Bilenler bilir, soyadımızdan da anlaşılacağı üzere Biyologlar Derneği yöneticisi Hasan Sarpten kardeşimdir. Hasan’ın iki muhteşem oğlu var. Yani anlayacağınız amca olmanın keyfini sonuna kadar yaşıyorum… Büyük oğlu hafta sonu gerçekleştirilen kolej giriş sınavda ter döken binlerce öğrenciden sadece birisi, küçüğü ise henüz 5 yaşında… Birazdan okuyacağınız diyalog işte 5 yaşındaki bu muhteşem çocuk ile babası arasında, kolej sınavından birkaç gün önce geçen bir konuşma… Hasan’ın sosyal medya hesabından alıntı yaparak aktarıyorum:
- Baba ben de abim gibi büyüyecek miyim?
- Tabi ki, sen abin kadar olacaksın, abin de şimdikinden daha büyük olacak.
- Ben büyümek istemem…
- Niye babam!
- Büyümeyim çünkü sınavlara girmek istemem.
- … (sessizlik… çünkü anlamlı yanıt verecek söz yok…)
İşte 5 yaşında bir çocuğun, ilkokul son sınıftaki abisinin eğitim hayatından içselleştirdiği izlenimi… İlkokula henüz başlamamış bir çocuğun zihninde bunlar yer alıyorsa, ilkokul öğrencilerinin, kolej sınavını ve bu yaşananları kendi iç dünyasında nasıl yorumladığını siz düşünün…
Siz düşünün diyorum da… Aslında ne biz anne-babaların, ne de çocuklarımızın nasıl düşüneceği ile ilgili yeterli bir eğitimden geçtiğimizden de pek emin değilim…
Çünkü yukarıdaki diyalogdan da anlaşılacağı üzere eğitim sistemimiz, bilgi öğrenme, yeri geldiğinde de (yani bize sorulduğunda) ezberden en doğru yanıtı verme üzerine yapılandırılmış. Bu da daha fazla sınav, daha fazla ders sonuçta da körelmiş bir yaratıcılık, mutsuz bir okul hayatı demek…
Oysa okullar çocuklarımıza, ne öğreneceklerini, kağıt üzerindeki problemleri nasıl çözebileceklerini değil de nasıl düşünecekleri öğretseydi durum çok daha farklı olurdu…
Çocuğa öğretebileceğimiz en temek öğrenme yeteneği düşünmeyi öğretmektir. En önemli eğitim bilimcilerden John Dewey, düşüncenin belirli bir güçlükten doğduğunu söyleyerek şu tanımı yapmıştır: “Düşünme, gerçek bir problemle karşılaştığımız zaman ortaya çıkar. Çünkü bir zorlukla veya bir sorunla karşı karşıya kalmadığımız taktirde düşünemeyiz.”
Yaşayan en önemli bilim insanlardan birisi olan Howard Gardner, benzer bir tanımı da zeka için yapmıştır. Gardner’e göre zeka, kağıt üzerindeki problemlerle yanıt verilerek belirlenemez. Zeka, herhangi bir kültürde değer bulan bir ürün ortaya çıkartabilme, gerçek problemlere çözüm üretebilme veya gelecekte ortaya çıkması muhtemel problemleri keşfetmekle ilişkilidir…
Şimdi şu soruyu kendinize sorunuz. Kolej Giriş Sınavın içeriği yukarıdaki tanımların yakınından bile geçmiyorsa öğrencilerimizin neyini ölçüyor? Kocaman bir hiç değil mi?
