Romans Mapolar
Bir pilot dava olan Loizidou davası Taşınmaz Mal Komisyonu’nun (TMK) tanınmasıyla sonuçlanan Demopoulos (vd) – Türkiye davasının öncesinde açılmıştır.
Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) Rumlar tarafından açılan 1400 civarında dava da emsal teşkil eden Loizidou kararının verilmesinin ertesinde aktif hale gelmiş, AİHM tarafından gündeme alınmıştır.
AİHM, açılan davaların 36’sını mülk sahiplerinin mülklerine erişimlerinin engellendiği gerekçesiyle, kullanım kaybı tazminatı kararı vererek sonuçlandırmıştır.
Demopoulos kararından sonra geri kalan davalar iç hukuk yolu olan TMK’ya yönlendirilip, AİHM listesinden çıkartılmıştır.
Hiç kuşkusuz Bayan Loizidou’ya, sadece kullanım kaybı tazminatı verildiği için, taşınmaz malına karşılık iç hukuk yolu olan TMK’ya başvurarak, tazminat, takas veya çok sınırlı da olsa iade talebinde bulunması yolu açıktır.
Uluslararası Hukuk’a göre, terkedilen herhangi bir taşınmaz malın hukuken el değiştirmesi için, TMK’nın giderim yöntemi olan takas, tazminat veya iade seçeneklerinden biriyle tazmin edilmiş olması şarttır.
Delegeler Komitesinde Görüşülen Bir Konunun Gündemden Çıkarılması
İhlaller tam olarak giderilmeden Delegeler Komitesinde görüşülen bir konunun gündemden çıkarılması mümkün değildir.
İhlal kararına konu olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ilgili hükümlerinin gereğini yerine getirmek için eğer hükmedildiyse başvurana tazminat ödenmesi, eski hale iade, tekrar yargılama, iç hukuk yollarında değişiklikler yapılması veya yeni düzenlemeler getirilmesi istenebilir.
TMK Yasası, AİHS ile uyumlu olduğu için değişikliğe gerek duyulmadan icra süreci durdurulmuştur.
Aslında, ihlallerin giderilmesi sorumluluğumuz Delegeler Komitesinde uzun yıllardan beri tartışılmamalıydı.
Amaç TMK’nın Çalışmalarını Durdurmaktı
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) tarafından Loizidou davasının Delegeler Komitesine taşınmasının esas amacı, mülkiyet konusunun hukuki değil siyasal bir sorun olduğu imajını yaratarak Türkiye’yi zora sokmak, terk edilen taşınmaz malların el değiştirmesini engellemek ve TMK’nın çalışmalarını durdurmaktı.
Delegeler Komitesi Süreci
Bu konuya ilişkin olarak AİHM, TMK’nın etkinliğini Demopoulos davasında verilen kabul edilemezlik kararında değerlendirmiş ve söz konusu yargı erkinin “Kıbrıslı Rumlara ait mülklere yapılan müdahaleler hakkındaki şikâyetler bakımından erişilebilir ve etkin bir tazminat çerçevesi sağladığı” kanaatına varmıştır (bkz. Demopoulos vd. – Türkiye Davası, esas karar para. 127).
Daha sonra, Eleni Meleagrou vd. - Türkiye davasında AİHM tarafından, kuzey Kıbrıs’ta oluşturulan iç hukuk yolunun meşruluğu bir kez daha onanmıştır.
Loizidou AİHM tarafından iç hukuk yolu olan TMK’ya yönlendirilmesine karşın taşınmaz malının iadesi konusunu Avrupa Konseyi Delegeler Komitesi’ne taşımakta ısrarcı olmuştur.
Türkiye Loizidou davasından Neden Sorumlu Tutuldu
18 Aralık 1996 tarihli Loizidou v. Türkiye davası hükmünde, Büyük Daire olarak görev yapan AİHM, Türk Hükümeti’nin, mülkiyetin korunmasını düzenleyen Sözleşme’ye Ek Protokol 1 Madde 1’i ihlal ettiğine hükmeder.
