Bu okuyacağınız bir insaniyet öyküsüdür... Kıbrıs’ta bastırılmak, gizlenmek, susturulmak, yok edilmek istenen insanlığın öyküsü...
Bu insaniyet öyküsünün kahramanı, çok değerli arkadaşımız, müzik ustası Taner Şah’tır...
Müzik ustası Taner Şah, bir köylüsünün 1974’te Ayguruş’tan alıp kendisine verdiği kemanın esas sahibi olan Kıbrıslırum aileyi bularak bu değerli kemanı kendilerine nasıl iade ettiğini ayrıntılı biçimde aktardı... Ayguruş’tan bir “Emanet Keman”ın öyküsüne ilişkin müzik ustası Taner Şah’la röportajımızın devamı şöyle:
SORU: 1974’te köyde ne olduydu?
TANER ŞAH: Demin bıraktığımız yere dönecek olursak 1974’le ilgili, işte nereye göndersinler beni, ne yapsınlar, o kararsızlığımızın içinde o günlerde, bir gün öğlene doğru, Pazartesi 15 Temmuz 1974 idi o gün, öğlene doğru böyle 11-11.30 civarıydı, çok iyi hatırlarım, bir haber geldi köye, “Harp çıktı!”
O zaman öyle dellerdi… “Harp çıktı, köyün bası köye gelemeyecek” diye bir haber, aynen böyle.
Biz tabii merak ettik, sarıldık radyolara, dinlerik falan. Babamın kahvesi vardı köyde.
SORU: Babanızın adı neydi?
TANER ŞAH: Mehmedali Şah… Annemin adı da Vijdan… Babamın kahvesi vardı… Zaten benim “Müzik Okulu”m da babamın kahvehanesiydi diyebilirik yani, hep onun içindeydik… Kahvede tabii biz sarıldık radyolara, ne oldu, ne kaldı diye – öğrendik, darbe yapıldı. Fakat “popazı düşürttüler” diye söylerlerdi ilk – hatta ilk “öldürüldü” diye haber çıktıydı galiba?
SORU: Evet…
TANER ŞAH: Onu duyduk biz. Birkaç gün sonra duyduk ölmediğini…
SORU: Kurtulduydu, kaçtıydı…
TANER ŞAH: Kaçtıydı, evet. Pazartesi akşam gelmedi otobüs, dedikleri gibi. Ve ertesi gün öğlene doğru geldiydi. Han’da kaldıydı hep işçiler falan…
Köyün bası Salı öğlene doğru geldi, Çarşamba, Perşembe, Cuma, bir bekleyiş vardı… Cumartesi yani 20 Temmuz 1974, sabahtan… Sabahtan saat 5’te… Omuzumdan biri dürter beni böyle, uyandık… Baktım annem, ağlar… Ağlayarak uyandırdı beni. Dedik, “Hayırdır, noldu?” Büyük insan gibi konuşurduk o zaman annemnan… “Hayırdır, noldu böyle?”
“Galk” diyor “da harp çıktı…”
“Kaçtır saat?” dedim ben.
“Beş” dedi bana.
Ama bu konuşmaları yaparken bir da duyarım, küt küt küt, helikopter sesi.
Dağın üstünde döner.
Çabuk çabuk kalktık, geyindik, yüzümüzü yıkadık işte, birkaç sokum yedik birşeyler. Haberleri dinlerik bu arada… Denktaş efendi, konuşma yapar. Bilin, çok dinlendin sen da… “Karadan, havadan, her taraftan çıkartma yapılır, falan filan…”
SORU: “Bütün adada” dedi!
TANER ŞAH: Evet!... O meşhur gonuşmayı bilirsiniz, “Gazamız mübarek olsun” vesaire diye…
SORU: Evet…
TANER ŞAH: Amcalarım falan, hep bir mahallede otururlardı köyde.
Bir tanesinin evinde kaldık biz. Halbuki evde kaldığında ne olacak? Amcamın evinde kaldık biz… Ertesi gün gene öyle oldu. 21 Temmuz…
21’inde gece, akşamüstüne doğru ovaya kaçtık. Ovada yattık o gece.
