Bu okuyacağınız bir insaniyet öyküsüdür... Kıbrıs’ta bastırılmak, gizlenmek, susturulmak, yok edilmek istenen insanlığın öyküsü...
Bu insaniyet öyküsünün kahramanı, çok değerli arkadaşımız, müzik ustası Taner Şah’tır...
Müzik ustası Taner Şah, bir köylüsünün 1974’te Ayguruş’tan alıp kendisine verdiği kemanın esas sahibi olan Kıbrıslırum aileyi bularak bu değerli kemanı kendilerine nasıl iade ettiğini ayrıntılı biçimde aktardı... Ayguruş’tan bir “Emanet Keman”ın öyküsüne ilişkin müzik ustası Taner Şah’la röportajımızın son bölümü şöyle:
SORU: Stradivarius’tu?
TANER ŞAH: Stradivarius değildi ama onun kadar değerli bir kemandı… Biz kemanı alıp koyduk rafa, babamın dükkanında. Babamın kahveyle bitişik bakkal dükkanı vardı… Koyduk rafın üstüne, istediğimizde alırdık, yapardık akordunu, çalardık, gene koyardık, böyle bu şekilde.
Ondan sonra 16 yaşımıza geldiğimizde grup kurduk. O grupta çaldım o kemanı epeyi…
SORU: Adı var mıydı grubunuzun?
TANER ŞAH: Grubun ismi “Deryalar…”
SORU: Deryalar…
TANER ŞAH: “Deryalar müzik grubu”ydu o zaman…
SORU: Hepsi Görneç’tendi, yoksa?
TANER ŞAH: Yok, hep Lefkoşa…
SORU: Kimler vardı o grupta?
TANER ŞAH: 1977’de kurduk grubumuzu. O zaman Erol Tümsoy, Ahmet Bayraktar, Osman Kansız, İzzi Şöföroğlu… Bir da ben, beş kişi yani… O şekilde bir grubumuzu kurduyduk o zaman. Osman Kansız baterideydi, rahmetlik Ahmet Bayraktar (Naci Talat’ın yeğeni) klavye ve solist idi. İzzi Şöföroğlu, grubun solistiydi… Ben kemanda ve orgtaydım… Erol Tümsoy ise elektro bağlamadaydı…
SORU: Ne yapardınız?
TANER ŞAH: Düğünlerde çalardık… 1977’den 1991’e kadar devam ettiydi. Ondan sonra kardeşlerimle birlikte “Grup Şahlar”ı kurduyduk…
SORU: Herhalde o dönemin popüler şarkılarını çalardınız. Hatırlar mısınız o dönemin popüler şarkıları neydi?
TANER ŞAH: Güncel türküler çalardık, işte bizim Kozan Marşımızı çalardık, bu birinci, ikinci “karşılama”lar, köylerde eskiden çok istenirdi. Şimdi, bitti o iş… Folklör ekibi gelirsa, onlar oynar işte, gençlerden bilen yok artık onları…
SORU: Maalesef…
TANER ŞAH: Bu arada 1977’nin yazında grup kurduk ama 1977’nin Nisan ayında annemi kaybettim ben, 35 yaşındaydı, size ömür… Tansiyondan beyin kanaması geçirtti, rahmetlik oldu… Ben o zaman 16 yaşındaydım. En küçük kardeşimiz da ikibuçuk aylıktı.
SORU: Daha yeni doğum yaptıydı anneciğiniz…
TANER ŞAH: Ya, ya… Sekizimiz da erkek…
SORU: Belki da ondan kaynaklanan birşeydi o tansiyon işi…
TANER ŞAH: Stres insanı içinden ağaç kurdu gibi yer artık… Sekiz erkek kardeş, içlerinden en büyükleri ben… En küçüğümüz ikibuçuk aylığdı, Alper… Geldiklerinde bana grubu kurmamız için bu arkadaşlar, bu abilerimiz işte, “Yahu benim annem vefat etti, nasıl olacak bu?” dedim.
