Simge Çerkezoğlu
Şairlerin kaprisinden, kibir ve yüksek egolarından arınmış sade ama bir o kadar da derin bir kadın Ayten Mutlu. Fikret Demirağ’ın dostu, arkadaşı bunun yanında meslektaşı, belki sırdaşı. Kıbrıs’a gelme sebebi de yine Fikret Demirağ… Onun doğum gününü kutlamak, şiirlerini konuşmak, onu sevenlerle onu yeniden yaşamak. Hem çok keyifli bir edebiyat sohbetimiz oldu hem de hüzün dolu anlarımız. Sevgili Fikret hocamızın evinde buluştuk onunla… Her yere izi, ruhu ve şiirleri sinmişti. Konuşurken belki iki kişiydik ama varlığı sanki hep bizimleydi. Bize kulak verdi. Demirağ’ı bir kez daha sevgiyle anıyor, iyi ki doğdu ve bize güzel şiirler ve dostluklar bıraktı diyorum.
Bir Sabah Sevgiyle Uyandır Beni
Acımın alnından öperek uyandır bir sabah beni
dışarıda güneşi ve baharı yağarken yağmurun
Yüreğimde bir müzikle uyandır beni
Tüy parmaklarını ağrıyan yerlerimde gezdir
Saçlarımdan zamanı geçirerek uyandır bir sabah.
Sen günün şiiri ol, ben şarkını besteleyeyim
Sen narin bir nar fidanı gibi salın rüzgarda
ben yanında yaralı bir dize gibi durayım
aşk ve şiirle barışan bir dünyaya uyandır bir sabah beni.
Fikret Demirağ
İNSAN GİBİ İNSAN
Fikret Demirağ ile tanışıklığınız nasıl oldu?
Nasıl tanıştığımızı çok iyi hatırlamıyorum. Sanki Fikret benim hayatımda hep varmış duygusuyla yaşıyorum. Biz Kadıköy’de yaşayan şairler her hafta mutlaka bir araya gelirdik. Sohbet eder, tartışmalar yapardık. Alkol alır yemek yerdik. Böyle bir ortamda tanıştık sanırım.
Yakın bir geçmişten söz etmiyoruz sanırım…
Yirmi yılı aşkın bir süre önceden bahsediyoruz. Her zaman görmesem de frekans tutması diye bir şey vardır ya, Fikret de benim için öyle biriydi. Ancak daha sonra Fikret benim için daha özel olmaya başladı. Fikret kaprisler içinde kaprissiz bir arkadaşımızdı. Çok iyi şiirleri olan bir şairdi ve insan gibi insandı. Zaman geçti ve benim çevremde en güvendiğim dostlarım kaldı. İşte Fikret de onların en önde geleniydi. Eşiyle de tanıştık, zamanla onu da çok sevdim. Müstesna, kolay bulunamayan insanlardırlar. Onlar benim dostum oldu, öyle de kaldı. Fikret’in ardından da kopmadık. Eşiyle de ilişkimizi sürdürdük.
Sanırım bu adaya ilk gelişiniz değil?
Hayır, adaya gelişimin uzun bir geçmişi var. Eşim Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin kuruluş sürecinde buradaydı. Hocalık, dekanlık yaptı. Burada yaşadı. Ben de sık sık geliyordum. Sonra Firket’le tanışınca gelişlerim devam etti. Birlikte etkinlikler yaptık, hatta Kıbrıslı Rumların da katıldığı iki toplumlu şiir dinletilerimiz oldu. Bu gelişim çok farklı tabii. Onun doğum günü için bir şeyler yapmak istiyor ama eşine de söylemeye çekiniyordum. Oysa Fikret’i görmek ve konuşmak istiyordum. Bu ziyaretin amacı hem eşi Emin ile olmak, hem onu anmak, ona “nasılsın Fikret ben geldim” diyebilmekti.
Türkiye’de de birlikte etkinliklere katıldınız mı?
Tabii hem de çok. Mesela Yalova’da bir etkinliğe katıldık. Ben orada şair olarak ilk ödülümü almıştım. İstanbul’da yığınla etkinliklere katıldık. TÜYAP Kitap Fuarı’nda pek çok etkinliklerimiz oldu. İki toplumlu etkinlikler yaptık. Zaten İstanbul’a geleceğinden önceden haberimiz olur. Mutlaka ayarlanır ve görüşülürdü. Herkesle birlikte olunmaz hele de İstanbul koca bir kent. Oysa onunla etkinlik dışında da görüşür, mutlaka birbirimizi arar sorardık.
EVRENSEL ŞİİR
Fikret Demirağ’ın şiirlerini nasıl değerlendirirsiniz?
Her şeyden önce çok sahici ve hayatın içinden çıkan şiirleri var. Konular günlük yaşantıdan çıkar ama onun şiirlerinde lirizm çok baskındır. Lirik anlatımı ve Akdenizli duruşu, kendi yaşadığı yerden çıkararak şiirini evrensele taşıması ona edebiyatta önemli yer kazandırmıştır. Bugün şiirlerine baktığımız zaman başat yerde olması gerek bir şairdir. Ne kadar kıymeti biliniyor bir şey diyemem ama Türkçenin yaygın bir dil olmaması da böyle bir sıkıntı yaratıyor. Buna rağmen Fikret sesini ve şiirlerini duyurabilmiştir. Gerçekten büyük bir şiirdir yazdığı. Bunu defalarca daha söyleyebilirim. Ben ne zaman onun şiirlerini okusam hayranlık duyarım. Bunun nedeni de gerçek bir şair olması ve o insani duyarlılığı taşımasıdır.
