AYAK OYUNLARI

AYAK OYUNLARI


Jerus Alem

Kapitalist şirket ontolojisinin daha yakın zamanda bizi soktuğu zihin hallerine daha iyi bakmak için Johan Huizinga’nın Homo Ludens çalışmasında insan varoluşunun kaçınılmaz olgusu ‘oyun’  ile Huizinga’nın ne anlatmak istediğini atlamamalıyız. Huizinga, bizi insan kültürünün kaçınılmaz faktörü oyun ile tanıştırırken şöyle bir şerh düşmeyi ihmal etmez: “oyun özgürce oynanır, daha doğrusu oyun özgürlüktür” (1955: S. 8). Oyun içinden benzer şekilde düşünmemizi ve devam etmemizi sağlayabilecek en önemli kavramlardan biri Jacques Derrida’dan ödünç alabileceğimiz ve bir şekilde “oyun” diye karşılayabileceğimiz ‘play’dir. İkili zıtlıklar ve demarkasyon sınırlarını bulanıklaştıran futbol, bu özelliğini “oyun”a, ele avuca sığmaz özelliğine, yani yapıları  oynak kılmasına borçludur. Gücünü bilinmeyenden, henüz vuku bulmayandan alan Derrida’nın “oyun”cul faktörü, değişmez bir doğruluk ve gerçeklik iddiasında bulunan, ikili zıtlıklarla güvenceye alınmış öncelikli hiyerarşileri ve onların bürokratik ayrıntı hesaplarını suya düşürecektir. Sonsuzluk sadece bir andır. Yani şimdiki zaman. Teorik bağlamında, sahadaki futbolun oyuncul özelliği, her oluş (becoming) şimdiki anın zaman-mekan düzlemindeki olgularla örtüşmemesidir: birbirleriyle kesişip sabitlenmiş artsürem ve eşsüremli eksenler için ısrar edemeyiz. Metin gerçeğinden yola çıkan Derrida’nın da sırf dokusal bir ağ anlayışıyla dünyaya içeriden bakmasından dolayı kabul edeceği gibi, öncelenen, varsayılan egemen düşüncenin ikili zıtlıklardan ötürü oyun, öncelenen “varlığın bozulmasıdır.” (Lucy: S. 95) Gerçi olgusal ve mantıksal olarak tekçil varoluş imkanız olsa da, futbolun ehlileştirilmesinin tüm olgusal imkansızlıklarına karşın, yekpare varlığına güvenip “dıştan gelen” “öteki”nin vuku bulmasına tepki gösterir. Emmanuel Levinas’a bakacak olursak Paramenides’ten beri varlık, Batı felsefesinin monist monoloğuna hitap edemez. Futbol çerçevesindense, hiçbir şey farklılık kadar modernizasyon projesi nevrozunu şiddetlendiremez. Öyle ki, sözüm ona araçsal akıl reçetesinin ardından modernitenin“gelişim”dayatması adına, nalıncı keseri kabilinden iş gören futbol A.Ş’lerin ayak oyunlarıyla kazandığı çıkarlar sayesinde önemli mesafe almış durumda. Maç satma (ki Europol’ün ortaya koyduğu yeni bir şike dalgası birçok ekibin canını yakacak), üretim yelpazesinin en altındaki çocuk işçilerin su istimal edildiği çokuluslu şirketler, skor fetişzminin telos boyutuna varıp  silinmesi için şimdilik pek bir umut ışığı bırakmayacak denli kamusal söyleme kazınmış olması belki de en büyük sorun olsa da tek sorun değil. Maçı kazanmak için araçları meşrulaştıran kapitalist mantık dışında, rakip oyuncuların bilerek sakatlamak , aynı takıma mensup oyuncuların birbirilerine dayak atması, kazanma uğruna doping ve uyarıcı yasaklı maddeye (kibarca “uyuşturucuya”) cevaz vermek , oyuncuların sahanın ortasında can vermesi  (Yine de bu daha çok Foucaultcu teoride oyuncu bedeninin denetimi ve kontrolünün moral bozucu yan etkilerine tekabül ediyor), büyüyen ırkçılıksarmalı , baskıcı yöneticilerin çıkarlara ters düşen herkese diş gösterip hırlaması ve köle tacirliği (küçük yaşta Afrikalıların alt yapılara dahil edilmesi) büyük ölçüde “doğal” bir boyuta bir hal adlığı için birçoğumuz için sabah kahvaltısı haberi değerinden daha fazlası değil. etmekten uzak. Eski Lyon stoperi Cristiano Marques Gomes (Cris), 35 yaşına gelip de kariyerini Fransa'nın Lyon takımında tamamlama planları kurarken, Lyon Başkanı Jean Michel Aulas, polise vermekle tehdit ettiği Brezilyalı oyuncuyu Galatasaray'a satar. Bilindiği gibi, olayın şöyle geliştiği iddia edilir: Başkan Jean Michel Aulas, Cris'i  odasına çağırtıp, "senin için G.Saray'la anlaştık" der. Bunun üzerine çılgına dönen Chris başkana orta parmağını gösterir, daha sonra kapıları tekmeler. Başkan oyuncuyu "böyle devam edersen polis çağırırım” diyerek ikna eder. Ne ironiktir, Lyon efsanesinin kazandığı dört şampiyonlukta da payı bulunan Chris'in Lyon’daki lakabı da (kısmen otoriter yapısı kısmen de doğduğu şehir olan Guarulhos'u da yaşadığı dört  aylık polislik deneyimi yüzünden) “Le Policier”, yani “Polis”tir.