“Annen vefat etti ama hayat devam eder” dedi Erol abi, “sen işine bakmayacak mın?” dedi bize…
Erol abi da böyle kültürlü adamdı, Sosyal Hizmetler’de çalışırdı, “Welfare Office”… Emeklidir şu anda… O teşvik edici konuşmayı yaptı bize… Ama bir bakıma da iyi oldu benim için. Çünkü gerçekten ölennan ölünmez yani… 11 Nisan 1977’de kaybettiydik annemi… Hemen akabinde geldiler bana, grup kurallımmışık… Neyisa, biz kabul ettik. “Zaten daha var yaza” dedi… “Yazda başlayacayık…”
Dedim “Tamam yahu, olur”…
Yazda başladık, “Deryalar” başlamış oldu o zaman.
Ondan sonra ben o kemanı zaman içinde konserlerde çaldım, televizyon programlarında çaldım, iki toplumlu koroyla çok konserlerimiz oldu, hep o kemanı kullandım ben, yurtdışı olsun, güneyde olsun, buralarda olsun…
SORU: Markası neydi bu kemanın?
TANER ŞAH: İçinde hiçbir şey yazmazdı… Tabii müzik aletlerine periyodik bakım gerekir, dönem dönem… Yani yıllık bakımları var. Ben o bakımların hepsini yaptım. Sonra göğsünde iki büyük çatlak vardı aslında ilk… Açtık, kapattık, yaptık onları hep… İki defa burada açıldı, kapandı… Bir kere da Ankara’da, bir kere da İstanbul’da açılıp kapandı… Yapıldı, çok güzel oldu, eskisinden da sağlam olduydu. Ben götürdüğümde son, ustaya, İstanbul’a, Cengiz Sarıkuş diye bir luthier… “Luthier” yani müzik aleti yapımcısı… Adama dedim, “Ne olabilir bu kemanın tarihi? İçinde bir şey yazmaz, çok eski olduğu belli…”
Baktı içine bir, “1800’lerin kemanıdır bu” dedi bana.
“Abi” dedim, “içinde bir şey yazmaz…”
“Biz anlarık” dedi.
Neyisa biz bıraktık geldik, yapılsın servisleri falan…
Geldikten bir-iki gün sonra İbrahim Tatlıses’in kemancısı arar bizi!
Aradı beni, “Üstat, bu kemanı satar mısın?”
Dedim, “Yooook…”
Bu arada, kemanın ismi vardı, ben bir isim taktıydım kemana…
“Emanet…”
Kemanın adı, “Emanet…”
Benim değil çünkü yahu…
Dedi, “10 bin TL sana…”
Onbir sene evveldi bu, 2011’de.
Dedim, “100 bin da olsa, ben onu satamam.”
“Satmam” demedim, “satamam” dedim.
“Peki üstat, sen bilirsin” dedi, baybay falan, kapattık telefonu.
Birkaç dakika sonra arar beni Cengiz Usta’nın oğlu Veysel…
“Taner abi, bu kemanı asla satma, sakın…Onbeş da verse sana, sakın satma” dedi… “Çok değerli bir kemandır o, haberin olsun…Yani 15 da verse sana, satma…”
“Merak etme da satmam” dedim.
Gittim, aldım kemanı, geldim.
SORU: Başı gözü sağıken!
