Polonya’da toplama kamplarında inceleme yaparak Psikodrama Atölyeleri’ne katılan Kayıplar Komitesi psikoloğu Ziliha Uluboy anlatıyor…
Geçtiğimiz Temmuz ayında Polonya’da Auschwitz ve Birkenau toplama kamplarında incelemelerde bulunan ve Psikodrama Atölyeleri’ne katılan Kayıplar Komitesi psikoloğu Ziliha Uluboy, Soykırım esnasında kurban olmuş olanlarla, olaylara karışmış saldırgan tarafın çocuklarını, torunları bir araya getiren atölye çalışmalarından çok etkilendiğini anlattı. Polonya’daki toplama kamplarında gördüklerinden çok etkilendiğini belirten psikolog Ziliha Uluboy, sorularımızı şöyle yanıtladı:
*** İkinci ve üçüncü gün neler yaptınız?
İkinci ve üçüncü gün yine tam gün şeklinde Auschwitz II-Birkenau kampına gittik. Belgesellerden izlediğim ve beni her zaman çok etkileyen yerde durmak, o kapıdan içeri girmek, gözümün görebildiği yere kadar uzanan çok büyük bir alandı, kendimi çok kötü hissettim. Kampın etrafı sadece tellerle çevrili, tabi o zaman teller elektikliydi, açıkçası ben yüksek duvarlar bekliyordum. O dönemde civarda bulunan evler vardı. Yani onlar bu duruma tanıklık ediyordu. Kendimi orada kalan biri olarak düşündüğümde çıplak, çaresiz, korku içinde hissettim. Son günümüzde Auschwitz II-Birkenau kampında her katılımcının seçtiği, istediği ritüeli hep birlikte yaptık. Ben de veda etme ritüelini yaptırdım. Bir kaybın arkasından veda etmenin veya edebilmenin önemini çok iyi biliyorum. Hepimize iyi gelmişti.
Kamp turlarımızdan sonra gece geç saatlere kadar psikodrama yaptık. Diğer katılımcıların çoğunluğu psikodramayla tanışıklıkları vardı. Ben ilk kez psikodramanın içine girdim. Bu yüzden belki de benim için çok ağır geçti.
Ben psikodramalarımda kendi coğrafyamın, kendi ailemin travmalarını canlandırdım. Sınırlar açıldıktan sonra anneannem ve dedemle doğdukları köye gittik. Evleri yıkılmıştı, yerini tanımakta bile zorlandılar. Ancak kocaman bir badem ağacı vardı ve ondan evin konumunu belirleyebildiler. O ağacı onlar ekmişti sanıyorum. Anneannemin ne kadar üzüldüğünü, hasta olduğunu hatırlıyorum. Ben ailemden bu hikayeyi anlatırken yaşlı bir Yahudi de hemen hemen aynı olayı bir badem ağacı ile yaşadığını anlattı ve o kadar çok ortak yanı vardı ki hikayemizin birlikte ağladık. Biz neye ağladık diye düşündüm. İkimiz de savaşı, zorunlu yer değiştirmeyi, kaybetmeyi direk yaşamamıştık. Bize kuşaktan kuşağa aktarılan travmalarımıza ağlamıştık.
*** Polonya'da öğrendiklerinizi Kıbrıs'a nasıl aktarmayı düşünüyorsunuz?
Bu süreçte en temelde öğrenilen ötekini kabul etmektir. Kurban ve saldırgan olarak içselleştirdiğimiz rollerimizi keşfettik. Bu deneyim bizi “diğeri” ve “farklı” olan ile karşı karşıya gelmeyi deneyimlettirdi. Bu afftemeyi veya uzlaşmayı getirmez elbette ancak acılarımızı iyileştirebilir.
Kıbrıs için konuşacak olursak; bu gibi atölye çalışmalarının yapılması zaruridir ve başlamak için geç da kalınmıştır. Tabii her zaman nereden dönersek kar mantığı ile gitmek gerekir. Çözüm sürecinde bu gibi çalışmaların beraber gitmesi elzemdir. Kayıp Şahıslar Komitesi’nde uzun yıllardır çalışıyor olmamdan ve oradaki deneyimimden rahatlıkla söyleyebilirim. Kıbrıs’ta iki toplumun çok büyük oranı zorunlu yer değiştirdi, ölümler, kayıplar yaşandı. Kayıp dediğimiz sadece kişi olmayabilir; evlerini, çocukluklarını, köklerini, ağaçlarını da kaybettiler. Birinci derecede bu acı olayları yaşayan nesil vardır, bir de onlardan sonra gelen nesiller. Sonraki nesiller bu olumsuzlukların etkileri ile büyürler. Hep karşı tarafı ötekileştirme ve düşmanlaştırma vardır. Soykırım’dan farkımız; Kıbrıs’ta her iki tarafta da kurban ve saldırgan vardır. Ama her iki taraf kendini kurban ötekini düşman ilan ederek acısını hafifletmeye çalışır. Bu durum bir yandan iyi olmakla birlikte birbirini anlamamayı, ayrışmayı, bir araya gelememeyi, diyalog oluşumunun sağlanmamasını getirir.
Önerim her iki toplumdan çeşitli yaş gruplarına ancak benzer yaş grubu olacak şekilde küçük gruplar halinde bir araya gelmek, gerçeklerle yüzleşmek, birbirlerini anlamaya çalışmak ve diyalog yolunu açacak atölye çalışmalarının çok faydası olacaktır.
*** Kuşaklar arası travma iletimi nedir ve toplumu nasıl etkiler?
Savaş, zorunlu yer değiştirme, kayıp travmasını kuşaklar arası ileterek diğer kuşağın da aynı veya benzer derecede etkilenmesidir. Yaşlıların, bir çocuğun yedi kuşaktan çektiği söylemi aslında tam da budur. Yaşanmamış olayların, duyguların yaşanmışçasına hissedilmesi, onlar gibi davranmasıdır. Travmaların yeni nesillere aktarılması iki toplumun bir araya sağlıklı fikirlerle gelmesini engeller.