Neriman Cahit
Yer yer kesilerek, ara vererek de olsa, heyecandan aklım kitapta olarak yaptığım işler yarım yamalak da olsa… Nihayet bitirebildim: Gürkan Uluçhan’ın: ‘Keçi boynuzu’ adlı kitabını… Kitap, Khora Yayınlarının (22.) eseri…
“Gürkan, benim çok uzun süredir tanıdığım, sevdiğim bir genç Hukukçu…” diyecektim ama… yetmez… O, sürekli okuyan, yazan, yaratan biri. ‘Keçiboynuzu’ onun: “* Cin Seti (şiir), * Ahna Kitabı (Novella) ve * Zamanın Aşkı (öykü) kitaplarından sonra çıkardığı dördüncü kitabı; ki, (289) sayfalık başarılı bir roman.
Kitaplarının yanında, film senaryoları yazmış ve tüm saydığım alanlarda çalışmalarını sürdüren genç / başarılı bir avukatımız…
***
Romanın girişinde gerçekten de okuyacak olanın ilgisini daha da artıran:
• Keçiboynuzu Adası’ndaki katili / katilleri arayanlar:
• Keçiboynuzu Adası’ndaki cinayetlerle ilgili kişiler konusunda da, insanın merağını daha da artıran öylesine notlar eklemiş ki yazar… (Adeta okuyucunun sabrını dener gibi…)
Yazar: Karakter oluşturmaktan, bu karakterleri tüm ilişkilerini sergilemekten, zaman örgütlemeye… Ve tüm bunları yaparkenden de… Bir roman yapısı ve duygusu oluşturmamın içeriksel edebi sürecini başarıyla tamamlıyor…
***
Ben bir konuda da- yeni çıkan her eseri için – yazarlarımıza, aydınlarımıza teşekkür etmek istiyorum… Çünkü bizde:
“Sanılıyor ki bir kimse, biraz bir şey öğrendi mi, onu çevresine öğretebilir… Ama, yanılıyorlar; çünkü: “Kendileri iyi yetişmemiş kimseler, gerçekten öğretici olamazlar…
***
İşte bu yüzden ben en çok ihtiyacımız olan şeyin: UMUT ve GERÇEK AYDIN” olduğuna inanıyor…
Ve, bu yolda çaba gösterenleri yürekten kutluyorum…
Tıpkı, Gürkan Uluçhan’ı kutladığım… Ve, bu kitabı okuyup paylaşanları kutlayacağım gibi…
/////////////////////////////////////////
Tarihi Sadece Uluslar Yazmaz…
YA KİŞİLERİN TARİHİ
Neredeyse, kendine geldi geleli, sömürgecilikten kurtulamayan ülkemizde, biriken sorunları çözmek kendi elimizde olmadığına göre… birçok sorun kemikleşerek ve yenileri de eklenerek, günümüze gelmiştir.
Doğal olarak da, sürekli oluşan bu yaralarda biriken cerahat, tüm çürük ve kokularıyla birlikte kendini bu günlere taşımıştır.
Çocuklarımız, gençlerimiz (aslında kendimiz için de) artık yapmamız gereken, geçmişimizi adım adım masaya yatıracak – özeleştiri kalburundan geçirip – yeniden, bu güne, gün ışığına çıkarıp, “Özeleştirilerimizle” yeniden değerlendirip – hiçbir şeyi saklamadan – yeni kuşaklara teslim etmektir…
Doğaldır ki, bu teslim, yeni bir hedef için değil, bizim hatalarımızdan, onların çıkaracakları dersler ve deneyimler içindir…
***
Niçin mi…
Çünkü ve hala, “hazır ya da gelişigüzel reçetelerle, hastanın / hastalığın, hangi ilaca olumlu tepki gösterdiği bilinmeden yapılan yaklaşımlar, eğer uzun süre daha devam ederse hasta daha da ağırlaşacak… V e, belki de ölecektir…
***
Tarihi, sadece uluslar mı yazar…
Ya, kişilerin tarihi…
Ki, yaşadığımız her anı, bizim için biriktiren, yaşanmış zamanların asla silinip gitmesine izin vermez…
Biz yaşarız, tarih kaydeder… Ve bir kenara atılmış, unutulmuş her hayat parçasını, “bireysel ve toplumsal tarihimizi” oluşturmak için saklar…
Doğanın ve toplumun yasalarına bağlı, ‘başı-sonu belirlenmiş hayatlarımızı’ özgürleştirmek için verdiğimiz tüm savaşları ‘gülümseyerek’ izler… Ama, yaşadığımız her olay ve akıp giden zaman onu besler…
Böylece, daha yaşarken tükettiğimiz anılarla, ‘bireysel tarihimiz’ oluşmaya başlar…
***
Biz onu çağırmasak da, tarih asla peşimizi bırakmaz… Binlerce yıldan beri biriktirdiği olaylar, duygular ve kayıtlarla, soluğu hep ensemizde, dokunuşu tetiktedir…
Genel tarihimiz kadar, “bireysel tarihimiz” de önemlidir…” Dünyanın tarihi, dünyanın kararıysa eğer, bireysel tarihimiz de, kendi kararımız mıdır?
Peki, bireysel tarihimize hükmedebilir miyiz? Bize acı veren kayıplarımızı, ‘kazanca’ çevirebilir miyiz? Tutkularımızı, bizi çaresiz bırakan aşklarımızı kontrol edebilir miyiz?
Bireysel tarihimizi, kendi kararımızla, dilediğimiz gibi yazabilir miyiz?
***
Bireysel tarihimize egemen olamadığımız için midir, ‘İktidar Savaşlarındaki’ acımasızlığımız…
Gelecek zamanlar nasıl ‘doğumu’ çağrıştırıyorsa, geçmiş zamanlar da ‘ölümü’ çağrıştırdığından, tarih bazıları için ürkütücü olabilir…
Egemen olan tarih anlayışına göre hem toplumsal hem de bireysel olarak bir “ölüler kitabıdır” tarih…
Kimsenin, gerçek anlamda kapağını açmak istemediği bir kitap… Ama,
“geçmiş, bazıları için ürkütücü olsa bile, taşıdığı ‘gizli zamanlar’ yüzünden… ‘Esrarlı ve çekici’ değil midir…
***
Geçmişin tüm izleri, bize… Önceliklerin zevkleri, nasıl yaşadıkları, kültürel sınıfları konusunda işaretler vermez mi?
Ve insanın kendini tanıması, geçmişini tanımaktan geçmez mi…
***
Tarih akıyor…
Bazen bulanarak ama donmadan ve durmadan…
Hep akıyor…