Türkiye, Loizidou başvurusuna yer itibarıyla bağdaşmazlık ilkesi (ratione loci) temelinde itiraz eder. Yakınma konusu olayların Türkiye sınırları dışında oluşması nedeniyle AİHS’den kaynaklanan yükümlülüğün kendi yargı yetkisi alanı dışında kaldığını savunur. Türkiye’nin yer itibariyle yargı yetkisi olmadığı iddiasıyla yaptığı itiraza karşı AİHM, AİHS’e taraf bir ülkenin kendi sınırları dışında yaptığı askeri etkinliklerden veya uygulamalardan ötürü sorumlu tutulabileceği ve bu türden sınır ötesi olaylardan etkilenen bireylerin ilgili ülkenin denetim ve otoritesi altında sayılabileceği görüşünü benimser.
AİHM, Loizidou hükmünde, KKTC’nin bağımsız bir otorite olduğu gerçeğini dışlar. KKTC’de bulunan askeri yoğunluğu da dikkate alarak, “etkin denetim uygulayan otorite” olarak Türkiye”yi sorumlu tutar. AİHS’in 1’inci maddesinde düzenlenen yargı yetkisi “jurisdiction” kavramını geniş yorumlayarak, KKTC topraklarını, Türkiye’nin hukuki yetki alanı dâhilinde kabul eder. KKTC sınırları içinde ortaya çıkacak AİHS ihlalleri bakımından uluslararası sorumluluğun bağımsız bir otorite olan KKTC’ye değil, etkin denetim uygulayan Türkiye’ye yüklenebileceğini hükme bağlar.
KKTC’nin mülkiyet uygulamasını haklı göstermek için, gereklilik doktrini (necessity doctrine) ve mülkiyet haklarının toplumlararası görüşmelerin konusu olduğu ileri sürülür; ancak bu savunmalar benimsenmez.
Güney’de evlerinden edilmiş Kıbrıslı Türklerin yeniden konuşlandırılmaları gereksiniminin, tazminat ödenmeksizin mülkiyet haklarının yadsınmasını nasıl haklı çıkaracağı, AİHM’e göre yeterince açıklanmış sayılmaz, (bkz. a.g.k. parag. 46).
Türk Hükümeti, Loizidou davasında, başvuranın mülkiyet hakkını KKTC Anayasasının 159 (1) (b) (c) maddesine ve İTEM Yasasına göre kaybettiğini ileri sürer.
KKTC’de terkedilmiş veya sahipsiz taşınmaz mallarla ilgili en belirleyici kural, 1985 KKTC Anayasasının 159 (1) (b) (c) maddesinde yer almaktadır.
“Kıbrıs Türk Federe Devletinin ilan edildiği 13 Şubat, 1975 tarihinde terk edilmiş bulunan veya söz konusu tarihten sonra yasanın terk edilmiş veya sahipsiz taşınmaz mal olarak nitelendirdiği veya hüküm veya tasarrufu kamuya ait olması gerekli olup da aidiyeti saptanamamış olan tüm taşınmaz mallar, bina ve tesisler... Tapuda böyle kayıtlı olup olmadığına bakılmaksızın, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin mülkiyetindedir ve tapu kayıtları buna göre düzeltilir.
Anayasanın159 (1) (b) ve (c) maddesine ve İTEM Yasası olarak bilinen “41/1977 sayılı İskân, Topraklandırma ve Eşdeğer Mal Yasası’na dayanarak KKTC tarafından, güneyde eşdeğer mal bırakıp, feragatname imzalayanlara tapu senedi (koçan) verilirken, güneyde eşdeğer bırakmayanlara da tahsis belgesi verilir. Daha sonra 1995 yılında, İTEM Değişiklik Yasası çıkartılır ve tahsisten hak sahibi olanlara da koçan alma hakkı tanınır.
AİHM’in önünde Başvuranın mülkiyet hakkını nasıl kaybettiğine ilişkin başka bir olgusal gerçek olmadığından, Başvuranın mülkiyet hakkını salt Anayasa’nın ve ITEM Yasası’nın bu düzenlemelerine göre kaybetmesinin doğru olmayacağı kanısına varılır, (bkz.Loizidou - Türkiye davası parag. 46).
Türkiye KKTC sınırları kapsamında kalan etkilemiş taşınmaz malların (1974’de terkedilen veya Yasa gereği terk edilmiş sayılan Rum malları) ihlalinden bu gerekçelerle sorumlu tutulur.
