İnsan, ilişkilerinde elbette hata yapar.
Pişman da olur!
‘Keşke’ de der...
Ayıp değil bu...
Çünkü yaşadıkça öğrenir, sarsıldıkça bilenir, dokundukça kavrar ateşi.
Kimi kekremsi bir tortu kalır Girne İnisiyatifi’nden eylem çağrısı, kimi gün doğumu bir tebessüm.
***
İnsan, hata yapar!
Yeter ki hile olmasın içinde...
Aman ha, sakın, şiddet olmasın.
Kalbi de kırılır kalp de kırar...
Yeter ki, "hesapla" olmasın...
***
Ada yarısı eğreti hayatlarımızda, belleğimize yapışan en tiksindirici illet konuşmaktır ha bire!
İnsanlar bazen haz duyar, kendi özel alanlarını sokağa dökmekten...
Aptallaşır!
İşte o zaman, titreşen beden içlerinin ritmi kaybolur ortadan...
Birilerini gözetlemekten, tarifsiz ve tanımsız bir haz duyar çokları..
Ağız içlerinde sakıza dönüştürürler, ya kendi hayatlarını, ya da başkalarını...
Belki imrendikleri içindir...
İçlerindeki öfkedir belki, kendilerine...
Nasıl bir ruh halidir bu, bilemezsiniz elbette...
***
Ve böylece nice ertelenmiş düş kalır geriye, nice gizlenmiş sal çürür dingin denizlere açılmak yerine...
***
Ne mi yapmalı?
Utanmamalı!
Eğer ılık bir ‘samimiyet’ varsa içinizde, hatalar da sizindir, yaşanmışlıklar da...
Ne kadarsa... Ne varsa... Nasılsa...
İnsan hata yapar...
Ve “sevmek” yer bulmaz, suçlar coğrafyasında!
Olsa olsa, bir ürpertidir en fazla, içinizde serpilir...
“...Ay gelir ışır, hayalin erişir.”
Yeşillik olsun!
İnsanlar “kendi kendilerini” mi yok ediyor, ülkemde!
Kim gömüyor ölülerimizi?
Kaymakamlık değil mi 'ölüm' kağıdını veren, bu ülkenin hastaneleri değil mi 'morgunu' açan!
Ama gel gör ki ‘güya Devlet’, kendi işini kendi göremiyor.
...
Niye yazıyorum bunları....
"Emekli Yoklama Bildirimleri Posta Yoluyla Adreslere Gönderildi" haberini okudum.
Ve sonra birisi aradı, dedi ki, "Ölmedim hayattayım bildirimi için geç kalmışım, bu ay emekli maaşımı geç alacağım..."
Hani bizim 'güya' Devlet, kendi işini, yurttaşın sırtına yüklüyor...
E-Devlet çağında yaşıyoruz ya!
Öneriyorum, devlet kurumlarındaki bilgisayarları 'saksı' yapsınlar...
En azından ortalık yeşillenir!
----------------
‘Ben susayım...’
Bu röportaja bayıldım.
Senelerin deneyimi, 76 senenin ışığıyla, sözler, imbikten süzülür gibi damlıyor.
Çok da severim Metin Akpınar’ın oyunculuğunu, dünyaya bakışını, tiyatro gücünü, gülüşünü...
Hürriyet Pazar’daki röportajı okumuşsanız, yeniden, bir de altını çizdiklerime bakınız...
Okumamışsanız, en son satırda linkini paylaşacağım, lütfen baştan sonra okuyunuz.
Kimi sözleri, adamızdaki pek çok gerçeklikle de çok iyi örtüşüyor.
Ama en fazla da şu ‘toplumsal tarif’:
“Benim söyleyemediğimi başka birisi cesurca söylerse, ben mutlu olurum; çünkü ben siyasi otoriteye saldırırsam, yerimi kaybederim ama başka birisi saldırırsa; o zaman ben de alkışlarım, tatmin olurum.”
Ve şöyle devam ediyor...
“Ayıp, sen kendin de karşı çık!”
***
“Bir yön kaybı var. İnsanlar ne yapacaklarını bilmiyor” diyor Metin Akpınar, bugünün Türkiye’si için!
***
“Çölde bir bardak su mu pırlanta mı değerli” diye sorsan, bir bardak su pırlantadan değerlidir. Bizde değer kaybı oldu. Çölde de artık pırlanta değerli olabiliyor.! Yani değer yargılarımız değişti.
***
Onca çürümüşlüğe karşı sessizleşen kitleler geldi aklıma, acılı ülkemin bu yanında...
Susuyorlar!
Ellerindekini kaybetmemek için...
Gelecek kaybolurken...
Bataklıkta, çirkefin tam da ortasında, ışıksız bir yarında halen en değerli olan “daha fazla maaş, daha yeni araba, daha büyük bir ev...”
Senin tüm değerlerin kuşatma ve tehdit altında, bağırsan da, kime ne...
“Biz mi kurtaracağız ülkeyi! Sen kendini kurtar önce...”
Çölde pırlanta!
https://mobil.hurriyet.com.tr/zeki-metin-ikilisi-yarinin-demokrasi-kulturunun-cekirdegidir-40456742
-------------------
Bir 19 Mayıs yazısı
İstanbul’un işgal günleri...
General Harrington ve bir grup, Pera Palas Salonu’nun bir köşesinde otururlar.
Mustafa Kemal dikkatlerini çeker.
Aynı mekandadır...
Kim olduğunu soruşturdular.
“Meşhur Mustafa Kemal Paşa” denir.
Masalarına davet ederler.
Mustafa Kemal nazikçe yanıt verir:
“Burada ev sahibi olan biziz. Kendileri misafirdirler. Kendilerine ben kahve ikram etmek isterim... Biz buradayız, onlar kahvelerini içecekler ve gidecekler...”
-------------------
haftanın notcukları
-Tepkilerimiz bazen tutarsız! Daha önce liseli gençleri güneşin altında eziyorlar diye, eleştiriyorduk... Şimdi “Ne oldu 19 Mayıs’larımıza” hesap soruyoruz!
Bir karar versek hem, Türkiye mi burası Kıbrıs mı yoksa?
-Ülkenin geldiği yer!
YASALARA göre hayatı düzenlemek, yanlışları denetlemek değil...
Tam aksine!
Yanlış, usulsüz, kanunsuz, kaçak işlere göre YENİ YASA yapmak.
Eskiden "minareyi çalan kılıfını hazırlar" derlerdi.
Şimdi.
Minareyi çalarken umursamıyor, kılıfı da sonradan dikiyorlar.
-“KKTC Torosların suyunu içiyor” demiş, Türkiye’den bir bakan...
Bildiğim, şişe suyu içiyoruz her yerde, bir de damacana!
-Ercan Havaalanı’ndan teslim alınıp, yeniden havaalanına teslim edilen “Casino” müşterilerine sorsanız... Büyük Han’ı ya da Soli’yi Salamis’i ya da Othello’yu pokerde ikram sanacak!
ADI TURİZM...
-Omorfo’nun portakalına destek zamanı! Her ne kadar kalmışsa...
Bol bol tüketiniz, sıkınız, içiniz, hatta portakallı kek yapınız...
Nefis olur...
Kıymetini bilelim, içimizdeki hazinenin...