“Ayların En Acımasızı Nisan’dır”

Niyazi Kızılyürek

 


Yenidüzen gazetesinde köşe yazarlığına 2006 yılında Nisan ayının sonunda başladım. Demek yedi yıl olmuş. Nisan ayı sona ermeden o yazıyı yeniden paylaşmak istiyorum. Çünkü Nisan ayının ülkemizde önemli bir yeri var ve bu yüzden de öylesine geçip gitmesine müsaade etmemek lazım…
T.S.Eliot, bir şiirinde “Nisan, ayların en acımasızıdır” der. Yakın Kıbrıs tarihi açısından baktığımız zaman Nisan ayının “acımasız” olduğu kadar, tarihsel sayılabilecek gelişmelere tanıklık ettiği de söylenebilir. Biraz geriye gidersek, EOKA’nın ilk silahlı eylemlerini Nisan ayında başlattığını görürüz. Yüzlerce genç Kıbrıslı Rum hayatlarını Helen milliyetçiliğinin en tutkulu ülküsü olan Enosis için ortaya koydular. 19. yüzyıldan beri romantik milliyetçi bir düş olarak beslenen Enosis, 20. yüzyılın ikinci yarısında milliyetçi şiddetle taçlandırıldı. Genç insanların bir kısmı vurularak öldürüldü, bir kısmı dar ağacında can verdi. Ancak Enosis gerçekleşmedi. Gerçekleşmediği gibi, ada nüfusunun düşman kamplara bölünmesine yol açtı. Çünkü Kıbrıslı Rumlar için bir düş olan Enosis, Kıbrıslı Türkler için bir kabus sayılıyordu. Enosis tezinde ısrar etmek, yavaş yavaş Türk milliyetçiliğinin kendi “Enosisini” doğurmasına yol açtı ve ada iki-kutuplu milliyetçi çatışma ortamına yuvarlandı.
Yine bir Nisan ayında Muzaffer Gürkan ile Ayhan Hikmet vurularak öldürüldüler. Yurttaşsız doğan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin az sayıdaki yurttaşlarından olan bu iki aydın, Kıbrıs Rum ve Türk liderliğine inat, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yaşatmaya çalışıyorlardı. 2 Ocak 1961 tarihli Cumhuriyet gazetesinde şöyle diyorlardı: “vatanını ve milletini seven her Kıbrıslı Türk ve Ruma düşen vazife, yekdiğerinin haklarına hürmet etmek, hür Kıbrıs’ın yaşamasını ve takamül etmesini sağlamak, cemaatlarını daha demokratik, daha müreffeh, daha mes’ut ve sulhcu bir hayata ulaştırmak için bütün gücüyle çalışmaktır.”
Olmadı. Böyle bir ideal uğruna çalışmak isteyenlerin sayısı o kadar az, Kıbrıs Cumhuriyeti devletini yıkarak “ulus ile vuslata erişmek” isteyenlerin sayısı o kadar çoktu ki, genç cumhuriyet kısa süre içinde etnik çatışmaya kurban edildi. Ne var ki, Enosis ve Taksim uğruna patlatılan silahlar da hedefi tutturamadı. Ada nüfusu kan ve gözyaşı içinde bir türlü gerçekleşemeyen hayallerin toz bulutu gibi dağıldığını seyretti: Ne Enosis, ne Taksim, ne de Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti vardı.
Derviş Ali Kavazoğlu da Nisan ayında öldürüldü. Marksist-Leninist bir aydın. Sosyalizme inanmış. İnandığı öğretinin en önemli değerinin Enternasyonalizm olduğunu sonuna kadar benimsemiş. Ne var ki, mücadelesini sürdürmek için seçtiği siyasi parti Enternasyonalizm bir yana, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşatılması için bile mücadele vermekten kaçınarak Cumhuriyete rağmen Enosis ülküsüne yönelmişti. Kavazoğlu, öldürüldüğünde AKEL’in resmi tezi Enosis’ti. Ne Enosis, ne Taksim, ne Bağımsızlık, ne de Sosyalizm…
Yarım asırlık bir sorun olan Kıbrıs sorununun kalıcı bir çözüme kavuşturulması, coğrafi ve zihinsel olarak parçalanmış adadan ortak bir yurt oluşturulması yine bir Nisan ayında gündeme geldi. Nisan 2004’te… Belki de yakın Kıbrıs tarihinin en kritik Nisan ayı. Enosis’in çoktan tarihe gömüldüğü, Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek-toplumluluğa indirgendiği uzun süreç içinde adanın başında hala asılı duran Taksim tehdidine meydan okuyan binlerce Kıbrıslı Türkün milliyetçilikle hesaplaşarak yurtsever bir tavırla adanın yaralarını sarmaya soyunması ve “Federal Kıbrıs’ın” uluslararası aktörlerin çıkarlarıyla örtüşmesi sonucu gelinen o 2004 Nisanı... Ve “Yes Be Annem” sloganıyla ifadelendirilen milliyetçilik-ötesi yurtseverlikle sokaklara dökülen on binlerce Kıbrıslı Türk’ün, “tek-toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti bize yeter” diyen Kıbrıs Rum toplumundan aldığı “Hayır” yanıtı. Bütün bunlar “acımasız” Nisan ayında yaşandı.
Geriye baktığımız zaman, ne Enosis, ne Taksim, ne Sosyalizm, ne de Federal Kıbrıs… Şairin dediği gibi “elde var hüzün...”