TANER ŞAH: E tabii!... O şekilde… Ve o kemanı ben aldım, o köylümün bana o kemanı verdiği andan sahiplerine teslim edeceğim ana kadar hiç ben, benim hissetmedim onu. Yani baktığımda evet yahu, ben çalarım, kullanırım ama benim değil bu keman diye hissettim. Ve bir dürtü içimde hep… “Acaba” derim, “verebilecek miyim ben bu kemanı? Yani bir barış, bir çözüm, bir anlaşma memlekette da, nasıl bulacam, nasıl verecem?” düşüncesi benim hep kafamda… İçimde hep bu dürtüynan yaşadım yıllarca…
Ondan sonra, bahsettiğim bu luthier, Cengiz Sarıkuş… Bir yeni keman yaptırttıydım ben o zaman ona, bu tamiratın yanında. Bu kemanı Kıbrıs’ta, bizim Türk tarafında gören beğendi… Sipariş etti, yaptırttı… 20’nin üstünde keman yaptı buraya. İlk birinci kemanı bana yaptı bu adam, “Veysel Müzik Evi” diye bir yerdi bu, Haseki Hastanesi’nin oralarda, İstanbul’da. Yani reklama girmesin ama benden sonra 20’nin üstünde keman yaptı Kıbrıs’a diye, usta dedi bana, “Tanerim, gel beğen bir keman, sana ben bir keman yapacam…”
“Usta, etme eyleme!” dedim…
“Ben senin kemandan ötürü çok ekmek yedim Kıbrıs’tan” dedi, “ben sana bir keman yapacam…”
Ben sevindim bir taraftan, bir düşünürüm, ben olsam ben da aynı şeyi yapardım…
Dedim, “Tamam usta… Senden hatıra…”
Yani saklarım, çalarım, kullanırım…
Yaptı bir keman… Müzik aletleri, 5-6 sene çalındıktan sonra açılır sesi ve tam oturur. Yeni keman, o eski keman kadar ses çıkarır, o kadar güzel keman yaptı bana…
E şimdi Kiriakos’un kemanı bana daha fazla batmaya başladı. “Yahu” derim, “ben bunu vermem lazım…”
Yani artık bu olay mı kamçıladı beni, ne oldu artık, yoksa cesaret mi geldi bana, naptı, bilemem nasıl bir duygu geldi bana… Aradım Miranda’yı… Miranda Hristodulu… Çok yardımı dokundu bana…
SORU: İlk şu bana bu kemanı iade etmek istediğinizi yazdığınızda, kimliğinizi açıkça belirtmek istemediğiniz için biraz zorluk vardı, kemanın sahibini aramak zordu… Çünkü genelde ben ne yaparım? Yazarım, bilenler arar genelde… Böyle çıkar ortaya… Yani elaltından biraz daha zordur bilgilere ulaşmak… Açıkça yazdığımızda genelde sonuca ulaşabiliriz…
TANER ŞAH: Bana artık cesaret geldiydi, “Duyan duysun” dedim. Kıbrıs’ın güneyinden da duyan duysun… Yanlış anlayan da olacak, takdir eden da olacak… Ama ben düşünürüm ki, yanlış bir şey yapmıyorum. Geç da olsa ben bu gayıtı sahibine vermek isterim, yanlış bir şey olmaz bu diye düşünürüm.
Her neysa, geceydi, aradım Miranda’yı… Dedim, böyle böyle mesele…
Anlattım herşeyi…
“Ben bunun sahibini bulmak isterim” dedim, “bana nasıl yardımcı olabilin?”
Miranda Türkçe bilir ya, Türkçe öğretmenliği yapar düşüncesiynan… “Bilirsan sen, Ayguruşlular…” Belki bir yerden bir damar buluruk da köylülerin izini buluruk… Veririk…
“Bilemeyceyim sana nasıl yardımcı olayım bu konuda” dedi.
Hem düşünür, hem konuşur…
“Duuur” dedi, “benim bir öğrencim var” dedi. “Bir sorayım ona” dedi “da belki bilir o, nerededir bu köylüler” dedi. “Ve kemancı kimidi Ayguruş’ta… Bulursak verelim…”
Dedim, “Tamam…”
Öğrencisi da kim?
Ayguruş’un muhtarı!
SORU: Tam yeri!
TANER ŞAH: Ayguruş’un muhtarı! Rastlantıya bak! Artık Tanrı’nın mı deyim, doğanın mı, su akar yolunu bulur, nasıl? Su yoluna doğru gidiyor diye düşünürüm ben artık… “Ayguruş’un muhtarı” deyinca bana, ben bu işin zaten bittiğini hissettim o saat. Dedim, “Mutlaka vereceyik…” Çünkü muhtar bulmayacak da kim bulacak?
