Matilde ile tanışmamız üç yıl önce sosyal medya üzerinden bana yazdığı bir soruyla başladı: “Siz babamın Kıbrıslı şair arkadaş mısınız yoksa?”… Birkaç ay önce trajik biçimde ölen Kıbrıslı babasının izini sürmek için Google’a sormuş “Cypriot poetess” diye. Tek bildiği babasının Kıbrıslı şair bir arkadaşı olduğu…
Bu hikâyeyi hep yazmak istemişimdir. Matilde’nin babası Kenan Ahmet ile Kıbrıslı öğrencilere verilen kontenjanların kaldırılışını protesto etmek için 1976 yılında kurulan bir komitede tanışmıştık. Sonra belki bir iki kez gördüm ve izini kaybettim. Sanırım 2001 yılıydı. Lefkoşa’nın güneyindeki evimde telefon çaldı. Arayan Kenan Ahmet’ti. İtalya’dan sınır dışı edilmiş ve elinde yalnızca Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu olduğu için Larnaka’ya gönderilmiş. Uçakta okuduğu Cyprus Weekly gazetesinde benim bir şiir dinletimle ilgili haber okumuş ve Limasol’da bulduğu avukat da arkadaşım olduğundan bana ulaşmışlar. Buluştuğumuzda, İstanbul’da bir İtalyan kızla tanışıp evlendiklerini, beş kızı olduğunu söylemişti. Hikâye epey çetrefil ve karmaşık… Bunalıma girmiş, aileden ayrılmış, kendisine yer ve iş sağlayan komünist avukat da ölünce sokaklarda yaşamış. Alkolik olduğunu kısa bir süre sonra fark ettim. Ona yardımcı olmaya çalıştım… İşsiz maaşı alması, İtalyan Büyükelçisi ile görüşme gibi konularda… Ailesiyle Pile’de buluşmasını sağlayabileceğimi söyledim; istemedi… Ailesinin kendisini bu halde görmesini arzu etmiyordu. Babası ölmüştü; yaşlı annesi ve bir kız kardeşinden söz ediyordu. Çok ısrar etmeme rağmen kızlarına da telefon etmedi… Daha iyi bir duruma gelirse onları arayabileceğini söyledi. Üç ay Kıbrıs’ta kaldıktan sonra kaçak olarak İtalya’ya geçmek üzere Fransa’ya gideceğini söylemişti en son…
Sonra Matilde yazdı bana… Babasının çok trajik bir biçimde öldüğünü söyledi. Bir ormanda yaralı bulunmuş. Altı ay hastanede kalmasına rağmen kimseye haber verilmesini istememiş. Ölümünden sonra hastane yetkilileri bir biçimde aileye ulaşmışlar.
Matilde, çok az şey biliyor babasıyla ilgili… Bildiği her ipucunun peşine düşüyor… Ruhundaki boşluk acıyor… İnatla bir baba izi arıyor… Kıbrıslı yanı onu buralara çekmiş… O çok küçükken bir kez İtalya’ya gelen hayal meyal anımsadığı halasını bulabileceğini umut ediyor. Babasının ulaşabildiğimiz çocukluk ve okul arkadaşları da çok az şey biliyorlar… Yoksul bir çocukluk, trajik bir geçmiş… Bazı anımsamalar…
Bu yazıyı yazmamın bir nedeni de birisinin bir ipucu taşıdığına dair küçük bir umut… Matilde’nin inatçı arayışının bir sonuca ulaştığını görebilme dileğim...
Bazı insanlar ne olursa olsun hayata tutunmaya çalışıyorlar. Yaralarını bir biçimde iyileştirip yola devam ediyorlar. Kimi yaralar ise ne yapsan iyileşmiyor… Hayat boyu süren bir sakatlığa dönüşüyor. Matilde için babası kendini yavaş yavaş içki ve sefaletle öldürmeye çalışan biriydi…
Babasının ölümünün ardından şehirdeki kazançlı işini bırakıp dağlara çıkıp çoban olmuş, peynir üretmeyi öğrenmiş… Yalnızlık ve sessizliğe ihtiyacı olduğu için yapmış bunu… Şimdi Kıbrıs’ta Lefkoşa’nın Güneyinde bir pansiyonda kalıyor… Babasından bir iz arıyor… Bu konuda bize yardımcı olmaya çalışan Mete Hatay onlarca kişiyle görüşmesine rağmen henüz bir sonuca ulaşılmış değil…
Matilde’nin babasının izlerini ararken kendi çocukluğumuzun karanlık sokakları da aydınlanıyor. Bir “Bir zamanlar Lefkoşa” hikâyesinin içine dalıyoruz.
Bu hikâyeyi hep yazmak istediğimi söylemiştim ya başta… Kenan Ahmet ile yeniden karşılaşmak bir zaman tünelinde yolculuk yapmış birini görmek gibiydi… Kıbrıs’tan onlarca yıl ayrılığı sırasında yegâne bilgi kaynağı İtalyan gazetelerindeki bazı küçük haberler olan birinden söz ediyorum. Televizyona bakarken “ Aaaa… Bizim Mehmet Ali bakan mı olmuş?” demişti bir keresinde… 1980-2001 arasında bir boşluğu düşünün. Bir keresinde de “Sınıra gittim. Orada Cezayir bayrağı gibi bir bayrak var. Ne o?” diye sormuştu.
Matilde, bu dünyada kaybolmuş ve sonra buradan trajik biçimde göçmüş babasının izlerini arıyor kalbinde derin bir acıyla… Yardımcı olabilecek kimse var mı?