Milliyetçilik kavramı eskilere uzanır ama çağdaş anlamda Fransız devrimi dönemleriyle birlikte öne çıkar. Geçtiğimiz yüzyıl milliyetçilik akımları tavan yaptı ve birçok savaşlara neden oldu.
Bunların bir kısmı ‘ulusal kurtuluş savaşı’ olarak tarihe geçti ve halkların özgürleşmesini sağladı.
Diğer bir kısmı ise yayılmayı ve tek tipleştirmeyi öngören liderler sayesinde hem başka halklara ve kendi halklarına kitlesel ölümler getirdi.
Özgürleşmeyi, bağımsızlaşmayı öngören ve emperyalizme karşı verilen mücadelede kullanılan milliyetçilik ideolojisini ‘ilerici’ diye tanımlamak yanlış olmaz. Mustafa Kemal’in milliyetçiliği –ya da ulusalcılığı- böyleydi.
‘Öteki’leri yok varsayan ve daha geniş bir coğrafyada egemenlik kurmaya çalışanların milliyetçiliği ise ‘gerici’dir, zira başka halk veya etnik yapıların yok edilmesine sebebiyet verir.
Nitekim milyonlarca insanın hayatına mal olan Adolf Hitler’in ‘ari ırk’ arayışı dünyanın gördüğü en uç milliyetçilik akımlarından biriydi.
21’inci yüzyılın ilk 20 yılını geride bırakırken milliyetçilik akımlarının her iki türüne de dünyanın her yerinde rastlıyoruz.
Örneğin Avrupa ülkesi İspanya’dan daha fazla özerklik, hatta bağımsızlık isteyen Katalan hareketi de milliyetçiliktir, ama Filistin halkını Kudüs başta olmak üzere Ortadoğu’daki topraklarından sürmek isteyen Siyonist zihniyet de milliyetçiliktir.
Trump’ın yabancı düşmanlığı da milliyetçiliktir, Aborjinlerin kendi varlıklarını koruma ve eşit yurttaş sayılma mücadelesi de milliyetçiliktir.
***
Milliyetçilik kavramı diğer birçok benzerinde olduğu gibi Kıbrıs’taki bölünmüşlüğün de köklerinde yatar. Başta Niyazi Kızılyürek olmak üzere alternatif tarihçilerin yazdığı kitaplar ‘Kıbrıs milliyetçiliği’ yerine adanın ‘Yunan milliyetçiliği’ ve ‘Türk milliyetçiliği’ ile nasıl taksim edildiğini ve arka plandaki çıkar paylaşımlarını çok iyi anlatır.
Milliyetçilik konusu adada yaşayan herkesin bir şekilde gündemindedir. Zira Kıbrıs’ın her iki kesiminde de siyasi yelpazenin sağ tarafında muhafazakar olmaktan çok ayrılıkçılı kimliğiyle duran ve özetle ‘çözüm karşıtı’ dediğimiz kesimler vardır.
Tam da bu noktada birkaç gün önce okuduğum bir makaleden söz etmek isterim. Türkiye’de ‘milliyetçilik’ denilince akla gelen ilk isim olan Alparslan Türkeş’in oğlu, şimdilerde AKP milletvekili Tuğrul Türkeş bakın neler diyor ‘milliyetçilik’ konusunda:
- “Etnik yahut kültürel bir ‘anti’ tasavvur üzerinden kurgulanan hiçbir milliyetçiliğin varacağı nokta müspet olmaz, olamaz. Etnik köken-din-mezhep üçlüsü üzerinden bir ‘karşıtlık’ zemininde yükselmek isteyen milliyetçilikler hüsrana uğramaya ve dahi hızlıca yere çakılmaya mahkûmdur. Tarih de akıl da sağduyu da böyle diyor.”
- “Bu istikamette kısır popülizme, pratikte hiçbir karşılık üretemeyen kaba sloganlara ve salt hamasetten beslenmeye muhtaç bir milliyetçilik şablonunun dünya genelinde alan kazandığı aşikârdır.”
- “Maalesef ki Türkiye’de de bu tip hamaset eksenli bir milliyetçiliğin – ki ben buna ‘azgın milliyetçilik’ demeyi uygun görüyorum – sosyolojik tabanda kök salmaya yakın olabileceği tehlikesini görüyorum.”
- “İçi tamamıyla boş, programsız ve dolayısıyla da ‘tarihin davetine’ icabet edebilecek olgunluktan çok uzak bu formatın çağa yön vermek şöyle dursun çağı yakalaması bile mümkün değildir.”
Tuğrul Türkeş böyle diyor işte…
Tarihin bir yerinde takılıp kalmış ya da öyle davranmak işlerine gelen bizdeki ‘milliyetçiler’e duyurulur!..
‘Azgın milliyetçi’ kategorisine kimlerin girdiğini ise kendileri bulsun.