Ayguruş muhtarının adı Savvas… Savvas diye biri. Bir gün telefon etti bana Miranda, dedi, “Filan gün, filan saat, Dostluk Evi’nde, Ledra Palas’ta buluşalım… Muhtar Savvas Bey gelecek, resimlerini da çek kemanın ve getir bana… Varmış birkaç aile keman çalar…”
SORU: Hangisidir bulsun size…
TANER ŞAH: Tabii… Çektik kemanın resimlerini, kaliteli çekmeye çalıştım yani… Önünden, arkasından, yanından… Kerestenin o damarlarına kadar çektim yani herşeyi… Öyle bir da güzel çıktı kağıdın üstüne baskı! Kendinden güzel, resimleri! Bir böyle 7-8 poz çektim, koydum zarfın içine, gittik, buluştuk Dostluk Evi’nde, geldi adam. 74 yaşında bir adam, Bay Savvas… Şimdi bilin bunda Girne Belediyesi var, Mağusa Belediyesi var… Güneyde sembolik mi? Bilmem…
SORU: Hayır, hayır… Şudur espiri ki çok akıllıca birşeydir aslında yaptıkları… Mesela Ayguruş Muhtarlığı var… Ayguruşlular, kim nerededir, nerede yaşar, kim doğdu, kim öldü, nereye yerleşmiştir, kayıt altındadır. Çünkü evlerini, yerlerini kaybettiler. Bir şey olduğunda bir referans noktasıdır o… Yani Kıbrıslıtürkler genelde bunu anlamaz, “Niçin Girne Belediyesi var? Girne bizdedir, niçin kalkarlar da hayali belediye kurarlar” diye düşünür genelde Kıbrıslıtürkler ama insanları bir arada tutmak içindir o… Girneli Kıbrıslırumlar bilir ki, seçimlerde Girne Belediye Başkanı’nı seçecek, Girne’yle ilgili bütün işlemleri o yapacak… Doğumu, ölümü, kuşaklar arasındaki o teması… Mesela Palikitire… “Balıkesir”… Onların kulübü var Lefkoşa’da, her Salı kebap yaparlar, taa Leymosun’dan Palikitireliler gelir bu kebaba, toplanırlar, yaşlısını da, gencini da hep bir arada görün o kulüpte… Ben da katıldım bir defa bir Salı buluşmasına ve gördüm tee nerelerden gelirler bu buluşmalara… Kimisi Strovulo’da yerleşti Palikitireliler’in, kimisi Larnaka’dadır, kimisi Leymosun’dadır… Bir bağdır o…
TANER ŞAH: Olması gereken… Latça’da kalırlarmış galiba Ayguruşlular’ın kimisi, kimisi Leymosun’da kalırlarmış…
SORU: Kimisi Köfünye’dedir mesela… Orada “Habeşis” lokantası var, onlar Ayguruşlu’dur…
TANER ŞAH: Bizim bu kemanın sahibinin ailesi da Latça’da oturur… Kimisi Leymosun’da… Neysa, kaldığım yerden devam edeyim, biz resimleri verdik adama, “Tamam” dedi, “ben gösterecem…”
Birkaç hafta sonra ben aradım ve sordum Miranda’ya, “Noldu?” diye. “Henüz bir haber yok” dedi. Ertesi gün aradı beni. “Sanırım” dedi, “bulundu aile…”
Dedik bu iş tekmil bitti, tamamdır, vereceyik…
Gene aynı şekilde anlaştık, 24 Eylül 2021… Bir seneyi biraz geçti… Gene aynı yerde buluştuk, burada, Dostluk Evi’nde (Home for Cooperation)… Geldi Savvas, Ayguruş’un muhtarı, orada kaldığı yerde, gene Ayguruş’un muhtarlığını yapar… Savvas geldi… Kemancının oğlu geldi… Oğlunun adı Sotiris Hacıeftimiu… Hanımı yanındaydı. Adam, 74 yaşında o da…
Dedik esas sahibi kimdir kemanın? “Babam” dedi, kemanın sahibi yani, “74’ten önce Girne Hastanesi’nde öldüydü...”
Kemanın sahibinin adı Kiriakos Hacıeftimiu…
“Kemanımız bu… Lütfen kabul buyurun” dedim. “Gerçek sahibine, memnuniyetle veriyorum…” Bizim oğlan da yanımdaydı, şak şak şuk çekerler bizi… Frosso yani Sotiris’in hanımı çeker bizi…
Kemanı böyle alırken adam, aldı eline, baktı böyle… “Babammu” dedi… “Babammu” yani “Babam” derik ya biz… Öyle “Babammu” yaptı ve bir ağlamaya başladı!... Dedik yahu, naptık biz… Öyle anlatamam, o saat nasıl bir duygu geldi bana… 74 yaşında adam ağlar… Ama ben bozuntuya vermemeye çalışırım, işte espri yapmaya çalışırım gülerek, hatta çekti da bizim oğlan beni o şekilde. Var öyle resimleri…
Konuştuk ettik biraz öyle… Resimlerini verdi bana babasının, kendinin gençliğinde köyde çalarken kemanı…
SORU: Söyledi mi size, nereden meraklıymış babası kemana?