AİHM’inAnayasanın 159 (1) Maddesini Tanınması
Demopoulos davasından önce görülen Xenides-Arestis davası da Demopoulos davası gibi bir pilot davaydı. Bu davadaki örnek hüküm usulü, Demopoulos davası kapsamındaki konu sekiz davada da izlenerek, kabul edilebilirliklerine ilişkin karar verilecekti. Xenides-Arestis davasında AİHM, TMK’nın oluşumuyla önerilen iç hukuk yolunun “ilkesel olarak” yeterli olduğu sonucuna vardıysa da ilke kararının açılımını ve ulaştığı bulgular ışığında AİHS’in ilgili maddelerinin yorumunu yapmamıştı.
AİHM, Demopoulos davasında Anayasa Mahkemesinin 3/2006 sayılı davadaki hükmüne dayanır ve AİHS maddeleriyle çelişen ve eski sahiplerini mülkiyet haklarından yoksun bırakan, Anayasa’nın 159’uncu maddesi gibi maddelerinin yasal sayılamayacağı iddiasını bu kez şöyle değerlendirir:
“Anayasa’nın 159 (1) (b) maddesinin yürürlükten kaldırılmamış olduğu doğrudur, ancak, uluslararası hukukun ileri sürdüğü görüş ve bu Mahkeme’nin tespitleri dahili KKTC ulusal makamlarınca, özellikle de, bahsi geçen mevzuatın Kıbrıslı Rum mal sahiplerine mallarının mülkiyetinin iadesine ve onlara tazminat ödenmesine izin verir şeklindeki yorumu üzerinde ısrarcı olan KKTC Anayasa Mahkemesince kabul edilmektedir”, (bkz. Demopoulos v/d – Türkiye Davası para. 107).
İç Hukuk Yollarının tanınmasının Fiili Bir idarenin Tanınması Anlamına Geleceği İddiası
Demopoulos Davasında, GKRY tarafından ileri sürülen, iç hukuk yollarının tanınmasının fiili bir idarenin tanınması anlamına geleceği iddiasını AİHM, “Namibya İlkesine” gönderme yaparak yanıtlar. Buna göre; bir bölgenin idaresinin yasallığı uluslararası toplulukça tanınmıyorsa bile, “bu gibi bir durumda… uluslararası hukuk belirli yasal düzenlemelerin ve işlemlerin yasallığını tanır ve kabul eder… Bunların etkileri yalnızca bölgenin sakinlerinin zarar görmesi durumunda göz ardı edilebilir.”
Bu saptamalardan sonra AİHM, 67/2005 sayılı TMK Yasası’nın Kıbrıslı Rumların şikâyetleriyle ilgili erişilebilir ve etkili bir telafi yöntemi sağladığı sonucuna varır. Davacılar bu olanaktan yararlanmamışlardır. Bu nedenle 1 no'lu Protokol’ün 1’inci maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlaline ilişkin iddialar, AİHS’e göre iç hukuk yolları tüketilmediği gerekçesiyle reddedilir.
Mülkiyete Yönelik Adalet Sorunu
Mülkiyete yönelik adalet sorunu, halef (ardıl) rejimler tarafından genellikle miras alınan, geçmişe dönük olarak mağdur olanları tazmin etme maksatları ile ileriye dönük siyasi çıkarlar arasında çatışmalar yaratan, karışık geçenekleri olan bir yapıdır.
Geçmişin kötü mirası hakkında neler yapılabileceğiyle ilgili tartışmalar giderek derinleşmektedir.
Kuşaklar arası adalet sorunu kalıcılaşmaktadır.
Çözüm Klavuzu Uluslararası Hukuk Olmalıdır
Ne var ki, sürdürülebilir ve onurlu bir yaşama geçiş süreci faktörü, değişik beklentileri güçlendirmekte, farklı bir dengeye gereksinme duyulmasına neden olmaktadır.
Uluslararası Hukuk, kendi ilkeleriyle uyumlu bulduğu fiili bir idarenin yasalarını ve idari işlemlerini tanır. Çakışan iddiaları dengelemek adına tarafların çakışan birey ve toplum hakları ile menfaatlerini göz önünde bulundurma hakkına saygı duyar.
Fiili olarak geri dönme ve yeniden sahip olma yerine etkilenen taşınmaz malların makul oranda yeterli tazminat veya takas yoluyla çözümünü Uluslararası Hukuk onaylar.
Aslında bu bağlamda, zaman faktörünün yerinden edilen şahıslarla, paydaşların haklarının dengelenmesinde belirleyici olacağı görüşünü benimseyen Uluslararası Hukuk; yol, yöntem belirleyen, ışık tutan, vazgeçilmez bir çözüm kılavuzu konumundadır.