22’sinde sabahtan kalktık, öğlene doğru oluyordu, köye gelirdik. Yukarıdan bir köylümüz çağırdı bize, köye geri gelirkan 22’sinde… “Geri dönün, gelen Türk askeri değil, Rum askeridir” diye çağırdı köylümüz bize, yukarıdan… Rahmetlik Kemali İnce abimizdi çağıran.
Dedilerdi bize, “Türk askerleri geliyor bölgeye, köyünüze gidebilirsiniz” diye…
Köylümüz çağırdı bize, “Rum askerleridir gelen, dönün geri…”
Döndük geri… Tepenin garnındaydık zaten, enecektik köye, biraz tepelenirdi o gittiğimiz yer.
Ama rahmetlik annem, hiç unutmam ben, babuçlarnan gaçtıydık, sarı tikenler böyle, onları çiğneyerek kaçtık.
Benim ayağımda da sandallar vardı…
Öyle geri dönerken bir yerde patlak bir solina vardı böyle, köye gelen solinalardan biri herhalde, sızdırırdı biraz öyle, köşeciğinden patlak…
“Suuu! Suuu!” diye bir bağırdı annem, onu ben on defa daha dünyaya gelsem, hiç unutmam…
Sıcak ama, su sıcak! Sıcak akar su o patlak solinadan ama onu kana kana içtik, hep beraber… Yeğenlerim, yengelerim, kardeşlerim, hepsimiz 25 kişiydik.
SORU: Kaç kardeştiniz siz?
TANER ŞAH: Sekiz erkek kardeş…
SORU: Maşşallah…
TANER ŞAH: En büyükleri biz… O zaman en küçüğümüz yoğudu 74’te… Suyu içip geri döndük… Gelen Rum askeri çünkü köye. Suyun vurduğu yer, oyduydu böyle tepenin karnını… Mağara gibi yaptıydı öyle. Bir silah sesi duyduk, küt, sadece bir el. O sesi duyunca atıldık, o mağara gibi yere sığındık. Bir da harnıp vardı üstümüzde büyükçe, böyle…
Başladı yağmur gibi silah sesleri… O gelenler işte bizim köyü döverlerdi. Biz kapandık onun içine, sindik…Yani gelen seslere göre, tahminim benim yani 20-30 metre üstümüzden dövülürdü köy. Üç koldan gelmişler galiba işte o zaman. Ayguruş tarafından, Ayharida tarafından ve Değirmenlik tarafından.
SORU: Niçin sence o köyü hedef seçtilerdi?
TANER ŞAH: Hedef köy değildi… Hedef bölgeydi…
SORU: Geriye dönüp baktığınızda ne çıkarırsınız bundan?
TANER ŞAH: Bölgeydi hedef, Görneç’in nesi vardı ki saldırsınlar?
SORU: Çatoz’a da saldırdıydılar…
TANER ŞAH: Sancaktarlık var ya, merkezi komutanlık orada, o zaman…
Şimdi Çatoz düştüğünde, burada bir parantez açayım, geldi Çatoz’un içinden okula kadar, bilin herhalde…
SORU: Yarıya kadar geldilerdi, aldılardı…
TANER ŞAH: Geldi… Okuldan yukarı Türk var düşüncesiynan gitmedi… Ve onlar dedi yukarıdan saldırsınlar ve bölgeyi zaptetsinler tamamen… Herhalde o düşünceynandır diye ben kendi kendime tahmin ederim.
SORU: Kalavaç’a saldırdı mıydılar?
TANER ŞAH: Kalavaç’a saldırdı mıydılar? Yok… Yok… Aklımda kaldığı kadarınca, yok, düşmedi… Kalavaç düşmedi.
Sadece Değirmenlik’teki Milli Muhafız’ın askerleri… Herkes gene evinde kapalı, dururlardı…
Saate bakarık gene biz öyle… Tam dört dedi, ateşkes oldu.