TANER ŞAH: Babası ünlü kemancıymış o zaman dağın arkasında. Dağın arkası dediğim, bizim Görneç, arkasında Ayguruş… Harça… Ayguruş… Çok ünlü bir kemancıymış o zaman, varlıklı da bir adammış galiba… Köylü adam, herhalde bağı-bahçesi varıdı… Müzik da yapardı adam. Hikaye bu…
SORU: Çok güzel, çok çok güzel, olağanüstü bir hikaye gerçekten… “Emanet”, sahibine teslim edildi… “Emanet”, sahibini buldu…
TANER ŞAH: Evet… Kemanın ismi “Emanet”… Babasınındı bu keman… Şimdi çalar, tutar? Ben verdim… Ve vicdanen bu yaştan sonra rahatladım yani. Yani çocukluk hayalimdi o benim, kemanı geri vermek. Ve gerçekleşti çok şükür…
SORU: Çok çok teşekkürler, çok güzel bir öykü gerçekten… Seve seve yazacam… İngilizcesi’ni de yazacam ki POLİTİS gazetesi için Rumca’ya çevirebilsin değerli çevirmenim. Çünkü POLİTİS’te çıkan ve benim gördüğüm haber, küçücük birşeydi…
TANER ŞAH: Küçücük bir şey ve çarşıda satılan gazetelere basmadılar, sadece internet versiyonunda yer aldı o küçücük haber.
SORU: O küçük haberde “Stradivarius” yazardı…
TANER ŞAH: Stradivarius değil… Ben iki toplumlu koroda, yırttık perdeyi artık ya, dedim ben söyleyecem, duyan duysun. Sonuçta yanlış bir şey değil yaptığım. Anlattım burada, işte biz Ledra Palas’ta çalışırık Çarşambaları… Kostis var, rahmetlik Lena’nın kocası… Ona anlattım ben işte. O da ertesi çalışmaya gazetecileri getirdi, gazetecilere ben anlatırken, bir tanesi sordu, “Stradivarius’tu bu keman?” dedi bana. Dedim “Vallahi değildi ama onun kadar değerliydi…”
Çünkü 1800’lerde yapıldığını söylediydi bana usta… Çok güzel sesi vardı, çok güzel, eski bir kemandı… Antika denecek bir kemandı.
Dedik biz… Onlar direk yapıştırdılar “Stradivarius” diye… Stradivarius’un değerini bilirsiniz… Milyonlar… İstersa bir trilyon olsun ama o verdiğim kemanın değeri, benim değil… Hade sattık, aldık parayı, dünyayı kazandık. E benim değil be kardeşim… Olmuyor… Ben o yaradılışta bir insan değilim. Yapamam. Durum, keyfiyet bu…
Bunu da belirteyim ben: Popülist şeylerden hoşlanmam, “iyi adam” görüntüsü vermeyi da sevmem… Bunu böyle açıklamaynan, “Taner ne iyi iş yaptı, aman falan!” – ama…
SORU: Ama insani bir öyküdür bu ve gelecek kuşaklara örnek olur anlatılması… Çünkü istesen vermezdin, saklardın veya satardın… İnsaniyet nedir, bunu evlatlarımıza örnekleriyle göstermemiz lazımdır ki öğrensinler.
TANER ŞAH: Ben bunu dediğin gibi, barış adına yapıyorum. Bizim köylülerin bir lafı vardır, “Fellik daşı”… Binaları yaparken büyük taşların arasına koydukları küçük taşlar var ya tutsun diye duvarı, işte bir “fellik daşı” goyabilirsam, o amacınan, o düşünceynan bunu yaptım. Ve açığa çıkılmasını istedim. Keşke daha fazla şeyler yapabilsek barış adına… Ancak ne yazık ki bazı kesimler tarafından böyle “barış” kelimesini kullanmak bile yeterli, damgalanmak için. Umurum değil. Onlar da gidecek bu dünyadan bir gün, biz da gideceyik… Kimseye kalıcı değil bu yerler.