2004 yılını ve Annan Planı dönemindeki toplumsal heyecanımızı hayal meyal hatırlarım. Şu anda üniversite çağına gelmiş ve yeni yeni düşünsel kimliğini oturtmaya başlamış genç neslin ne yazık ki tecrübe etmediği bir dönemdir o dönem. Dönemin Kıbrıs sorununa etkisi ise diğer dönüm noktalarından farklıdır. Çünkü sürecin sonunda adanın yarısı fiilen Avrupa Birliği'ne girmiş, diğer yarısı ise dışarıdan içeriye bakar durumda bırakılmıştır. O günden sonra da Kıbrıs sorununu Avrupa Birliği'nden ayrı olarak okumak mümkün olmamıştır.
Peki, nedir Avrupa Birliği? Nasıl okunmalıdır? İlk adımlarını Avrupa Ekonomik Topluluğu olarak atmış olan bu sistemin hayatımıza en fazla etki edecek yönlerinden biri serbest piyasa ekonomisi olmasıdır. Özellikle ülkemizde serbest piyasa ekonomisi, sol ideoloji tarafından pek benimsenmez. Benimsenmez de Kıbrıs sorununu çözmek uğruna bu hoşnutsuzluk sineye çekilir. ‘Bu seferlik’ kabul edilir.
Avrupa Birliği konusunda konuştuğumuz ekonomistlerin ve uzmanların bize ısrarla hatırlattıkları bir konu vardır: Avrupa Birliği serbest piyasa ekonomisidir ve buna hazırlıklı olunmalıdır. Örneğin olası bir anlaşmadan sonra Lefkoşa’ya bir süpermarket zinciri şube açabilir. Ve raflarında Avrupa’nın başka bir kentinde üretilen ve daha ucuza mal edebileceği ürünleri tercih edebilir. Özellikle bu gibi şirketlerin yerelden almayı tercih ettiği ürünler konusunda uzmanlaşmamız ve üretimimizi odaklama konusunda planlama yapmamız gereklidir.
Tabii konu sadece raflarda yer bulacak ürünleri üretmek değildir. Konu bu geniş pazara girmemiz halinde ekonomik olarak varlığımızı nasıl sürdürebileceğimizi planlamamızdır belki de.
10 yıl öncesine dönecek olursak ekonomik olarak hayatta kalmanın yöntemi ülkemiz için barizdi. Birleşik Krallık‘ta tüm hayatını güneş görmeden, denize giremeden ve küçücük apartman dairelerinde geçirmiş İngiliz vatandaşları akın akın KKTC’ye gelmekteydi. Gelirken getirdikleri emeklilik ikramiyeleriyle almak istedikleri tek şey ise denize yakın mesafedeki evlerdi. Dahası aylık emeklilik maaşlarını da KKTC ekonomisinde harcamaya hazırdılar ve ülke ekonomisine sürekli bir artı sağlama potansiyelini taşıyorlardı.
O zaman mevcut olan bu ekonomik fırsat, çekirge sürüsü gibi bu kaynağı yok ettiğimizden dolayı bugün pek mümkün değil. Ülkemize gelen yabancılar dolandırıldı, kandırıldı ve pek çoğu arkasına bile bakmadan bu adayı terk etti. Ekonomimizin temel taşlarından biri olabilecek bu potansiyel ise aniden tüketildi.
Ekonomimizde önemli bir yer tutabilecek bir diğer sektörümüz ise eğitim. Hedefimiz ise eğitim adası olmak. Art arda yeni üniversiteler açmamıza rağmen öğrencilerin yaşamını kolaylaştıran şehirlerimiz yok. Kapsamlı toplu taşıma sistemleri ile öğrencinin ulaşımını sağlamayı düşünmüyor, konut alanlarından soyutlanmış eğlence mekanlarını yaratmıyor ve öğrencinin kentte kalabileceği ucuz alternatifleri sağlayamıyoruz. Durum bu olunca 10 yıl önce yaşadıklarımızı tekrar yaşama ve bu sektörü de tüketme tehlikemiz ortada.
Henüz potansiyelinin sınırlarını fark etmediğimiz bir diğer sektörümüzse turizm. Doğrudan uçuşların başlama ihtimali, birçok kültürün izlerini taşıyan kentlerimiz ve kıyı şeridimiz ile birlikte adamızı dünyanın en çekici turizm merkezlerinden biri haline getirme potansiyeline sahibiz. Fakat böylesine değerli bir turizm potansiyelimiz varken, turistlere sunduğumuz olanaklar yok denecek kadar az. Öncelikle turistlerimize ne şehirleri gezebilmeleri için, ne de şehirlerarası ulaşımları için toplu taşıma sunmuyoruz. Bunun yanında her noktası tarih kokan kentlerimizde müzelerimiz ve tarihle birleşmiş kentsel ortak mekanlarımız yok denecek kadar az.
İstanbul’da bir turist tüm tarihi mekanlara girişini ve ulaşımını belediyeden alacağı bir kart ile yapabiliyorken, bizlerin küçücük adamızda böyle bütünlüklü bir sistem oluşturma girişimimiz olmaması üzücü. Bu hassas konulara önem vermemeye devam ettiğimiz takdirde, adamızın potansiyeline ulaşması pek mümkün görünmüyor.
Tüm bu sektörlere ek olarak güneş enerjisi ihracat potansiyelimiz de keşfedilmeyi bekliyor. Daha önceki köşe yazılarımda belirttiğim gibi ülkemizin Avrupa’ya nispeten büyük bir güneş enerjisi potansiyeli var. Fransa’da geçtiğimiz yıl uygulama konulan yasa çalışmasına benzer bir şekilde, her evin çatısına güneş paneli koyarak yenilenebilir enerji toplamamız mümkün. Özellikle enterkonnekte sisteme bağlanmamız halinde adamız güneş enerjisi ihracatı yapan bir ülkeye dönüşme yönünde ilerleyebilir.
Tüm bu fırsatlar ve sektörler elimizde olan birçok seçeneğin arasında sadece birkaçı. Bu sektörleri geliştirip ülke ekonomisinin temel taşları haline getirmemiz ise yine bizlerin elinde. Tabii planlar yapılırken sadece ilgili sektörlerin ele alınacağı dar bir çerçeveden bakılmamalı. Sektörlerin hizmet edeceği birey ve kesimlerin odakta olacağı çalışmalar yapmak çok önemli.
Bu odakta bazen turistler, bazen öğrenciler ve bazen de halkın kendisi olmalı. Ancak bu yöntemle birlikte kullanıcıların hayatlılarını mekanlarımızda, şehirlerimizde ve ülkemizde doğru planlayabilecek ve ilgili sektörlerin başarısını sağlayabileceğiz. Aksi takdirde Avrupa Birliği, kalkınmamızı değil yok olup gitmemizi hızlandıran bir katalizörden farklı bir görev görmeyecek.