Baktık durdu yani silah sesleri…
Nere çıkacan? Neyle karşılaşacağın belli değil ki!
Hava kararana kadar kaldık biz onun içinde.
Hava biraz loş olunca, napalım, yanıyoruk bunun içinde, endik aşağı, bir dere vardı, bizim köyün ovasından da geçer o dere. Gece onun içinde kaldık, 22’sinde.
23’ünün sabahı, sabah sabah gene kalktık, gene aynı tepenin yüzünde çıktık yukarıda bir Kızılyer’in Mağara diye bir yer vardı… Ya da “Kızılyar’ın Mağara” da olabilir – yar, uçurumdur ya. Kimisi “Kızılyer’in Mağara” der, kimisi “Kızılyar’ın Mağara…”
Neysa, onun içine gittik. Mağara gittik, öğleye doğru artık.
SORU: Mağarayı nereden bilirdiniz?
TANER ŞAH: Babam, amcalarım hep bilirlerdi. “Zeytindağı” denen bölgenin üstü… Ayharida-Görneç arası, dağın üstünde.
Neysa, sindik onun içinde, üç gün, üç gece yattık orada… Ondan sonra indik aşağıya, Ayharida’ya. Okulda kaldık 26 gece… 27nci gün yani ikinci harekatta…
SORU: Yani Ayharida’da bir şey olmadıydı…
TANER ŞAH: Tabii, tabii… Öyle bir şey yoğudu…
SORU: Başka köylerden gelen da var mıydı Ahyarida’da?
TANER ŞAH: Varıdı, var… Gonedralı vardı, Çatozlu vardı… Bizim köylüler tabii ki vardı… Bizim köylülerden 85 mi, 86 mı ne, yani 80 küsur olduğu kesin…
SORU: Halbuki Gonedra’ya sığındıydı Çatozlular bildiğim…
TANER ŞAH: Bölge nere kaçacağını şaşırdı o zaman… Kaçan, kaçtığı yerde kaldı. Sığındığı yerden tekrar geri gitmedi… Çünkü ne gelecek başına, belli değildi. Ondan sonra işte ikinci harekat, 14 Ağustos 1974’te oldu. 14’ünde sabahtan oldu ikinci harekat, 14’ünde akşama doğru biz geldik eve.
Rahmetlik Yusuf Dayı vardı, Ayharida’nın şöförü…
SORU: Ayharida’nın şimdiki adı nedir?
TANER ŞAH: Ergenekon… O zamanlar da Ergenekon söylenirdi. Ben köylerin orijinal isimlerini söylemeye çalışırım…
SORU: Tabii ki… Anlasın insanlar diye parantez içinde her iki ismi da yazarım ben normalde, bütün yazılarımda…
TANER ŞAH: Neyisa, Yusuf Ağa getirdi bizi köye, doldurdu bası… Geldiğimizde akşamüstüne doğru, baktım dağa, sanki da dağın içinde şehir var… Her taraf yanar… Koku, is, duman kokusu, köyün içine sindi…
Bizim köy düştüğü esnada üç da şehit verdiydi. Ateşkesten (16:00’da) hemen önceymiş. İsimleri: Ahmet İnce, Ali İnce, Celal Sarı… Üçü da köyün en iyi adamlarından ve sevilen insanlardı…
Ahmet İnce, çiftçilik-hayvancılıkla uğraşırdı. Eniştemiz olurdu. Babamın amcasının kızının kocasıydı. Dr. Figen İnce’nin, Zooloji uzmanı, Akay İnce’nin, öğretmen Hakan İnce’nin ve Cumhurbaşkanlığında tercümanlık yapan Özlem İnce’nin babalarıydı… Ali İnce mücahitlik yapardı. O zaman maaşlıydı mücahitlik… Celal Sarı da mücahitlik yapardı. Işıklarda olsunlar, hayatlarını kaybettilerdi köy düştüğünde savaşta…
