Feminist Atölye Aktivisti, Avukat Aslı Murat, Yunanistan’daki SYRİZA zaferi ışığında Kuzey Kıbrıs siyasetini yorumladı
• YENİDÜZEN :'SYRIZA benzeri bir ittifak Kıbrıs’ın kuzeyinde neden mümkün olamıyor? Sol niye işbirliği yapamıyor?
• Aslı MURAT: Günümüzde Sol politikanın önünde, mücadele etmesi gereken zor koşullar mevcuttur. İki kutup üzerinden şekillenen bir algıya nazaran daha sinsi ilerleyen neo-liberal politikalar, toplumları eşitsiz bir düzene ikna etmekte başarılı oluyor. Tabi ki bıçağın kemiğe dayanması neticesinde volkan patlamaları yaşanıyor. Bu aşamada ortaya çıkan direnişlerin, başarılı bir şekilde yönetimde yer bulabilmesi için, güçlü bir muhalif birikimin varlığı gerekiyor. O yüzden SYRIZA üzerine değerlendirme yaparken, Yunanistan’ın derinlere sinmiş Sol siyasi geçmişini de göz önünde tutmak elzemdir. Seçim sürecinde ve sonrasında dile getirilen hususlar dikkatli bir şekilde incelendiği zaman, toplumun 7’den 77’ye kadar olan büyük bir kesiminin, sistemin temelini oluşturan faşist ve neo-liberal uygulamalara karşı tek bedende birleşebildiklerini görüyoruz. Kıbrıs bu anlamda, yıllarca milliyetçilik – militarizm havası solumuş, geçmişteki Sol hareketi tam anlamıyla benimsememiş, zaman içerisinde birçok noktada var olan değerlerini de kaybetmiştir. Bu noktada bir tarafta kitleselleşme aracılığıyla büyüme ve iktidarı eline geçirme derdinde olan siyasi partiler, diğer tarafta ise yönetime gelmeyi “bir kukla olmaktan öte görmeyen” ve “kendi kabuklarını kırmayı başaramayan siyasi oluşumlardan” bahsetmek mümkündür. Hâl böyle olunca Solda oluşabilecek güçlü bir ittifaktan bahsetmek mümkün değildir. Özellikle kemik oylarını belli bir oranda arttıran Sol partilerin “kitleselleşme fantezileri”, Sol değerler temelinde kurulacak Federal Kıbrıs’a ulaşma amacından sapmalarına neden olmuştur. Yani amaç – araç mevhumları birbirine karışmıştır. Kısacası amaç, her ne koşulda olursa olsun iktidara gelmektir. İktidara geldikten sonra gerçekleştirilen icraatlara bakılırsa, özellikle bir kesim tarafından dönüşümün hedeflenmediği anlaşılmaktadır.
“Kıbrıs’ta Cem Evi yapılmamış olması Sol’un ayıbıdır”
Solun Kıbrıs’ta yaşayan azınlık ve göçmenlerin sorunlarına dair yıllarca kayıtsız kalması bir gerçektir. Gerek azınlıkların gerek göçmenlerin aidiyet kurdukları kimlikler üzerinden kendilerini gerçekleştirmelerine zemin hazırlanmamıştır. AKP Hükümeti’nin adaya enjekte ettiği muhafazakâr politikalar ile Müslüman - Sünni inancın gerekliliklerinin (cami – külliye- kur’an kursları) yerine getirilmesi, göçmenlerin yaşadığı sorunları ortadan kaldırmaz. Kıbrıs’taki birçok göçmenin Alevi olduğu göz önüne alındığı zaman, Cem Evi yapılmamış olması yine Kıbrıs’taki Solda konumlanan kesimlerin bir ayıbıdır. Kabul etmemiz gereken bir gerçek vardır ki; Anadolu’dan adamıza göç eden kimselere, bugüne değin Sağ cenah hitap edebilmiştir. Bunu milliyetçiliğin sağladığı koşullar üzerinden inşa etmişlerdir. “Vatan – millet – bayrak” politikaları, bu anlamda kullanılan en önemli araçtır. Ama bu beraberinde farklılıklara saygıyı ortadan kaldıran ve sömürüyü meşrulaştıran bir alandır. Sol, egemen sistemi değiştirebilmek için, imkânsızlıkları hayal etmek ve bu yönde strateji geliştirmek zorundadır. Yapılması gereken milliyetçilerin yöntemleri gibi seçim gezilerinde bayraklardan masa ve kürsü örtüleri kullanmak değildir.
