OKURLARIMIZ BİLDİKLERİNİ PAYLAŞMAYA DEVAM EDİYOR…
Bir Kıbrıslırum okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
“Atalassa parkında 1963-64 yıllarında öldürülmüş olan bazı Kıbrıslıtürkler, buraya gömülerek “kayıp” edilmişti…
O dönemler sanırım İngilizler veya Birleşmiş Milletler helikopteri bölge üzerinde uçuş yaptığı için, gömü yeri anlaşılmasın diye, hemen oraya bazı ağaçlar ekmişlerdi…
Hatta ağaç eken birisinin ölü bir Kıbrıslıtürk’ün bacağıyla karşı karşıya kaldığı da anlatılmaktaydı…
Gömü yerinin üzerine ağaçlar ekilerek gömü yeri gizlenmişti.
Ancak bundan 10-15 sene kadar önce, aşırı yağışlar nedeniyle bu bölgeden geçen dere taşmış ve 3-5 kişinin kemikleri açığa çıkmıştı…
Yetkili makamlara haber verilmiş ve bölgeye Lefkoşa’da hastanede çalışmakta olan bir adli tabip gelerek bu kemikleri almış ve devlete ait bir laboratuvara incelemek üzere götürmüştü… O günlerde bunların 64-65 yıllarında öldürülmüş olan bazı “kayıp” Kıbrıslıtürkler’e ait kemikler olduğu anlatılmaktaydı…”
Bu duyarlı okurumuza paylaştığı bu değerli bilgiler için çok teşekkür ederiz.
Hatırlanacağı gibi Atalassa bölgesine bazı “kayıp” Kıbrıslıtürkler’in öldürülerek gömülmüş olduğu yönünde pek çok yazımız, yıllar önce bu sayfalarda yer almıştı. Hatta bazı Kıbrıslırum şahitler de konuşarak, ailelerinin görgü tanığı olduğu bu bölgedeki olayları aktarmışlardı. Bir Kıbrıslırum şahidimiz, bu bölgeye getirilirken bir Kıbrıslıtürk’ün ayağından düşen ayakkabıyı babasının bulduğunu anlatmış, onunla birlikte 2009-2010 yıllarında bölgeye giderek bize olası gömü yeri göstermesini istemiştik ancak bizimle birlikte bölgeye geldiği halde çok korkmuş ve genel bir yer göstererek hemen oradan ayrılmak istemişti.
Kayıplar Komitesi Atalassa’da pek çok kazı yürütmüş ancak herhangi bir ize rastlamamıştı.
Konuyla ilgili olarak daha ayrıntılı bilgi sahibi okurlarımı isimli veya isimsiz beni 0542 853 8436 numaralı telefondan aramaya çağırıyorum. Kayıplar Komitesi’yle temasa geçmek isteyenler 181 ihbar hattını arayabilirler.
BASINDAN GÜNCEL…
“Arzuhallerin anlattığı: 1915’te Ermeni anne olmak…”
Nazan Özcan
Feminist Yaklaşımlar Dergisi’nin son sayısında, 1915-1918 arasında Ermeni kadınların Osmanlı Devleti’ne verdiği arzuhalleri inceleyen Zeynep Kutluata makalesi, bir dönemi arzuhaller üzerinden, doğrudan Ermeni kadınların sesinden okumanın çarpıcı gücüne sahip.
Feminist Yaklaşımlar Dergisi’nin son sayısında, 1915-1918 arasında Ermeni kadınların Osmanlı Devleti’ne verdiği arzuhalleri inceleyen Zeynep Kutluata, Ermeni kadınlar tarafından yazılan arzuhallerde vurgulanan noktanın tutuklanan, sürgüne gönderilen kişilerin suçsuzluğu olduğuna dikkat çekip “Kadınların birçoğu arzuhalleri anne/valide olarak imzalamışlar. Bu durum, kadınlar ve devlet arasında kurulan ilişkide anneliğin meşru bir kanal olabileceğine dair ipucu verir” diyor. Makale, bir dönemi arzuhaller üzerinden, doğrudan Ermeni kadınların sesinden okumanın çarpıcı gücüne sahip.