Kıbrıs ve Türkiye’de şiire olan ilgiyi nasıl buluyorsunuz?
Şimdi burada şiire ilgi Türkiye’den daha fazla… Sonuçta siz bizi konuk ediyorsunuz belirli bir çevresiniz. Ben de geldim mi şiir severlerle birlikte oluyorum. Kitle belirli ancak bu gelişimde okula da gittik. Etkinlik düzenledik onların şiire ilgisi harika. Çocuklara bakınca kendimi görür gibi oldum. İlk ödülümü ben de ortaokulda almıştım. Benim için çok nostaljik bir andı ve hala elli sene önceki ortamın burada yaşıyor olduğunu görmek harikaydı. Elbette öğretmenlere de şükran borçluyuz. Benim için çok anlamlıydı ve çok da keyif aldım, duygulandım. Sadece Türkiye’de değil dünyada da geniş kitlelerin şiire ilgisi çok yüzeysel. Ya anı defterine bir şeyler yazan gizli şairler var ya da şiiri hiç umursamayan oyalanma işi olarak gören insanlar. İktidarlara gelince onlar zaten şiirden korkarlar. Şairler her zaman erke karşıdır, muhaliftir dolayısı ile de erk muhalefeti istemez. Bu yüzden de şairin günümüzde kıymeti kalmadı. Muhalefetin sindirme yöntemi atık görmezden gelmeye dönüştü. Sanatçıyı yalnızlaştırmaya başladı. Kendi istediklerini söyleyen, yazan şair ve edebiyatçı kesim baş üstünde tutulurken diğerleri ayaklar altına alınıyor. Benim bu çok başıma geldi. Farklı dillerde kitaplarım basıldı. Ancak bunlar hep birilerinin çabası ile oldu. Devletin yardımı olmadı. Oysa devlet bizim vergilerimizle ayakta duruyor. Bunu da yandaşları ile paylaşmaya bizi sahipsiz bırakmaya hakkı yok. Sonuçta hem şairler yalnız kalıyor hem halk onlardan uzaklaşıyor.
UYGUN DÖNEMLER
Bunun temel nedeni ne olabilir?
Çok derine inmeden söyleyecek olursam şu an Türkiye yoz bir kültürün hücumu altında. Bunların temelinde kapitalizmin gelmiş olduğu nokta var. Tüketim çağındayız bize pompalanan iyi ya da kötü üretim yap, halka sat ve hep bu satın alma devam etsin. Başka bir şey de yapmasınlar. Sonuçta her şey dönüp dolaşıp siyaset ve politikaya dayanıyor. Toplumu etkileyen bazı kararlar sanatı da etkiliyor. Ancak ne kadar yalnız kalsak da tam da bu dönemlerdir şairin susmaması, haykırması, yazması gereken dönemler. Hem de bedeli ne olursa olsun bizler de bunu yapma için çalışıyoruz zaten.
Türkiye’de sanata kısıtlama var…
Aslında kimse size şiir yazmayın demiyor ama yazdıklarınızı basacak yayın evi yok. Daha kötü parayı veren düdüğü çalıyor. Ben iyisine kötüsüne bakılmadan kitabın baskı maliyeti üstüne biraz daha ekleyen o parayı ödeyebilen insanların yazdıklarını basan bir yığın yayın evi biliyorum. Bunun dışında birkaç tane vardır ki tavsiye ile ancak kitap basıyor. Bu durumda kendiliğinden sansür, dışlanma getiriyor. Böyle bir dönem yaşanıyor. Aslında şair niye vardır, insan daha güzel yarına kavuşsun diye vardır. Şiir niye vardır, insanlara geleceğin şarkısını bu günden söyleyip onlara özlettirmek için vardır. Şimdi imge yığını, yapıdan yoksun içi boş şiirler var. Bir sürü saçmalık arasında iyiyi bulmak zor. Onlarda kalabalıkta kaybolup gidiyor zaten.
Geleceği nasıl görüyorsunuz? Şiir daha iyi günler de görebilecek mi?
Şiir sonuçta insan ürünü bu da insana bağlı, insan yoksa şiir de yok. İnsan nereye eviriliyorsa şiir de onun arkasından koşar. Ama aslında önünden koşmalı yolu açmalı. Fakat öyle bir durumdayız ki tam tersi yaşanıyor. Ama ileride ne olur insan kendini doğrulttukça, doğru yolu buldukça tüketim robotu haline gelmeyi ret ettikçe yeniden güzellikler ortaya çıkacaktır. İnsan var oldukça zaten şiirin bitmesi mümkün değil ama insan değiştikçe şiir de ona uyum sağlar. Ya da şiirler insanları değiştirir. Sonuçta şiirin geleceği insanın geleceğinin nasıl olacağına bağlı.
Susalım
konuşsan beyaz yalanlar havalanacak
simsiyah bir kahkaha güvercininden
ölü tüyler uçuşacak aramızda
meleklerin an’ı sustuğu yerden
konuşsam, konuşacak melekleri çığlığın
ve mucize
rakıda eriyen bir buz parçası
gibi ölecek masamızda sessizce
yalnızlığı aldatan bir akşamın yazdığı
yaralı bir şiirde
susalım
bakışların birbirine değdiği yerde
sözleri unutalım
ölüm eski bir tanıdık çünkü masada
Ayten Mutlu