Asu Demircioğlu
asudemircioglu@hotmail.com
Ne güzel, ahhhhh…
Aralıkta içimi ısıtan, saran sarmalayan bir güneş.
Sıcak, garip bir heyecan.
Yılın son günleri.
Gelecek yılın giden yılı aratmaması umuduyla, dudaklarımda bir gülümsemenin hüzünle tatlı birleşimi. Bu bekleyişten olsa gerek; acayip bir sevgi pıtırcığı, pozitif melek kıvamında bir ruh halindeydim.
Aaa olmaz olur mu sorunlar, hep var; aklıma takılan, çözüm bekleyen, sinir olduğum, yerine göre kıskançlık yaptığım, ilgi görmeyi bekleyip göremediğim, sevdiklerim tarafından bıçaklandığım. Ve şımarıklıklarıma yüz vermeyen sevenlerimden beklentilerim, suratımın ortasındaki sivilce, ailevi olaylar, karşımdaki çok mutlu olacak diye severek aldığım hediyenin olmaması ya da hediyeyi yılbaşı gecesinden önce verme çabam, evin iyi temizlenmemesi, tost makinesinin yüzüme patlaması gibi can sıkıcı olaylar beynimde eş değiştirerek çaça, salsa, vals gibi dansları deniyorlar çılgınca.
Çocuk sesleri geliyor kulağıma, bir de kuş sesleri. Ne güzel! Yanımdan yılan geçse sarılıp öpeceğim, o derece yani. Bir yardım etme, gülücük dağıtma isteği içimde, anlatamam. Tam bir “ne şekerim, ne tatlıyım” modundayım. Evet tamam, bu bölümü daha fazla abartmayayım da şerbeti çok gelmesin! Ama, açıkçası çok ender yakaladığım zaman dilimlerinden biri.
.......
Bir balkondayım. (Kusura bakmayın kim kiminle, nerede sorularına cevap veremeyeceğim. Eeee etik diye bir şey var; şahısların kimliğini belli etmemek gerek herhalde).
Evet, bir balkon. Karşısında bir balkon daha. Altı-yedi apartmanın yan yana sıkıştırıldığı, beton yığınlarını aşmayı başararak çıkan otları yeşil Ada’nın yeşili sandığımız bir mahalledeyim. Yanımda sevdiğim bir arkadaşım ya da arkadaşlarım var, ya da yalnızım; hiç fark etmiyor. Çünkü konu bu değil (söyleyemem, etik).
Karşı balkonda çok şeker, sevimli yaşlı iki tane amca. Amcalarımmm benim, canlarım. Nasıl da şekerler, beyaz saçlı, tatlı, sevecen ve tontonlar... Mutluluk perisiyim ya, sevgiyle bakıyorum. Kahve yapıp karşı balkona yollayacağım, yok yok ellerimle götüreceğim neredeyse.
“Ne güzel sohbet ediyorlar “ diyorum kendi kendime.
Tabii o ana kadar kendi iç sesimle sohbetten ne konuşuyorlar duymuyorum daha. Balkonda sadece ikisi ama görebildiğim kadarıyla evin içi kalabalık. “Ne konuşuyorlar diye kulak misafiri oluyorum” gibi kibar cümleler kurmayacağım, çünkü direk dinlemeye çalışıyorum. Hatta nasıl daha iyi duyarım diye tuhaf bir çaba içerisindeyim. Zar zor yakalıyorum “napalım, yapacak bir şey yok, anlaşamadılar” gibi kelimeleri.