“22 Aralık 1915’ tarihli Maryam’ın arzuhali, Ermeni Soykırımı sırasında kadınların devlete yazdığı dilekçelerin tipik bir örneğidir” diyor Zeynep Kutluata ve devam ediyor: “Maryam yazdığı arzuhalde, Konya’ya sürülen oğlu Mesrob Hanaryan’ın İstanbul’a geri dönmesine izin verilmesini talep eder. Mesrob Hanaryan’ın Dersaadet’te, Gedikpaşa’da bir dükkânı vardır, aktarlık yapmaktadır. Dükkânında ‘kemâl-i namus’, ‘haysiyet’ ve ‘istikametle’ işini yapmakta, ailesinin geçimini sağlamaktadır. Ortada bir kanıt olmadığı hâlde, asılsız bir ihbar sonucunda ‘masum ve bigünâh olan’ Mesrob, İstanbul’dan sürülmüştür. Maryam, Mesrob’un sürülmesiyle birlikte kimsesiz ve çaresiz kaldığını, ailenin geçimini sağlayan tek kişiden de mahrum kaldıkları için yoksulluk ve sefaletle boğuştuklarını anlatır. Ailedeki bir diğer erkek Garabet oğlu Krikor ise Lüleburgaz amele taburunda yazıcı olarak askerliğini yapmaktadır. Maryam, bu nedenle Krikor’un karısı ve çocuklarının bakımını da üstlenmek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla maddi olarak çok zor durumdadır. Konya’da bulunan oğlunun İstanbul’a dönmesine izin verilmesini talep eder.” Maryam’ın ve diğer birçok Ermeni kadının 1915-1918 arasında yazdığı birçok arzuhali, Feminist Yaklaşımlar Dergisi’nin son sayısında Zeynep Kutluata’nın yazdığı makaleden öğreniyoruz.
Arzuhaller yazılır
Sabancı Üniversitesi Tarih Bölümü’nde bitirdiği ‘1. Dünya Savaşı Sırasında Osmanlı Kadınları ve Devlet’ başlıklı doktorasında konuyu işleyen Kutluata, çalışmasında Ermeniler tarafından devletin çeşitli kademelerine yazılmış yaklaşık 70 arzuhale ulaşmış. Bunların 55’ini Ermeni kadınlar yazmış. Kutluata, aynı dönemde kadınlar tarafından yazılan başka dilekçelerin de olduğunu belirterek “Arzuhaller ise, Ermeni kadınların, savaş ve soykırım koşullarında, çoğu erkek olan yakınlarını kurtarma çabalarının bürokratik düzeyde görünür hâli olarak tarif edilebilir” diyor. Ermeni kadınlar, yazdıkları arzuhallerin 45’inde kendilerini ‘anne/valide’ olarak, geri kalanında eş/zevce, kız kardeş/hemşire, arkadaş ya da diğer akrabalık bağlarıyla tanımlamış.
Masum çocukların anneleri
1915 sonrasında Ermeni kadınlar tarafından yazılan arzuhallerde öncelikli olarak vurgulanan nokta, tutuklanan, sürgüne gönderilen kişilerin suçsuzluğu. Anneler, çocuklarının meslek sahibi, çevreleri tarafından ahlâklı bilinen, ailelerinin geçimini sağlayan dürüst kişiler olduğunu vurgular. Ardından dile getirilen geçim sıkıntısıdır. Çünkü sürülen bu kişiler ailelerinin geçimini sağlayanlardır. Arzuhal yazan anneler, bu iki tema üzerinden devletten yapılan hatayı düzeltmesini, çocuklarının eve dönmesine izin vermesini isterler. Arzuhallerin çoğunluğu İstanbul’dan yazılır. Dilekçelerde kadınlar Osmanlı Devleti’ni çocuklarının siyasi bir faaliyette bulunmadığına, yani ‘masum’ olduklarına ve devlete bağlı olduklarına ikna etmeye çalışıyorlar. Bunun için de anneler İstanbullu (çünkü taşralı ve bekâr olanlar sürülüyor) veya Katolik olduklarını ısrarla vurguluyor ve vaftiz belgelerini dilekçeye ekliyorlar.