Görneç’te evimize döndükten sonra, o gece yattık işte, bir odada… Görünmezdi ortalık… Korktuk yani, başka diğer odalara girmeye korktuk… Ertesi günü sabahtan kalktık, annem doğrudan gitti yatak odalarına… Kendi yatak odasına baktı, pööööö! Dolapların üç-dört kanadı, hepsi açık! Elbiseler yığın yerde. Bütün cehizleri, yorganlar, yığın evin orta yerinde, hiçbir şey yok dolabın içinde… Direk annem evlenirken eline dedemin taktığı bilezikleri aradı, bulamadı… Başladı ağlasın… Onu da hiç unutmayacağım… Hiçbirini unutmadık ya…
Öğlen oldu, kulağımız radyolarda, akşam oldu…
Bu arada biz babama devamlı sorarık, ne oldu, neresi alındı… Çocuk aklı o zaman… Der bize, “Türk askeri aldı buralarını falan da gurtulduk falan filan…” O düşünceynan, “İşte Değirmenlik alındı” der, “Beyköy alındı, Minareliköy alındı” der falan… İkinci harekata kadar durum böyleydi…
Keman konusuna geçiyorum şimdi çünkü bağlantılıdır… Bu arada bizim keman da yok meydanda. Babamın işte benim için 5 Kıbrıs Lirası’na aldığı, o Çekoslovak yapımı keman da yok meydanda…
SORU: Sağlam ganimet ettiler yani sizin evden…
TANER ŞAH: Bilmem… Kimin aldığını da bilmem… Köylü aldı? Rum aldı?
Biz geldiğimizde gancellinin kilidi var ya, dışarıdan hiçbir şey yok – içeriden bu kadar delik… Köylüler anlatır bize, nice nişan almışlar da açamayınca – kilitleyip da kaçtıydık biz evden – ateş etmişler. Piyade kurşunu muydu, neyidi, patlattı, girdi içeri kim idiysa ateş eden… Büyük ihtimal Rum askeriydi… Tabii şimdi ben “Rum askeri” derken insanları suçlamak için söylemem… Savaş bu… Savaşta ne olacağı belli mi?
SORU: İki taraf da yaptı bu “ganimet” işini maalesef…
TANER ŞAH: Ganimet işini, kıyım işini…
SORU: Evet…
TANER ŞAH: İki taraf da yaptı… Kemanı ben evde bulamadım işte, keman gittiydi… Aradan bir 8-10 gün geçti. Yani aysonuna doğru falan… Bizim bir köylü – ismi lazım değil – elinde bir keman, geldi bana… “Taner, bu senin” dedi. Ala, güzel… Biz sevindik! “Ama” dedik, “nereden buldun bunu?”
Ayguruş’tan, bir evden, askerin biri almış dolaptan ve vermiş kendine. “Al” demiş “bunu… Napacam ben?” falan… O da almış. Ben tahmin ederim, beni getirdi aklına o saat o işte çalarık ederik diye. Aldı… “Ver” demiş “da ben hallederim bunu…” Almış – vermiş kendine o da… Getirdi bana.
Dedim, “Nasıl yani şimdi bu Rumunudu?”
“Evet!” dedi bana…
“Nasıl olur yahu şimdi” dedim ben, “adam bunu geri istemez mi?” falan…
“E nereden bulacan onları, bakalım nerdedirler…” dedi. “Gittiler, kaçtılar köyden” dedi.
Dedik, “Tamam, ver buraya…”
Aldık kemanı biz.
SORU: Yayı da varıdı? Kutusundaydı?
TANER ŞAH: Tabii, tabii, tabii… Yayı da, herşeyi kutusunun içinde… Reçinesine kadar içindeydi hep…
Taner Şah, bu kemanı Ayguruş'tan Bay Kiriakos'un oğlu Sotiris'e iade ederken, onları bir araya getiren Miranda da Dayanışma Evi'nde yanlarındaydı...
Taner Şah'ın kemanı, hayatının en büyük parçalarından biri... Ayguruş'tan Kiriakos Hacıeftimiu'ya ait kemanı çalarken...
(Devam edecek)