Bakıyorum; anlatan amcanın yüzünde bir hüzün, bir içli duruş, gözler bir buğulu… Nasıl gördüysem balkondan balkona, orasını ben de bilemiyorum. Duygusal yapıdayım ya, hissediyorum herhalde. Kesin kızı ya da oğlu eşinden ayrılıyor. Tabiii “anlaşamadılar, yapacak bir şey yok” dedi! Aaaa, ondan canı sıkılmış, ama günümüzde normal. “Anlaşamıyorlar aynı evin içinde çiftler artık, sizin zamanınızdaki gibi değil” demek, teselli etmek istiyorum amcayı. Bu arada “nasıl daha iyi duyarım” düşüncesi ile “hesapta bir şeylerle uğraşıyorum” numaralarındayım. Tabii kulaklarım adeta uydu pozisyonunda. “Üzülmez mi insan, geleceğimiz çocuklarımız, düşünmek lazım” gibi kelimeler uyduya takılıyor. “Ayyyyy ayyyy” diyorum, bende de bir hüzün amca gibi. Kesin çocukları var, belli… O yüzden beyaz saçlı, elma yanaklı dedenin torunlarına içi yanıyor. Üzülmez olur mu hiç insan yavrulara, ama dramatik hale getirmemek lazım; evlenirken ayrılmayı planlamaz ki kimse. Anlaşamıyorlar madem, çocuklar için daha iyi ayrılmak kavga ortamında var olmaktan. Ayyyy ne yapsam, nasıl teselli etsem. “Amca hüzünlü, yaşlı falan ama gür sesi taaaa oradan buraya geliyor, duyuyorum” diye düşünmekten de alamıyorum kendimi.
Arama moduna ayarlı kulaklarıma “ah, yemiyor hiç “ kelimeleri takılıyor. “Hah” diyorum, bu sorun bizde de var, kızım yemeklerini yemiyor”. Torunları evde kavga gürültüden yemek yemiyor, amca dert etmiş, anladım. Kendimden biliyorum; kızım yemediğinde perişanım. Yok yemeklerden değişik tabak süslemeleri, yok “bak uçak geldi, aç ağzını” numaraları. Bir ara apartmanda merdivenleri iner-çıkar, elimde mama tabağı parklarda gezerdim; yesin diye. Uzmanlar kızmasın, yanlış olduğunu bile bile yapıyorum. Ahhh amcam… Sen ne iyi bir dedesin, ölürüm ben sana; torunu ya da torunları yemiyor içmiyor diye ağlayacak. Çocuklar anne baba ayrılıyor diye bunalıma mı girdiler acaba. İştahları yok bu yüzden, belli.
Eeee bir şey yapmam lazım! Dünya tatlısı bu amcaya destek olmam şart!
Anlattım ya başta, süper yardımsever melek moduna ayarlıyım.
Aaaaa nasıl unutursunuz, sarıldım öptüm ya yılanı.
Bu arada daha iyi duymak için deneysel akrobatik hareketler yapıyorum balkonda.
“Ne gibi” mi?
Hemen örnek vereyim; camda olmayan böceği kaçırmaya çalışma hareketleri, balkondan aşağıya bir şey düşmüş gibi bakmak, iki saksı çiçeği 5 kez sulamak, yerden bir şeyleri alıyormuş gibi yapmak. Amcaların beni fark etmemeleri kendi dertlerine düşmelerinden mi, yaşlılıktan gözlerinin iyi görmemesinden mi kaynaklanıyor emin değilim. Ama bir kez olsun dönüp bakmıyorlar.
“Para”… Evet, para kelimesini duyuyorum! Ya karı koca arasında maddi sorunlar olmaz olur mu? Çok. Acaba adam paraları kumarda, bet ofislerde mi yedi çocuğu ya da çocuklarının, eşinin hakkını. Yazıklar olsun, ne düşüncesiz.
Kesin!
Yani, yüzdeliği yüksek ihtimalle.
Kaç aile dağıldı, bu yüzden ne sıkıntılar yaşadılar sadece benim çevremde duyduğum.
Ahhhh bir aile daha bet ofis, kumar yüzünden zorda.
Amcam nasıl böyle iki büklüm durmasın, iç çekmesin derinden.
Artık balkonda kalma bahanelerimin hepsini tükettiğimi düşünerek çılgınca balkon yıkama gibi zor bir işe girişmek üzereyken, mucizevi bir ses yükseldi: “miiiyyaaaavvvvv”...
Amcalar fark etmemiş ama kedi beni görmüş balkonda; ısrarla ağlıyor, yalvarır gibi yemek istiyor.