‘Gözyaşlarıyla istirham ederim’
Ermeni kadınların yazdıkları arzuhaller arasında Ermeni asker aileleri adına yazılan arzuhaller önemli bir yer tutuyor. Bu arzuhallerin çoğu İstanbul dışından yazılmış. Bu dilekçelerde aynı aileden bir kişi evinden sürülürken, diğerinin ‘vatan hizmeti’ yapmakta olduğu vurgulanır. 12 Mayıs 1915 tarihli bir arzuhalde Ağavni Fenerciyan, oğlunun Ayaş’a gönderildiğini söyler ve devam eder: “Oğlum tüm hayatını ‘kendi vatan-ı aslisi olan memalik-i Osmaniye’nin huzuru ve saadeti için çalışarak geçirmiştir.” Oğlunun tutuklanmasını ve sürülmesini gerektirecek bir faaliyetinin olduğu düşüncesinin dahi ‘ana yüreğini acıyla doldurduğunu’ ifade eder. Oğlunun “saffet ve hamiyetine, fikir ve mesleğinin doğruluğuna” güveni tamdır. Fenerciyan, arzuhalin sonunda gerekli soruşturmanın yürütülmesini ve oğlunun, ana kucağına (aguş-u madirâneme) gönderilmesini “gözyaşlarıyla rica ve istirham” eder.
‘Kâtip arzuhalim yaz böyle’
Setrak’ın annesi oğlunun Konya’dan dönmesini ister, Mari Ankara’da yaşayan akrabası Sofi’nin aslen İstanbullu ve Katolik milletine mensup olduğunu, evlendiği için Ankara’ya taşındığını belirterek, İstanbul’a dönmesine izin ister ve Sofi’nin vaftiz belgesini de ekler. Adana’ya sürülen Viçen Çarıkçıyan’ın kız kardeşi “şefkat ve merhamet sahibi devletin bu günahsız kuluna/kölesine/hizmetçisine merhamet göstermesini” ve ağabeyini İstanbul’a göndermesini ister, Püzantion gazetesi çalışanlarından Konya’ya sürülen Apik’in eşi, eşinin Osmanlı ruhuyla perverde tebaa-i sadıkadan bulunduğu” ortadayken, ailesinden koparılıp evinden sürülmesine izin verilmemesini” ister, oğlu Çankırı’ya sürülen anne “Yervant, Kumkapı’da ikamet eden bir balıkçıdır. Suçlu olmadığı gibi zaten cahil ve kendi lisanını dahi okur-yazar takımından bulunmadığı hâlde Çankırı’ya sürülmüştür. Yervant’ın katiyen “sui-hal’’ takımıyla’ birlikte hareket etmediği, evinin idaresiyle meşgul olduğunu” için geri gönderilmesini ister.
Kadınların hayatta kalabilme çabaları
Kutluata’nın ulaştığı arzuhallerin çoğu cevapsız kalmış, ama birkaçına verilen cevapta da arzuhal verilen kişilerin ya “fesad” ve “şer” gruplarıyla ilişki olduğu ya da “adi suçtan” gönderildiği gibi “hata olmadığı” ifade edilir ve hiçbir olumlu bir sonuç çıkmaz. Yani devlet geri adım atmaz.
Kutluata, “Bu arzuhaller, Ermeni kadınlar açısından hayatta kalabilme çabalarını açığa çıkarır” diyor ve devam ediyor: “Kendilerini aile içindeki pozisyonlarına göre tanımlayan kadınların birçoğu arzuhalleri anne/valide olarak imzalamışlardır. Bu durum, kadınlar ve devlet arasında kurulan ilişkide anneliğin meşru bir kanal olabileceğine dair ipucu verir. Anne/valide olarak arzuhal yazan kadınlar, çocukları için devletten klasik anlamda ‘ricacı’ olmuşlardır. Çocuklarının masum olduğunu, suçları kanıtlanmadan, adil bir soruşturma süreci işletilmeden tutuklandıklarını, sürüldüklerini söylemişlerdir. Çocuklarının Osmanlı Devleti’ne ve fikrine sadık bireyler olduklarını vurgulamışlar, bir anlamda, devletin bunun farkına vararak hareket etmesini istemişlerdir. Arzuhaller aracılığıyla, Ermeni annelerin, devletin çocuklarını koruma görevinde başarısız olduğunu ima ettiği söylenebilir. Bu bağlamda, bu dönemde Ermeni anne olmak, vatandaş olarak neredeyse bir imkânsızlık pozisyonudur.”
(AGOS – Nazan ÖZCAN’dan aktaran Yüzleşme Atölyesi – 15.4.2019)