4 Ekim 2022 Cuma sabahı, Kayıplar Komitesi araştırma görevlisi Selin Örek beni alıyor ve gidip iki Kıbrıslırum’u barikattan alıyoruz – bunlardan birisi görgü şahidi, 1974’te Ayluga göletinde tesadüfen bulunmuş, o günün koşullarında elinden bir şey gelmemiş, bir cinayeti durdurmak için hiçbir şey yapamamış... Onu ilk kez görüyorum ancak onu getiren değerli Kıbrıslırum arkadaşımız, senelerdir bize gerek Kıbrıslıtürk, gerekse Kıbrıslırum “kayıplar”ın bulunmasında yardımcı oluyor...
Buraya 30 Eylül 2022 Cuma günü yine gelmiştik bu Kıbrıslırum arkadaşımız ve bir diğer şahitle birlikte... Ayluga göletinde 2019 yılında onlarla birlikte Kayıplar Komitesi’ne göstermiş olduğumuz bu alanda kazı başlamıştı – burada kazılan yerin tam olarak doğru yer olup olmadığına bakmaya gelmiştik... Sonra da bu alanda cinayet anında bulunmuş olan ve aramakta olduğumuz Kıbrıslıtürk “kayıp” şahsın tam olarak nereye gömülmüş olduğunu görmüş olan Kıbrıslırum şahidi tekrardan buraya getirmeye karar vermiştik. Bugün olan işte bu...
Kazı ekibinde arkeologlarımız Yusra Eminoğlu, Yannis Yuannu, Yorgo Hacıtoma ve Fatma Keser Kayaş bulunuyor... Şiroda deneyimli arkadaşımız Ergin Tarancı var ve ona Sinde’den genç şirocu İbrahim Özşen eşlik ediyor. Geçen gelişimizde alanda güvenlik konularından sorumlu olan Behlül Yarışan da bulunmaktaydı. Kazı 26 Eylül 2022 haftası başlamıştı çünkü göletteki su çekilmiş, görece olarak kurumuştu... Aslında dozerin her kepçe vuruşunda, bir süre sonra dipten su gelebiliyordu...
Burası tam bir çirkef yatağına dönüştürülmüştü... Oysa 2019 yılında bu alan geldiğimiz zaman, etraf yemyeşildi ve kuşlar bu gölette avlanıyordu... Ancak Mağusa Belediyesi, bu gölete kanalizasyon sularını pompaladığı ya da kanalizasyon sularını arıtmakla görevli şirketin, böylesi bir gölete atık suları pompalamasını engellemediği, buna seyirci kaldığı için bu gölette çok büyük bir felaket yaşandı. Gölette bulunan pek çok efgalipto ağacı kurudu, kesildi, söküldü ve atıldı... Bunu Orman Dairesi mi yaptı, başka birisi mi? Bilemiyoruz... Memleket bilinçli olarak o kadar “sahipsiz” bırakılmış ki, başımızı çevirip baktığımız her yerde bir pislik çıkıyor karşımıza, bir boşvermişlik, bir sahipsizlik... Bunda en büyük rolü oynayanlar da gene bizzat Kıbrıslılar’ın kendileri çünkü “Ben garışmam, benim başım derde girmesin da nestersa olsun” moduna çoktan yatmışlar ve bu yüzden kolaylıkla durdurulabilecek felaketler, göz göre göre yaşanıyor... İtiraz ettiğiniz zaman ise size derhal “Rumcu, Amerikancı, Moskofçu, hain, Türkiye düşmanı vs.” gibi yaftalar yapıştırılmaya çalışılıyor ve susturulmaya çalışılıyorsunuz... Oysa tüm bunlar nafile çünkü çıplak gözle görülebilecek bir felaketle karşı karşıyayız adanın kuzeyinde, her tarafta... Buraya gelirken, Güngör çöplüğünden çıkan zehirli dumanları görebiliyorduk, tüm kuzey coğrafyasını bir sis tabakası gibi sarmıştı bu felaket duman ve gene aynı “kayıtsız” tavırla karşı karşıyaydık: “Bana ne be? Ben mi oğraşacam?” havasındaki Kıbrıslıtürkler – genel olarak söylüyorum bunu, istisnalar elbette kaideyi bozmaz...