“… Sol reçete…”
Birçok ülkede olduğu gibi Kıbrıs’ın kuzeyinde de göçmenler; işçi olmakla birlikte, maddi sıkıntılar ile boğuşmakta olan kimselerdir. Hayata geçirilmesi gereken; emek sömürüsünü ortadan kaldıran, özel sektörde sendikalaşmayı ilke edinen, neo-liberal politikalar neticesinde kurumların özelleştirilmesini ve işsizliğin oluşmasını engelleyici adımlar atan, adayı yurt bilmiş kişilerin dertlerini iyileştirmeye dönük yol haritaları geliştiren bir Sol reçetedir. Azınlık ve göçmenlerle dayanışma içinde olup, insan haklarına yaraşır bir hayat yaşanmaları için ilkeli duruş sergilenmelidir. Yani bahsi geçen kesimleri oy deposu olarak algılamaktan vazgeçmeliyiz. Bunu zaten Sağ kesim yapıyor. Yunanistan’daki seçim sonuçlarına göre azınlık ve göçmenlerin oylarının büyük bir kısmının SYRIZA’da toplanmış olması bir tesadüf değildir.
“Bir bakıma zaman zaman ayaklanıyor gibi görünsek de, temsil ettiğimiz kesimlerin hakları az da olsa sağlandığı oranda sesimizi kesip, eylemlerimize anında son verebiliyoruz.”
SYRIZA örneğinde de görüleceği üzere katı ve tek düze yapılanmalar ile ne idüğü belirsiz politik konumlanışlar hiçbir anlam ifade etmemektedir. Önemli olan “yenilenme – direnme”, diğer bir ifade ile dönüşüm pratiğinin hangi değerler üzerinden inşa edilebileceğine karar vermektir. Tabi ki bu noktada halk içerisinde var olan örgütlere önemli bir görev düşmektedir. Ne kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden ve özerkliği elde etmenin önündeki dayatmalar karşısında alternatif çözüm üretmeyip, salt reddetmeye yönelen örgütler ne de siyasi duruşu tavşan b*kunu anımsatan siyasi partiler sistemi dönüştürebilecektir. Şu anda az önce tanımlamaya çalıştığım skala içerisinde yer alan her türlü oluşum, Yunanistan’daki Sol ittifakın başarısını sahiplenmektedir. Fakat iki kesimin de kendi özeleştirisini yapması gerekmektedir.
Denizdeki kumun tükendiğinin ve kaybedilecek tek şeyin zincirler olduğunun netleşmesi sonucunda rüyadan uyanılabilir. Maaşların önemli bir ölçüde düşmesi, KTHY’nin yok edilmesi sonucunda yaşanan travma, TC ile aramızdaki maddi ve yönetsel bağımlılığı arttıracak olan su taşıma projesi, Elektirik dâhil birçok kurumun özelleştirilmesine dair yürütülen çalışmalar gibi neo-liberal uygulamalar mevcuttur. Sanırım bu sorunları hasıraltı etme noktasında çok başarılıyız. Bir bakıma zaman zaman ayaklanıyor gibi görünsek de, temsil ettiğimiz kesimlerin hakları az da olsa sağlandığı oranda sesimizi kesip, eylemlerimize anında son verebiliyoruz. Hâlbuki her hafta eylem kararı alan gruplar, tablonun tamamı üzerindeki yerlerinin sadece bir nokta olduğunu ve diğer noktalar ile bir araya gelinirse yap-bozun parçalarının tamamlanabileceğini düşünmelidir. Büyük toplumsal değişimlerin yaşanması için gerekli olan da budur. Kısacası atılması gereken ilk adım, rahat sanılan ama her geçen gün altındaki çivilerin ortaya çıktığı koltuklardan kalkmaktır.
“Neo-liberal politikaların yaşattığı maddi tahribattan etkilenecek ilk kesim dar gelirli insanlardır…”
Bu noktada özellikle Solda örgütlü her kesim, dayatılmakta olan neo-liberal uygulamalar yerine hayata geçirilebilecek alternatif ekonomik ve sosyal politikaların ne olabileceğine dair kafa yormalıdır. Bunu yaparken iktidarın büyük ortağı CTP’nin içindeki muhalif kesimin tablo dışında bırakılmaması gerektiğini düşünüyorum. Partinin tamamını kastetmediğimi de bir kere daha vurgulamak isterim. Bu noktada kendini CTP’li olarak tanımlayan ama mevcut yönetimden memnun olmayan kesimlerin de, dışardaki yapıcı Sol muhalefet ile daha yakın temas kurması önemlidir. Ki birçok noktada, Meclis’teki bazı vekillerin, toplum içerisindeki Sol muhalefete nefes aldıran çalışmaları olduğunu görmek sevindiricidir. Tabi ki bunun geniş kesimler tarafından sahiplenilmesi ve daha ileriye taşınması gerekmektedir.
