Avrupa’nın “Büyük ve Küçük” Ulusları

Niyazi Kızılyürek

 

Ünlü Çek yazar, büyük romancı Milan Kundera, bir süreden beri Avrupa’nın büyük uluslarının küçük ulusları görmezlikten geldiğini söylüyor ve bu konuda ısrarla yazılar yazıyor. Kundera’ya göre, bu durum hayatın her alanında geçerli olduğu gibi, edebiyat için de geçerlidir. Büyük uluslar küçük ulusların edebiyat eserlerini okumuyorlar, edebiyatlarına gerekli ilgiyi göstermiyorlar, yapıtlarını yeteri kadar çevirmiyorlar.

Kundera, bunun büyük ulus milliyetçiliği ile ilgili olduğunu söylüyor.

“Küçük ulusları” nüfus ve toprak büyüklüğü açısından değil, etkin olma kriteriyle kategorize ediyor. Örneğin, kendi ülkesi olan günümüzün Çek Cumhuriyeti’ni “küçük uluslar” listesine koyuyor, çünkü Avrupa’da fazla etkili bir ülke olmadığını veya yeteri kadar dikkate alınmadığını düşünüyor.

Kıbrıs’tan gelen birinin bu konuda ne düşündüğü türünden retorik bir soru sormayacağım. Yanıt açık ve sarihtir. Kıbrıs hem küçük, hem de etkisi son derece sınırlı olan bir ülkedir. Kundera’nın “küçükler” için söyledikleri Kıbrıs için hay da hay geçerlidir.

Sadece edebiyat açısından değil, siyasi açıdan da bu böyledir.

Temmuz ayında Avrupa Parlamentosunda (AP) yaşadıklarımız, “büyük ulus, küçük ulus” ayırımını bütün açıklığıyla gözler önüne serdi.

Parlamento Temmuz ayında 2009-2024 mesai dönemine başladı. Seçimlerden sonra iş başı yapan AP, toplam 751 parlamenterden oluşuyor. Britanyalılar 31 Ekimde ayrılırsa bu rakam 705’e düşecek.

Son seçimlerde parlamento yüzde altmış oranında yenilendi ve kadın parlamenterlerin oranı da ilk defa yüzde kırka dayandı. Bunlar iyi haberler...

Temmuz ayı çok yoğun geçti. Parlamento hem başkanını seçti, hem de Konseyin önerdiği Komisyon başkanını seçip seçmemek gibi önemli bir karara imza atmak durumunda kaldı.

Her iki momentte de “büyük uluslar” ağırlığını hissettirdiler. Fransa ile Almanya arasında kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklar, sonucu büyük ölçüde belirledi.

Almanya Komisyon başkanlığını (Ursula von Leyen) aldı. Fransa ise Avrupa Merkez Bankası başkanlığını (Christine Lagarde)... Dış politika ve Savunma Yüksek Temsilciliği İspanya’ya verildi. Parlamento başkanlığına İtalyan David Sassoli talip oldu.

Özellikle AP’nin söz sahibi olduğu Parlamento Başkanlığı ile Komisyon Başkanlığı seçimlerinde büyük devletlerin sadece “küçük ulusları” değil, genel olarak Avrupalı yurttaşların iradelerini görmezlikten gelmeleri tepkilere yol açtı ama bu tepkiler sonucu değiştirmeye yetmedi.

Sonunda “büyük uluslar” ve onların büyük siyasi grupları gelişmeleri tayin etti.

Evet, Avrupa Birliğinde nicelik önemlidir.

Sadece büyük kurumlara atanacak isimleri belirlemede değil, ideolojik akrabalık sayesinde bir araya gelen parti ve fraksiyonlarda içinde de rakamlar önemlidir. Siyasi ve ideolojik olarak akraba olsalar da, gruplar içinde yer alan parlamenterlerin ağırlığı eşit değildir. Örneğin en büyük grup olan Avrupa Halk Partisinin (AHP) toplam 182 parlamenterinin 29 Almanya’dan geliyor,  Lüksemburg’un ise gruba 2 kişi katılıyor. Bu rakamlar grup başkanları ve başkan yardımcıları seçilirken ağırlığını veya hafifliğini mutlaka hissettirirler.

Dahası, parlamenterlerin yer aldığı çalışma komitelerinde kimin ne kadar etkili olacağını, örneğin bir komitede grubu adına kimin koordinatör olacağını büyük ölçüde rakamlar belirliyor.

Kısacası, “büyüklük” ve “küçüklük” meselesi hem üye ülkeler düzeyinde, hem siyasi gruplar arasında, hem katıldığınız siyasi grubun içinde, hem de yer aldığınız komitede kendini gösteriyor.

Bilindiği üzere, Kıbrıs’tan AP’ye altı kişi katılıyor. İki kişi Avrupa Halk Partisinde, iki kişi Sosyalist- Demokratlarda, iki kişi de sol grup GUE’de yer alıyor.

AP’nin en büyük grubu AHP, en küçük grubu ise GUE’dir. GUE’nin toplam 41 milletvekili var.

AB üyesi devletlerin en küçüğünden biri olan Kıbrıs’tan, üstelik de Kıbrıs’ın “küçük” toplumundan gelen biri olarak, kütle yoğunluğunun ağırlığını elbette hissediyorum. Ayrıca, AP’nin en küçük grubu olan GUE’de yer alıyorum ki, bu “çapınızı” büyütmez.

Yine de, GUE diğer gruplardan farklı olarak kendi içinde genellikle konsensüs yöntemiyle karar aldığından, niceliksel dezavantajlarınız size her zaman engel olmayabilir.

Örneğin, küçük bir ülkeden gelen biri olan ben, grubum adına Eğitim ve Kültür Komitesine koordinatör seçilebildim.

Sonuç olarak, AB niceliğin ve hacmin mutlaka etkili olduğu bir yerdir.

Fakat niteliğin de içeriye sızması mümkündür. Yetkin fikir ve çalışmalarla ortaya çıkarsanız ve komitelerde başka gruplarla uzlaşma yeteneği sergilerseniz, iyi işler yapmanız imkansız değildir.

Nitekim Milan Kundera da Çekçe dilinde yazdığı, Şaka, Gülünesi Aşklar, Yaşam Başka Yerde gibi nitelikli kitaplar sayesinde Avrupa edebiyatında kendine yer açtı. Son yıllarda Fransızca dilinde kaleme aldığı kitaplarda aynı başarıyı yakaladığı söylenemez...

Her ne kadar zaman zaman “küçük güzeldir” diyerek kendimi avutmaya çalışsam da, şunu itiraf edebilirim: Strasburg’dan Brüksel’e Maltalı bir milletvekili ile birlikte seyahat ederken “büyüklük” denilen o nesnenin yarattığı duyguyu birazcık da olsa ben de yaşadım...