“Ayluka’da Efendi Dede’nin hüzünlü öyküsü…”

Sevgül Uludağ

BESİM BAYSAL YAZDI: LEFKOŞA’NIN AYLUKA MAHALLESİNDEN HATIRALAR…

“1974 sonrası nesiller Ayluka Kilisesi’ni yıllarca Has-Der (Halk Sanatları Vakfı)’na yaptığı ev sahipliği ile tanır/bilir. Ancak öncesinde büyük bir panayırın da düzenlendiği çocukların etnik köken farketmeksizin eğlendiği Ayluka Panayırı’na da evsahipliği yapan bir kilise ve mahalleydi Ayluka...  Etrafındaki evlerde aşkın milliyet tanımadığının yaşayan kanıtı birçok aile yaşıyordu o yıllarda. Bunlar; birbirlerine aşık olmuş ve sömürge yasalarını delmiş Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların birlikte oluşturduğu ailelerdi.  1955’e kadar devam edebilen ortak bir yaşam ve karma bir mahalle...  Babamın anılarından bizlere süzülen; Yenicami’de Atatürk İlkokulu’nda ayni sıraları paylaştığı karma aşkların çocuklarından sınıf arkadaşları varmış…”

 “…“Teşkilat” önce kapıları çalmış, korkutmuş sonra da camları kırmış ve hatta  evleri yakmış. Canını kurtarmak isteyen kaçmış; çoluğunu çocuğunu alan kaçmış 1955’de ve 1956’da...  Minnoş’un sokağında yan yana iki ev, ikisi de karma aşklarla kurulmuş yuvalar ancak Türk milliyetçilerinin, daha doğru ifadeyle faşist ve ırkçıların hedefi haline gelen karma mahallelerin tahrip ettiği ilk evler bu evler. Birinin sadece kapısı yanarken diğeri tamamen yakılıyor. Ev sakinleri canlarını zor kurtarıp çareyi yurt dışına kaçmakta buluyorlar…”

  “İşte Ayluka’da Yılancılar Sokağı’nda babamın doğduğu evin karşısında Efendi Dede’si oturuyor. 1950’li yıllarda Yılancılar Sokağı’ydı adı, şimdi ise Turan Sokak. Efendi Dedesi ile babam arasında; kan bağı olmasa da bir nevi dede torun ilişkileri var.  1955’e kadar Efendi Dede gerçek ismiyle Mehmet Kalfa, hayat arkadaşı bir Kıbrıslı Rum  ve iki oğlu ile aynı çatı altında yaşamını sürdürüyor. Karma mahalleler terörize edilirken 1955’te artık insanlar hedef alınıyor ve Efendi Dede,  eşini de çocuklarını da kendi evlerinden yollamak zorunda bırakılıyor. Hayatları alt üst  oluyor…”

 “Efendi Dede bundan sonra hayata tek başına tutunmaya çalışmış. Eşi fırsat buldukça gelmiş hem hasret gidermişler hem yardım etmiş, temizlik yapmış, yemecik yapmış. Babamlar o sokaktan Yenicami’ye Küçük Medrese Sokağı’na taşınmışlar ama Efendi Dedesi ile bağını koparmamış, görüşmeye devam etmişler. Özel günlerde, bayramlarda babam gitmiş, Efendi Dede babamı görmek ve bayramlık vermek için Yenicami’ye yürümüş ağır ağır…”

 

Besim BAYSAL

İnsanın yaşamının hemen her dönemini geçirdiği, doğup büyüdüğü, bisikletini, motorunu kullandığı; ilk arabası ile turladığı, ilk birasını içtiği, sevgilisiyle ilk kez elele tutuştuğu şehriyle içiçe geçen bir kültürü ve karakteri oluşur. Doğallığında kendi benliği ile yaşadığı yer arasında tutkulu bir aşk ortaya çıkar. Bu sebepledir ki birçoğumuz için Lefkoşa bazen katlanılmaz ama çoğunlukla da vazgeçilmezdir. Gittikçe azalan değil aksine artan bir yoğunlukla;  yürürken, bazen bisiklette veya arabada aceleyle bir yerden bir yere giderken bile o aşkla içiçe bulunduğumuzu hissedebiliriz. Ömrümüzü geçirmek istediğimiz için midir zorunda kaldığımız için midir bilinmez ama bu çelişkiyle çatışmalı bir biçimdedir Lefkoşa. Sevgilimizi bulmakla veya ona ulaşmakla benzer anlamları içiçe geçiren binlerce yıllık tarihsel bir hayatı sunar bizlere. Her santimetre karesinde aşk olan bir şehir

Lefkoşa; yaşanmışlıklarıyla, aşklarıyla yüreğimizin bir yerlerine sığmaz olur zamanla...