Dünya’nın pek çok noktasında olduğu gibi, neo-liberal politikaların yaşattığı maddi tahribattan etkilenecek ilk kesim dar gelirli insanlardır. Bu noktada sosyalist değerleri geçiyorum, en azından liberal anlamda sosyal devlet anlayışını benimseyen bir devlet maddi yardım - sağlık – eğitim – ulaşım ve vergilendirme noktalarında çözüm önerileri geliştirilmelidir. Devletin özellikle zenginler söz konusu olduğunda vergi alanında üç maymunu oynaması kabul edilebilir değildir. Özel sektördeki sendikalaşmanın sağlanabilmesi sonucunda çalışanların hayatlarının patronların iki dudağı arasında olmaktan kurtarılması, gençlerin ülkelerinde gelecek kurabilmeleri için gerekli yardımların sağlanması gibi çalışmalar ile işsizliğin önüne geçilebilecektir. Buna ek olarak vicdani ret hakkının tanınması, militarist - milliyetçi eğitim sistemine dayanan müfredatın değiştirilmesi, tank – tüfek kullanarak savaş propagandası yapılan törenlerin sona erdirilmesi, Kıbrıs’ın kuzeyindeki seks köleliğini meşrulaştıran gece kulüplerine yönelik acil eylem planı yapılması, mültecilik statüsünün yasal dayanağa kavuşturulması gibi adımların, Sol mücadele için mihenk taşları olduğunu söylemek mümkün. SYRIZA seçim sonrası ilk icraatları arasında müfredat değişikliğine yer vermiştir.
• YENİDÜZEN: SYRİZA örneğinde görme özürlü bir bakan dikkat çekti. Ülkemizde engelliler ya da pozitif ayrımcılığa ihtiyaç duyan kesimlerin temsiliyeti niçin sağlanmıyor?
• Aslı MURAT: Siyasette temsilin bir adalet meselesi olduğunu düşünüyorum. Siyasi temsil ve ülke yönetimi konusunda, özne olabilme koşulları anlamında, dezavantajlı gruplar arasında engelliler, kadınlar, azınlıklar ve göçmenler sayılabilir. Genel siyasi örgütlenişte bu gibi gruplar yok sayılmaktadır. Zaman içinde ve özellikle son dönemlerde siyasi gündemimize giren feminizm, ekolojik mücadele, engelli hakları, anti-faşizm gibi hususlar konusunda ortaklaşabilme imkânı elde edilmiştir. Bunun temel nedeni, bahsi geçen politik alanların, iktidarı dönüştürmeye dönük ürettikleri radikal çözümlerde, müşterek zeminde bir araya gelebilme becerisine haiz olmalarıdır. Fakat bu birliktelikler seçim süreçlerinde devam edememektedir. Kıbrıs’ta politika uzun yıllar boyunca siyasi partilerinin tek eline bırakılmış durumdaydı. Onların dışında yer alan sivil toplum örgütleri ve sendikalar gibi oluşumlar da birçok noktada bahsi geçen partiler ile bağlantı içerisinde hareket etmekteydi. Ama Sol partilerin iktidara gelmesi ve onlara bağlanan umutların bir türlü hayat bulmaması neticesinde, kendi içlerinde bir muhalif duruş sergilemeye başladılar. Bir partinin az önce bahsettiğim alanlarda politika üretmesi mümkün olmadığı noktada da, o grupların siyasi temsilinin önüne engel çıkarılır. Özellikle feminizmin iktidarı sorunsallaştırması, statik sisteme entegre olan yapıları rahatsız eder, korkutur.
Siyasette temsil konusuna dair taşıdığım kaygılardan bir tanesi de “vitrine” oynamak, görüntüyü kurtarmaya çalışmaktır. Bu güne değin aday listelerinde yapılanın o olduğunu düşünmekteyim. Mesela ataerkil sisteme eklemlenen “Sol” yaklaşım için mesele, “kadının temsili” değil “temsilî kadın” politikasıdır. Yani bu yaklaşımın derdi, kadınları çağdaşlığın ya da Solda durmanın bir gereği olarak vitrinlerine çıkarmak ve belki bilerek, belki bilmeyerek, bu yolla kadının siyasette hakiki temsiline ilişkin sorunları perdelemektir. Oysa feminist Sol yaklaşıma göre kadın siyasette hakiki bir temsil olanağına sahip kılınmalı ve bu olanağın önündeki engeller tespit edilmeli, tartışılmalı, en kısa sürede ortadan kaldırılmalıdır. Aksi hâlde Solun, günümüzde biyolojik anlamda kadın olanlara milletvekili, bakan, başbakan hatta cumhurbaşkanı olma “şansı tanıyan” muhafazakâr Sağdan ciddi bir farkı olduğunu söylemek mümkün olmaz. Siyasette temsil edilme kavramı, temsil edilen değerlerin hayat bulması ile anlamlıdır. Kısacası iktidar kalıplarının yıkılıp, dönüşüme uğratıldığı oranda temsilde adaletin gerçekleşebileceğine inanıyorum.