Avrupa nereye koşuyor?

Tümay Tuğyan

 

Avrupa Parlamentosu seçimlerine geri sayım sürüyor.

Mayıs sonu yapılacak seçim yaklaştıkça, seçim sonuçlarına ilişkin kaygılar da artıyor.

Avrupa’yı kasıp kavuran ve yaklaşık 27 milyon insanı işsiz bırakan ekonomik kriz nedeniyle, AB vatandaşlarının aşırı uçlardaki siyasi partilere yönelme eğilimi, bu kaygıların ana nedeni.

Özellikle iflasın eşiğine gelen ülkelerde ‘durumun toparlanabilmesi’ adına devreye giren Troyka’nın uyguladığı kemer sıkma politikaları, bu ülkelerde AB’ye karşı ciddi boyutta bir tepki oluşmasına sebep oldu.

Yunanistan, İtalya, İrlanda, İspanya, Portekiz ve Kıbrıs gibi ülkelerin vatandaşları, esasen AB içerisinde bir ‘Bankacılık’ krizi olarak baş gösteren krizin bedelini, haksız biçimde kendilerinin ödediği düşüncesinde.

Bu düşünce, hükümetler üstü bir merkezin politikalarıyla bütünleşme isteğini değil, tam tersine ulusal hükümetlerin güçlenmesi talebini körüklüyor.

Yani AB karşıtı ulusalcı cepheler, giderek güç kazanıyor.

Diğer yandan, ekonomik kriz AB içerisinde iş gücü hareketliliğini de yoğunlaştırmış durumda.

Ekonomileri güçsüz olan ülkelerden güçlü ekonomilere yönelen iş gücü göçü, bu ülkelerde milliyetçi partileri kuvvetlendiriyor.

Güney Avrupa ülkelerinde olduğu gibi değilse de, örneğin İngiltere’de de işsizlik var.

Ve Polonya’dan gelen işçiler, İngiliz milliyetçi çevrelerini rahatsız ediyor.

Benzer şekilde örneğin Bulgar ve Romen göçmenler de Almanya’da aşırı sağcı partilerin hedefi haline gelmiş durumda.

Yunanistan’da adeta bir suç örgütü olarak çalışmakta olan neo nazi Golden Dawn yani Altın Şafak partisi, liderlerinin ve önde gelen yöneticilerinin hapiste olmasına rağmen, hâlâ Mayıs ayında yapılacak seçimlerde parlamentoya girmeye aday.

Yükselen sağın en bariz örneklerinden biri ise Fransa’daki Ulusal Cephe.

Aynı zamanda Avrupa Parlamentosu üyesi olan Marine Le Pen’in başkanlığındaki Ulusal Cephe, birçok diğer AB üyesi ülkenin aşırı sağdaki oluşumlarıyla ittifak içerisinde.

Hedef, yeni parlamentoda aşırı sağ bir grup kurabilecek güce erişmek.

Fransa’da Avrupa Parlamentosu seçimlerine yönelik olarak yapılmakta olan son kamuoyu yoklamaları, Le Pen liderliğindeki Ulusal Cephe’nin, ilk sırada olduğunu gösteriyor.

Bu, başta Fransız merkez partileri olmak üzere genel olarak AB içerisinde ciddi bir endişe kaynağı.

Çünkü Avrupa Parlamentosu’nun yeni üyelerinin siyasi profilleri, aynı zamanda AB’nin gelecek vizyonuna, AB’yi yönlendirecek olan politikalara da imza atacak.

Bu noktada merkeze yakın partilerin, özellikle de Sosyal Demokratlar’ın endişelerinin biraz da olsa törpülendiği nokta, aşırı sağcı partilerin parlamento içerisinde bir grup oluşturabilecek gücü elde etseler bile, bu grubun teknik bir grup olmaktan öteye gidemeyeceği yönündeki iddiaları.

Parlamentonun ikinci büyük grubu olan Sosyal Demokrat Grup Başkanı, Avusturyalı parlamenter Hannes Swoboda, yukarıda bahsettiğim tezi, “Milliyetçiler, diğer milliyetçilere karşıdırlar. Dolayısıyla ortak politikaları olamaz. Örneğin göç konusunda, örneğin serbest dolaşım konusunda, İngiltere’deki ve Fransa’daki milliyetçilerle, Bulgaristan’daki ve Romanya’daki milliyetçilerin aynı politikaları benimsemesi mümkün mü?” ifadeleriyle savunuyor.

Ekonomik kriz, öyle veya böyle bu seçime damgasını vuracak.

Krizin aşırı uçları güçlendirdiği yönündeki endişenin haklı ya da yersiz olup olmadığını hep birlikte göreceğiz.

Ama her halükarda, Mayıs ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri, AB’nin siyasi geleceği açısından öncekilere göre çok daha büyük bir önem arz edecek.