Şahidimizi ve Kıbrıslırum arkadaşımızı kazı alanına getiriyoruz... O kazı alanında görülen göletten başlamak istemiyor... 1974’te bu gölete nasıl gelmişse, hangi yolu izlemişse, o yoldan buraya varmak istiyor. Ta başından başlamak istiyor...
Yolun karşısında bulunan pompa istasyonundan başlayan bir toprak yol olduğunu, bu yolun karşıya geçerek göletin arkasına kadar gittiğini anlatıyor...
Hep beraber yolun karşısına geçiyoruz, arkeologlarımız ve Ergin abi de bizimle geliyor – aslında sürat yapan arabalar olduğu için bu yolda olmak tehlikeli çünkü trafik de, tıpkı diğer alanların olduğu gibi, tam bir boşvermişliğin yaşandığı bir alan ve her an bir kaza olabilir buralarda diye düşünüyorum...
Nihayetinde şahidimiz, arkeologlarla birlikte pompa istasyonunu bulmaya gidiyor ve oradan yürüyerek toprak yolu bulmaya, oradan da gölete ulaşmaya çalışacaklar...
Ergin abi beni yolun karşısına geçiriyor ve ben Ayluga göleti yanında arkeologların sıraladığı açılıp kapanan sandalyelere oturup onları bekliyorum...
Bir süre sonra geliyorlar... Gerçekten de o toprak yolu bulmuşlar, yolun karşısına geçmişler ve toprak yol devam ediyormuş göletin arkasına kadar... Şahidimiz doğru yerde olduğumuzdan emin olmuş böylece...
“Şu anda kazılmakta olan yerden 25 metre geriye kadar kazıyı genişletmeniz lazımdır” diye konuşuyor... “Şu anda durduğumuz yerin sağ tarafına doğruydu gömü yeri” diye anlatıyor...
Çam ağaçlarının altında oturuyoruz, sohbet ediyoruz...
Ona neden pompa istasyonunun 1974 öncesi orada olduğunu soruyorum...
Çünkü bu göletten alıp pompaladıkları suyla, yakınlardaki portokal bahçelerini suvarırlarmış... Mağusa, Omorfo’dan çok önce portokallarıyla ünlüydü ve bu portokallar yurtdışına ihraç ediliyordu... Omorfo’nun portokal yetiştirmesi daha sonra olmuştu... Mağusa’da yani Maraş’ta her sene portokal festivalleri yapılıyor, insanlar büyük bir coşkuyla Haziran ayındaki bu festivale katılıyorlardı... Tüm bunlar geçmişte kaldı – Maraş hayalete çevrildi, portokal ağaçları ya kurutuldu, ya kökünden kesildi veya sökülüp atıldı... Herşeye sinen boşvermişlik, umursamazlık, kadir bilmezlik ve bu yurda yönelik derin sevgisizlik, portokala da sindi ve Mağusa’nın ünlü portokalları da tarihe karışıp yok olup gitti...
Şahidimiz başlangıçta buraya gelmeye çekiniyordu ancak Kıbrıslırum arkadaşımız onu ikna etti ve şimdi oldukça rahat görünüyor...
Kazı ekibinde bulunan arkeologlarımıza ve şirocularımıza veda ederek geri dönüyoruz... Şahidimize ve Kıbrıslırum arkadaşımıza bu olası gömü yerine yönelik gösterdikleri çabalardan ötürü çok teşekkür ediyoruz. Kayıplar Komitesi araştırma görevlisi Selin Örek’e de bizi bu alan götürdüğü için çok teşekkürler... Kazı ekibine “Çok kolay gelsin” diyoruz...
Cuma günü, Kayıplar Komitesi çalışanlarına bir günlük tatil verilmişti – bugün yeniden işbaşı yapacak kazı ekipleri ve Ayluga göletindeki kazılara kaldığı yerden devam edilecek...
Ayluga göletinde kazı ekibiyle birlikte...