Siyasal yaşantımız uzun bir süredir alarm zillerini çalıyor.
Yürütme organını hedef alan ve son örneklerini ibretle izlediğimiz dış kaynaklı müdahale aslında Kıbrıslı Türk toplumunun bir varoluş sorunu yaşadığını dile getirenleri yeniden haklı çıkardı.
Bu varoluş sorunu sahip olduğumuza inandığımız demokrasinin de ne denli zayıf ve kırılgan olduğunu gözler önüne seriyor.
Gerçekleri olduğu gibi görüp anlamaya ciddi derecede ihtiyacımız vardır.
Yani kendi kendimizi kandırmanın hiçbir faydası yoktur.
Günümüzde demokrasinin en temel ilkelerinden birisi ‘halk iradesine saygı’dır.
Yani serbest ve adil seçimlerin varlığı olmazsa olmazdır.
Buna sahip miyiz?
Görünürde sandıklar kurulmakta, partiler ya da adaylar yarışmaktadır.
Ama görüntüye aldanıp gerçeği gizlemenin bir yararı olamaz.
Dıştan yapılan müdahaleler her seçimde konu yapılmış ama bunun önü alınamamıştır.
Acaba neden?
Kıbrıslı Türkler demokrasi talep etmiyor mu?
Ya da, seçimlerde yarışıp seçilenler demokratik bir düzende yaşamayı öngörmüyor mu?
Yaşanan süreçlere bakıldığında hem seçenlerin hem de seçilenlerin bir demokrasi talebinin olduğu açıktır.
Yabancılar, Kıbrıslı Türklerin seküler anlayışıyla bezenmiş ve toplumsal-siyasal hoşgörüsüyle şekillenmiş yaşam tarzını ilk adımda fark ediyor.
Bu özellikler bizi Batı demokrasilerine yaklaştırıyor.
Ama bu özelliğimize rağmen az gelişmiş bir demokrasiye sahibiz.
Bunun nedeni nedir?
Çoğu durumda siyasetçilerimiz, seçimlere dıştan yapılan müdahaleleri sadece ‘Türkiye’yi yönetenlerin hatası’ olarak görme eğilimindedir.
Ama durum hatanın ötesindedir.
Dr. Okan Dağlı, seçimlerimize ve siyasetimize yapılan müdahalelerin, siyasal korkutma ya da klasikleşen para dağıtıp oy devşirme boyutlarının ötesinde olduğunu vurguluyor: “Demografik yapıyla oynamak, seçimlere ve siyasete dönük bir müdahaledir.”
Daha açık söylemek gerekirse, ortada, “öteden beri sürdürülen ve nüfus yapısını değiştirmek yoluyla siyasal yaşamımızı, toplumun beklentilerini hiçe sayan bir dizayn etme çabası vardır.”
Burada yanlış bir inanışı da ele almak gerekir: Bu tür müdahalelerin sadece solcu, barış ve federasyon yanlısı, Türkiye’ye eleştirel yaklaşan kurumları hedeflediğine inanılmaktadır.
Bu inanç gerçekleri yansıtmıyor.
Gerçeğin ne olduğunu anlamak için başbakanlıktan istifa eden sayın Faiz Sucuoğlu’nun başına gelenlere göz atmak yeterli olacaktır.
Sayın Sucuoğlu belki de kendini barış yanlısı olarak tanımlamaktadır.
Ama solcu ve federasyon yanlısı olmadığı, Türkiye’ye dönük herhangi bir eleştiriyi dillendirmediği çok kesin değil midir?
O zaman bu pervasız müdahalelerin hedefi nedir?
Aslında yapılmak istenen şey Kıbrıslı Türklerin Kıbrıslılık bağlantısını koparmaktır.
Seküler-demokratik öğeleri barındıran Kıbrıslı Türk kimliğinin erozyona uğratılıp, onun yerine islamcı-muhafazakar, otoriteye kayıtsız şartsız boyun eğen, her şeye itaat eden bir kimliğin yerleştirilmeye çalışıldığı çok açıktır.