FIFA FUTBOL A.Ş
Artık desteklerini uluorta dünyanın en üst düzey yönetim organı Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği’ne (FIFA) sunan şirketler Huizinga’nın oyunun özgürcül niteliğine atfettiği indirgenemezlik halinin her türlü araçsal teknokratik akıl cenderesine sürüklüyor. Eğer mesele “futboldan ibaret” oyuncu hayatı, refahı ve futbolcunun insan hakları ise, anonim şirketlerin ne kadar acımasız ve fırsatçı olduklarını uzun boylu yinelemeye gerek yok. Popülariteyi artırma yoluna giden FIFA’nın dışsallaştırma [externalization] teşebbüslerinin sonu görünmüyor. Burada, dışsallaştırma derken, bazı etik yargıları herkes adına konuşarak halletmiş uzman yöneticilerin futboldan bile anlamaması ve FIFA’nın futbol sayesinde kazandığı paraların maliyetini, tek taraflı kurumsal kararların alındığı süreçlere dahil edilmeyen, dışsallıktan öteye gidemeyen futbolcular, futbolcu aileleri ve toplumlar gibi FIFA’nın “ötekiler”i ödüyor. Tüm bu küresel neoliberal hakimiyetin “elde var bir” gözüyle baktığı sporcu varlığına karşı, ifrata kaçan Nike patronu Phil Knight ise sömürücü işyerleri ile bağlantısını reddeder. (Klein: S. 391) Kısacası, maliyet hesabında futbolcuları hesaba katmamak onların yaşadığı sıkıntıları“maliyet dışı” varsaymaktır. Aynen geçtiğimiz günlerde işaret ettiğimiz Jesus Almeyda’nın ruhu isyana teşvik eden türden sarsıcı kişisel tecrübeleri, futbolcuların maruz kaldığıihanete uğramışlık hissi, yabancılaşma ve dışsallaştırma sürecini ilk elden anlamamız için ışık tutabilir:
Ben sadece futbolcu Almeyda değilim. Bir insanım, bir babayım ve bir çiftçiyim. İşte bu benim. Ve futbolun içinde kaldığım her gün gerçek Almeyda’dan uzaklaşıp, kişiliğimi yitiriyorum.
Brezilyalı yıldız Roberto Carlos FIFA dünyasını iyi tanıyanlardan. Carlos, UEFA'nın kendisine verdiği iki maçlık men cezasının ardından gittiği Zürihte’ki UEFA merkezinde verdiği bir buçuk saatlik savunma, Brezilyalı futbolcunun bize çizdiği, “birtakım yaşlı ve futboldan anlamayan kişiler, oyuncuların geleceğiyle ilgili karar veriyor” resminin bağlamında görüldüğü zaman öfkesinin ne ifade ettiği daha iyi hissedilebilir. UEFA’nın kararından geri adım atmadığını belirten o dönemki Real Madrid’li Carlos’un  telafi edilmemiş haksızlık duygusuyla isyan ederken (cezasının haklılığı veya haksızlığından çok) kullandığı ifadeler, belki de futbolcu adına kararlarının aldındığı hiyerarşik gidişatın başa çıkılmayacak durumlara geldiğini gösteriyor. Bugün 40 yaşındaki Carlos’un sitemi, futbol karnavalının “öteki” tarafındaki hüzüne bakmayı öğrenmemizi sağlayabilir:
Birtakım yaşlı ve futboldan anlamayan kişilerin önüne çıktım. Salon lüks, havalandırmalı ve 5 yıldızlı otele benziyordu. Kurul üyeleri, televizyon izleyerek, içki ve puro içerek beni dinlediler. Savunmamdan hiçbir şey anlamadıklarını fark ettim. Bu tür kişiler oyuncuların ve takımların ekmek paralarıyla oynuyor. Bana göre bu olay bir fıkra gibi. (Vurgu bana ait)

***

Kaynakça
Huizinga, Johan. Homo Ludens; A Study of the Play-element in Culture. Boston: Beacon Press, 1995.
Klein, Naomi. No Logo. Çev: Nalan Uysal. 3. Basım. Ankara: Bilgi Yayınevi, 2002.
Lucy, Niall. A Derrida Dictionary. London: Blackwell, 2004.

Dergiler Haberleri