Gerçekten de öyle. Kocaman bir hiç… Kolej giriş sınavı sonuçları herhangi bir öğrencinin başarılı ya da zeki olup olmadığını göstermediği gibi tembel veya çalışkan bir öğrenci olup olmadığını da göstermez. Bir öğrencinin diğerinden bir iki soru daha düşük yapması birini başarılı, diğeri başarısız yapmaz…
Ne var ki kimimizde “zaten hayat bir sınavdır, onlar da bu hayata hazırlanmalıdır” anlayışı hakim… Bu anlayış var olduğu sürece de çocuklarımıza kişilik bunalımı, psikolojik sıkıntılar yaşatmaya devam edeceğiz demektir…
Oysa hayır, hayat bir sınav değildir. Hayat; tüm benliğince, insani değerlerler ve kendini gerçekleştirmiş kişiliklerin yaşanması gereken bir süreçtir. Ve sanılanın aksine bu süreç sınavlardan oluşmamaktadır…
Çocuklarımızın omuzlarına yüklediğimiz bu büyük baskıyı, ortaya koydukları bu devasa emeği fark edelim artık. Okul hayatlarının nasıl olması gerektiği üzerinde bir kez daha düşünelim. Ya da her şey yolundaymış gibi davranmaya devam edelim…
Biliyor muydunuz?
KEAB ve KEB-DER, Dünya Eğitim Araştırmaları Birliği Üyesi Oldu
Dünya Eğitim Araştırmaları Birliği (WERA), eğitim araştırmalarını bilimsel bir alan olarak geliştirmeyi amaçlayan ulusal, bölgesel ve uluslararası uzmanlık araştırma birliklerinin birliğidir. 18 Nisan 2009'da San Diego, California'da kurulan WERA, doğada küresel olan girişimlerde bulunmayı ve bu nedenle herhangi bir birliğin kendi ülkesinde, bölgede veya uzmanlık alanlarında başarabileceği girişimlerin üstünde durmayı hedeflemektedir. Bugün için dünyanın en büyük eğitim araştırma örgütüdür.
İşe bu örgüte, KEAB (Kıbrıs Eğitim Araştırmaları Birliği), KEB-DER (Kıbrıs Eğitim Bilimleri Derneği) ile beraber 2 Mayıs 2017 tarihinden itibaren üye olmuşlardır. Bu üyelik, ülkemizdeki eğitim araştırmalarının küresel anlamda diğer eğitim çalışmaları ile buluşturulması, dünya ölçeğindeki eğitim araştırmaları, uygulamaları ve politikaları üzerinde çalışmalar yapmasına adına büyük bir adım atılmıştır.
Aklınızda Bulunsun
Çevre ve Eğitim Üzerine Yeniden Düşünmek
Gorno tepesi, Yavuz Çıkarma Plajı sit alanı, Salamis sit alanı ve niceleri ile ilgili yaşananlar, ülkeyi yönetenlerin çevreye olan duyarsızlığını gözler önüne seriyor… Peki, neden bu derece sorumsuzca?
Cevabı çok basit; “Eğitim sistemimizde sorun var da o yüzden…” Evet, eğitim ile çevre işte bu denli birbiriyle ilişkilidir. Peki, bu anlamda eğitimdeki temel sorun ne? Onun cevabını da vereyim: “Tutum ve değerleri yok sayan bir eğitim sistemi kurduk da ondan…” Öyle ya, biz çoktan seçmeli testleri çözebilen öğrenciler yetiştiriyoruz. Eğitim sistemimiz “Aşağıda verilenlerin en doğrusu hangisidir?” kalıbının dışına bir türlü çıkamıyor. Varsa yoksa kağıt üzerinde sorulan sorulardan en yüksek puanı almak üzerine kurgulanmış bir eğitim…
Oysa bunların yerine;
- Bilginin, toplum ve çevreyle etkileşimlerini anlamasını öğrenmiş olsaydık…
- Sorumlu tutum ve farklı önerilerle bakabilme becerisini kazansaydık…
- Sürdürülebilir bir gelişim için çevrenin önemini tartıştırabilseydik…
- Bizi yönetenlerin kültürel ve doğal mirasın yaşatılmasından da sorumlu olduğunu aklımızdan çıkarmamamız gerektiğini öğrenseydik…
Bütün bunlara biraz daha yüksek perdeden “dur” diyebilirdik belki… Çevre ve eğitim üzerine yeniden düşünmek gerekiyor elbette… Ancak sanırım bizi yönetmek isteyen bireylerin özellikleri üzerinde de yeniden düşünmek gerekiyor…