Her çağdaş demokraside seçilenlerin yönetme yetkisi ve halka hesap verme sorumluluğu vardır.
Bakanlar Kurulu’nun toptan istifasına kadar varan son olaylar hem bu yetkinin hem de hesap verme sorumluğunun tanınmadığı gerçeğini yüzümüze vuruyor.
Bunu görmezden gelmenin hiçbir yararı olmayacaktır.
Eğer gerçeklerin üstünü örtmenin bir faydası olsaydı, bu müdahaleler dozu artacak şekilde tekrarlanmazdı.
Yalın gerçek ortada duruyor: Bir başbakan, kabinede kimin yer alacağına karar verme yetkisine sahip olamıyor!
Yani sorun sadece seçimlerin anlamsızlaştırılması değildir.
Kıbrıslı Türkler’in ayrı bir kimliğe sahip olma hakkını reddedenler, bu tutumun doğal bir sonucu olarak gerekirse seçimlerin sonucunu da tanımayacaklarını ilan ediyorlar.
Kıbrıslı Türkler neredeyse bir anomali sonucu oluşmuş bir toplum muamelesi görüyor.
Hükümetin istifası şeklinde gelişen olaylar aslında demokrasinin temel esaslarından biri olan hukukun üstünlüğü ilkesinin de ayaklar altına alındığını gösteriyor.
Hukukun üstünlüğü ilkesini de ortadan kaldırdıktan sonra geriye sadece ‘azgelişmiş demokrasi’ kalıyor.
Geçmişte yasama ve yürütme organlarının yetkilerine sadece müdahale edilmekteydi.
Türkiye’yi bir otoriterleşme batağına sürükleyenlerin Kıbrıs’ın kuzeyinde bir demokrasi oyununun varlığını bile gereksiz bir konfor olarak gördükleri anlaşılıyor.
Yaşananların bir parti-içi sorun/kavga olduğunu varsaymamız büyük bir yanılgı olacaktır.
Siyaseti ve toplumu dizayn etmeye çalışanların, siyasal partilerin iç işleyişlerine de müdahale ederek, onları da dizayn etmeye çalıştıkları açık bir gerçekliktir.
Yaşanan sorunun Cumhurbaşkanı dahil herhangi bir yetkilinin beceriksizliğiyle de izah edilemez.
Ama, önceleri ‘cumhurbaşkanıma sorayım’ diyerek dış karışmayı meşrulaştırmaya çalışan bir cumhurbaşkanının, artık soru sormasına da fırsat verilmediği apaçık meydanda değil midir?
Her geçen gün yaşadıklarıyla daha çok şey öğrenmesi gereken siyaset dünyamızın, demokrasimizin az gelişmişliğinin kaynağını etraflıca araştırması gerekmektedir.
Bu araştırma yapılırken, uluslararası hukuktan kopuk statümüzün başlıca etkin unsur olduğunu kabullenmemiz gerekmektedir.
Uluslararası hukukun dışında olan siyasal yaşantımızın ürettiği en temel sonuç Türkiye’yi yönetenlere karşılıksız bağımlılıktır.
Bu ‘karşılıksız bağımlılık’ demokrasimizi zayıflatmakta, seçimlerimizi anlamsız kılmakta, seçilenleri güçsüzleştirip yönetemez duruma düşürmektedir.
Burada zaten bir kısır döngü başlamış demektir.
Yönetemeyen yöneticiler ‘karşılıksız bağımlı’ olmayı kabullenmekte, karar alma süreçlerinde etkisizleşmekte ve Kıbrıslı Türklerin toplumsal varlığını tehlikeye atmaktadırlar.
Bu ‘karşılıksız bağımlılık’ gerçeğini görmekten kaçınarak, yönetebildiklerini ya da yönetebileceklerini sananlar, aslında, Kıbrıslı Türk toplumunun uluslararası hukuka yönelip, çağdaş bir demokrasiye sahip olma arzusunun gerçekleşmesine de engel oluyorlar.