Geçen haftalarda Lefkoşa’nın güneyinde bir duvar yazılaması vardı. Lefkoşa aşkını ve Lefkoşa’daki aşkları yeniden birleştirecek kadar etkileyici. Ve belleklerimizdeki anıları yeniden tarihsel sürecinde geri getirecek kadar harika bir iradenin resmiydi. Türkçe yazılmış bir küçük aşk sözcüğü belki de tüm adanın kaderini değiştirebilecek kadar güçlüydü. Bölünmüşlüğe ve tarihe meydan okuyordu.

Canim seni çok seviyorum

(İmza) Kostas

KİLİSESİ VE MESCİDİYLE İŞTE O MAHALLE…

İşte o mahalle ki hala ayaktadır kilisesi ve mescidiyle. Yaşanmışlıklarını bağırır; fırınıyla meyhanesiyle; kahvesiyle bakkalıyla. Ama aşklarıyla çığlık atar her sabah. Her sabah bir daha bir daha geçin geçebilirseniz ayni sokaklardan. Hiç yolunuzu değiştirmeyin; o sokakları Lefkoşa’ya, Lefkoşa’yı Kıbrıs’a, Kıbrıs’ı da aşka bağlayan o sokaklardan.

Tarihten fırlamışçasına bellekleri harekete geçirerek gün yüzüne çıkmak istedi yeniden.

Belki biliriz, belki de hiç aklımıza gelmez, önce faşizmin sonra da tüketim kültürünün etkisiyle unutmuşuzdur; Kıbrıs’ta aşık olmak bedel ödemektir. Kimliğini kaybetmektir. Dilini, dinini, akraba ve dostlarını bile yitirmektir. Öyle büyük aşkların hikayeleriyle sarılmıştır bu küçücük ada. Ve olumsuz artçı etkileri hala günümüzde devam eder.

Yasası bile vardı; İngiliz sömürge yıllarında çıkarılmış. Bir Kıbrıslı Rum bir Kıbrıslı Türkle evlenemezdi; dininizi de adınızı da değiştirmeliydiniz ancak bu şekilde yasal olarak evlenebilirdiniz. Yani Kıbrıslı Türk iseniz Kıbrıslı Rum olmalı Kıbrıslı Rum doğduysanız Kıbrıslı Türk olmalıydınız. Başka türlüsü olmazdı/olamazdı.

Hepimiz için bir büyük hayat sınavı; aşık olduğunuz insanı ne kadar çok seviyorsunuz? Kimler kimler caydı/farıdı aşkından acaba bu topraklarda bu sebeplerden?  Bir diğer önemli soru da kimler kimler aşkı için direndi, sömürge yasalarına, devlete, toplumlarına ve ailelerine karşı. Ve bedel ödedi ölesiye?

SESSİZCE DİRENEN AŞKLARI ANLATAN AKAMAS FİLMİ…

Adamız 1974’te ikiye bölündü. Toplumlarımız fiilen ayrıldı. Duvarımız belgeselinde Niyazi Kızılyürek ve Panikos Hrisantu gözler önüne bir örneğini sermişti. Buna karşı sessizce direnen aşkları anlatmak için yine Panikos Hrisantu  ‘Akamas’ filmini çekmişti.

Lefkoşa’nın da 1974’te kesilen 2003’te yeniden alevlenen aşkları vardır çok da bilinmeyen. 30 yıl sonra. 30 yıl beklediği aşkına yeniden kavuşan büyük aşklardır bu aşklar. Somuttur artık, elle tutulur gözle görülür.

Lefkoşa efsanesidir, bazısı anılardadır, ama hepsi dilden dile anlatılır. Mesela Lefkoşa’nın bölünmüşlüğünün çelişkisiyle; kuzeyinin güneyine güneyinin de kuzeyine duyduğu özlem gibi...

LEFKOŞA’NIN AYLUKA MAHALLESİ…

1955-1958 dönemindeki çatışmalardan önce Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların birlikte ve dostluk içinde yaşadıkları Lefkoşa’nın tarihi ve güzel mahallelerinden sadece biri... Ayni zamanda karma aşkların ve evliliklerin de ev sahibiydi.