İşte balkonda oyalanma sebebim!
“Aman kedim, canım kedim, aç mısın” diyerek acele hellim alıp atıyorum önüne.
O sevgi gösterileri yaparken dinleme, anlama, yorumlama, çözüm üretme çabalarım devam ediyor.
.........
“Senden isteğim” diyor dert yanan amca dert dinleyen amcaya.
Benim içim içime sığmıyor, atılasım, balkondan balkona atlayasım var.
Kesin yardım isteyecek, ben de hemen yardım etmeliyim...
Güneş, kuşlar ve ben...
Bir yardım meleğiyim...
Barışsınlar, yok boşansınlar, yok yok ayrı yaşamayı denesinler…
Aman çocuklar var, açlar, yemiyorlar, hasta olacaklar…
Eee para sorunu kesin…
Adam parayı yedi!
Kumar, bağımlılık tedavisi görsün…
Ay şiddet var mıdır bu evlilikte! Yavruların suçu ne!
Buldum! Aile danışmanı!
Hah, tanıdığım arkadaşlarım var, önereyim.
Yazık, bir yardımım olur… Zaten evlenen kadar ayrılan da var da günümüzde. Açıklanıyor gazetelerde rakamlarla. Nedir nedeni bu kadar ayrılığın?
Bari arkadaşça biter, çocuklar zarar görmez danışmana giderlerse.
Herkes gidiyor canım, normal gümümüzde.
Aman dedem, dur dur önerim var.
Hem öpesim geldi yanaklarından. Ne içli, ne can, ne düşüncelisin sen. Üzme kendini bu kadar.
Hade Asu yaparsın...
Güneşin ve kuş seslerinin verdiği mutluluktan sarhoş olarak tam elimi kaldırıyorum Süpermen kararlığında, bir cesaret karışacağım söze haddim olmadan, ki o da ne…
Amca kalkmış ayağa, gür bir sesle:
“İşte böyle dostum, memleketin hali ortada. Anlaşamadılar madem, son çare seçim. Anlattım sana, bu güne kadar gelip de yemeyen mi var, söyle bana... Gelecek olan ne yapacak sandın. İyi seçmek lazım ülkeye en az zarar verecek olanı. Politika böyle. Bu ülkeye para, iş gelecek. Her şey için önümüzün artık açılması gerek. Memlekete sahip çıkmak için senden çocuğuma oy isterim. Benim görevim bunları söylemek.”
Havada duran bir metre uzunluğunda Süpermen yumruğuna bürünen kolumu ilgi çekmeden yavaşça indiriyorum. Boynum Küçük Hüsameddin şeklinde eğiliyorum, hem kendi kendimden utandığımdan hem benden de oy ister mi kaygısından.
Gözlerim doluyor.
Bulutlar kümelenmiş, hava kararıyor.
Üşüyorum.
Kuşlar göç etmiş bir anda.
...........
Çocuğuna oy istemeye devam eden amcanın sesiyle yemek bekleyen kedinin miyavlama sesi, fırtına öncesi rüzgarın uğultusu gibi karışıyor...
Göz göze geliyorum kediyle, bakışlarımız kalıyor bir süre birbirimizde, “miyav” diyor…
“Yok” diyorum “sana oy moy yok”.
Gözlerime bakıyor derinden, yılların usta profesyonel oyuncu performansıyla “miiiyyyaaaavvvvv” diyor.
Adam çocuğuna yalvarır gibi oy istiyor.
Şimşekler çakmaya başlıyor.
Kediye doğru eğiliyorum “yarın psikoloğa benimle gelir misin” diyorum.
Yağmur başlıyor.
.....................
Yer: Aynı balkon.
Ay: Şubat.
Oyuncular: Aynı kedi, aynı kadın.
Durum: Aynı kadın elinde hellim balkonda, bir bakış attıktan sonra arkasını dönerek kıvıra kıvıra yürüyen kedi de aynı.
Hava durumu: Bulutlu.
Son nokta: Kadın içeriye girer, balkon kapısını kapatır, sandalyeye oturur, elindeki hellimi yer.