’nin eşi ve çocukları gelip bizimle kalmaya başladılar böylece...”

***  Ellu’nun babası Mihalis, katır arabasıyla Lefkoşa’daki pazarlara gidiyordu her birkaç günde bir ve burada pamuk, un ve buğday satıyor ya da bunları başka mallarla değiş-tokuş ediyordu. Aradaki mesafe 30 mil kadardı. Ellu biraz daha büyüdüğü zaman, bu seyahatlerde babasına eşlik ediyordu, potin ya da kumaş almaya ya da kentteki doktora görünmeye gidiyordu. Geceleyin katır arabasında uyuyordu çünkü ay çıkar çıkmaz yola çıkıyorlar ve böylece gündoğumunda Lefkoşa’ya varmış oluyorlardı... Arabanın bir de feneri vardı ki geceleyin bu şekilde seyahat ederken görülebilsinler... Ellu’nun annesi Eftihia, hırsızların ya da haydutların Mihalis’in arabasına saldırıp değerli kargosunu çalacağından korkuyordu ancak çok şükür hiçbir zaman böyle bir şey olmayacaktı...

***  Lefkoşa’da mal alış-verişi yaptıktan sonra Mihalis, Aşşa’ya ikindi vakti geri dönüyordu. Ertesi günü katırlarına bol bol buğday yediriyordu, böylece ertesi yolculuğa kadar kuvvetlenebiliyordu katırlar... Sonra birkaç saat uykuya yatıyor ve ay çıkar çıkmaz uyanıyordu... Eşine de “Ay çıktı, öyleyse gitme vakti geldi” diyordu. Bir gece Mihalis o kadar yorgundu ki, katırların dizginleri elindeyken, araba seyahat ederken uyuyakalmıştı. Birkaç saat sonra uyandığında şoke olmuştu: Katırlar kendi kendilerine Lefkoşa’daki pazara varmışlardı! Anlaşılan o ki, katırlar yolu ezberlemişti!

(Devam edecek)

(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).


1930'lu yıllarda Tumburu ailesi bir arada...


Kiriakos'un annesi Margaru Stilyanu, Melburn'da...