1974 sonrası nesiller Ayluka Kilisesi’ni yıllarca Has-Der (Halk Sanatları Vakfı)’na yaptığı ev sahipliği ile tanır/bilir. Ancak öncesinde büyük bir panayırın da düzenlendiği çocukların etnik köken farketmeksizin eğlendiği Ayluka Panayırı’na da evsahipliği yapan bir kilise ve mahalleydi Ayluka...

Etrafındaki evlerde aşkın milliyet tanımadığının yaşayan kanıtı birçok aile yaşıyordu o yıllarda. Bunlar; birbirlerine aşık olmuş ve sömürge yasalarını delmiş Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların birlikte oluşturduğu ailelerdi.

1955’e kadar devam edebilen ortak bir yaşam ve karma bir mahalle...

Babamın anılarından bizlere süzülen; Yenicami’de Atatürk İlkokulu’nda ayni sıraları paylaştığı karma aşkların çocuklarından sınıf arkadaşları varmış.

“Teşkilat” önce kapıları çalmış, korkutmuş sonra da camları kırmış ve hatta  evleri yakmış. Canını kurtarmak isteyen kaçmış; çoluğunu çocuğunu alan kaçmış 1955’de ve 1956’da...

Minnoş’un sokağında yanyana iki ev ikisi de karma aşklarla kurulmuş yuvalar ancak Türk milliyetçilerinin, daha doğru ifadeyle faşist ve ırkçıların hedefi haline gelen karma mahallerin tahrip ettiği ilk evler bu evler. Birinin sadece kapısı yanarken diğeri tamamen yakılıyor.

Ev sakinleri canlarını zor kurtarıp çareyi yurt dışına kaçmakta buluyorlar.

AYLUKA MAHALLESİ’NİN EFENDİ DEDESİ…

İşte Ayluka’da Yılancılar Sokağı’nda babamın doğduğu evin karşısında Efendi Dede’si oturuyor. 1950’li yıllarda Yılancılar Sokağı’ydı adı, şimdi ise Turan Sokak. Efendi Dedesi ile babam arasında; kan bağı olmasa da bir nevi dede torun ilişkileri var.

1955’e kadar Efendi Dede gerçek ismiyle  Mehmet Kalfa, hayat arkadaşı bir Kıbrıslı Rum  ve iki oğlu ile aynı çatı altında yaşamını sürdürüyor. Karma mahalleler terörize edilirken 1955’te artık insanlar hedef alınıyor ve Efendi Dede,  eşini de çocuklarını da kendi evlerinden yollamak zorunda bırakılıyor. Hayatları altüst  oluyor. Efendi Dede bundan sonra hayata tek başına tutunmaya çalışmış. Eşi fırsat buldukça gelmiş hem hasret gidermişler hem yardım etmiş, temizlik yapmış, yemecik yapmış. Babamlar o sokaktan Yenicami’ye Küçük Medrese Sokağı’na taşınmışlar ama Efendi Dedesi ile bağını koparmamış, görüşmeye devam etmişler. Özel günlerde, bayramlarda babam gitmiş, Efendi Dede babamı görmek ve bayramlık vermek için Yenicami’ye yürümüş ağır ağır.

Babam tedavi için Ankara’ya gitmeden ziyaretine gitmiş yıl 1969 ancak geri döndüğünde bulamamış. Efendi Dede hayata tutunamamış.

BU TOPRAKLARI SEVMENİN BEDEL ÖDEMEK OLDUĞUNU BİLİYORUZ…

Birçok Kıbrıslının Kıbrıs’ta aşık olmanın bedelini en ağır şekilde ödediğini biliyoruz. Bu toprakları sevmenin bedel ödemek olduğunu biliyoruz. Ve istiyoruz ki bizden sonraki nesiller; çocuklarımız, torunlarımız bizim ve bizden önceki nesillerin ödediği bedelleri ödemesin, özgürce yaşasın ve özgürce sevsin. Lefkoşa’nın sokaklarında gezerken şu duvarda yazılan yazılar gibi yazılamalar çoğalsın yüzümüzde bir gülümseme belirsin, yüreğimiz ısınsın. Herkes de bu aşklara bu topraklara tarihine ve kültürüne sahip çıksın.

Kostas biz de seni çok seviyoruz.

 

 

Efendi Dede’den aldığımız ve günümüze kadar yaşattığımız tül şu anda Lefkoşa’da Pençizade Sokak’taki evimizde bulunmaktadır…