Dr. Loizos Loizos, Kufez’den hatıralarını yazmaya devam ediyor…
Dr. Loizos Loizos, Kufez’den hatıralarını yazmaya ve sosyal medyada paylaşmaya devam ediyor…
Dr. Loizos, geçtiğimiz günlerde babası Savva’nın (Sauri) Kıbrıslıtürkler’le karma köy Kufez’deki ilişkilerini kaleme aldı. Biz de bunu özetle Türkçeleştirmeye çalıştık.
Dr. Loizos Loizos, “Babam Savva’nın Kıbrıslıtürkler’le ilişkileri” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Babam Savva (Sauri) karma köy Kufez’de doğup yaşamıştı. Ailesi, köyün çoğu sakini gibi çiftçilikle uğraşıyordu. Köyde çoğunluk Kıbrıslıtürkler’di, o nedenle Kıbrıslırumlar, Kıbrıs Türkçesi’ni öğrenmişlerdi, iletişim kurabilmek ve uyum içerisinde üretken biçimde birlikte yaşamak amacıyla…
Babam çocukken, arkadaşlarının Müslüman mı, Hristiyan mı, Kıbrıslıtürk mü, Kıbrıslırum mu olduğuna bakmazdı. Onun için hepsi de oyun oynarken de, mızırlık yaparken de arkadaşlarıydı…
Kıbrıslırum okulunda bazı günler öğretmen yoksa, babam o zaman Kıbrıslıtürkler’in sınıfına giderdi. Arkadaşı Nazım İsmail de öyle yapardı. Birlikte şarkı söylerlerdi, şarkı sözlerinin içeriğini anlamadan… Çocuk saflığıyla söyledikleri şarkılardan birisi şuydu: “Mustafa Kemal, gel bizi kurtar!” ve babam da arkadaşlarıyla birlikte bu şarkıyı söylerdi…
Ergenlik çağına geldiğinde tarlalarda ve davarının peşinde arkadaşlarıyla birlikte çalışırdı. Genç Kıbrıslıtürkler’le yakın işbirliği içerisindeydi, onlara saygı gösterir ve hiçbir yanlış anlamaya fırsat vermezdi. Mineveri (Münevver) Kabardi ile birlikte kuyudan su çekip hayvanları suvarırlar, Cengiz ile birlikte ovalarda çalışırlardı…
Gençlik yıllarında Kıbrıslıtürkler’le dostane ilişkileri daha da sıkıydı. Yaz aylarında sürülerini karıştırırlar ve dini kutlama günlerinde, sırasıyla bu sürülere bakarlar, Lefkonuğun tavernalarına birlikte gidip gençlik aşkları için şarkılar söylerlerdi…
Kıbrıslıtürk köylülerinin düğünlerine de katılırdı babam. Akile’nin düğününde babam “İstanbul sokakları” şarkısını söylerken, bir başka düğünde de evden gizlice bir beş liralık alarak bunu arkadaşı Nazım İsmail’e vermişti, arkadaşı Nazım İsmail danslarıyla Zarif’i etkilemeye çalışmaktaydı çünkü…
Lefkonuk’taki panayırlara ziyaretlerinde bir keresinde “Stalin elimdeki silahtır” gibi solcu direniş şarkıları söyledikleri gerekçesiyle sömürge polisi tarafından gençler tutuklanmıştı.
Bu dostane kumpanyanın öncüsü Kufezli Ahmet ile Lefkonuklu Yangos idi… Babam solcu olduğu için daha ağır biçimde cezalandırılmıştı çünkü tutuklanırken kaçmış ve direniş göstermişti.
Babamın yakın Kıbrıslıtürk arkadaşları Nazım İsmail, Mustafa Mulla ve İbrahim Kurt idi. Köyde birlikte büyümüşler, işbirliği yapmışlar, birlikte kutlamalara katılmışlar ve 1974’e kadar yakın ve dostane ilişkilerini sürdürmüşlerdi.
Mustafa Mulla’yla birlikte ayrıca av konusunda da sıkı işbirliği yapmaktaydılar… Tüm bunları sizlere 1954 öncesinde Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın ilişkilerinin ne kadar sıkı olduğunu göstermek için yazmaktayım.
1954 yılında babam Akatu’ya evlenmiş ve burada yeni bir hayat kurmaya girişmişti. Kıbrıslıtürk arkadaşları ve köylüleriyle harika ilişkilerini sürdürmeye devam edecekti.
Mustafa Mulla, Akatu’ya giderek ona annemin evini restore etmekte yardımcı oluyor, çatıya değen bazı servi ağaçlarını kesip buduyor ve harnıp toplamaya ve diğer çiftlik işlerine yardım ediyordu.
Babam Kufez’deki tarlalarını ekip biçmeye devam ediyordu ve bu konuda da Kıbrıslıtürk köylüleri ona yardım ediyordu. Ekili arazilerin dereden alınacak suyla sulanmasında, ekinin biçilmesinde ve tahılın teslim edilmesinde ona öncelik veriyorlardı.
Kufez’e ziyaretlerimizde, her köye gidişimizde nasıl büyük bir sıcaklıkla karşılandığımıza ilişkin hatıralarım taptazedir. Daha köye girer girmez köylüsü Kıbrıslıtürkler onu karşılıyor ve köyün ortasında arkadaşı Nazım İsmail’in kavesine gidinceye kadar bu böyle devam ediyordu. Herkes onu selamlıyor, el sıkışıyor, o da herkese güzel bir şeyler söylüyor, Kıbrıslıtürk dostları da onunla şakalaşıyordu. Bu arada ben ve kardeşim de Kıbrıslıtürkler tarafından bize verilen şekerlemelerle ceplerimizi dolduruyorduk. Köyde dedemin evine gitmek en az bir saatimizi alıyordu çünkü babam ahbaplarıyla vakit geçirmeyi seviyordu.
Aralık 1963’te iki toplumlu çatışmalar çıktığında, bu dostluklar çatışmaların dışında kalıyordu. Ancak korku ve geleceğe ilişkin belirsizlik, Kıbrıslırumlar’ın köyden yavaş yavaş ayrılmalarına neden oluyordu.
Mayıs 1964’te Mağusa’da çalışmakta olan iki Kıbrıslıtürk köylümüz öldürülmüştü – bunlar Karaca ile güveyisi Kemal Emin Demiröz idi… İşte o zaman babamı çok düşünceli görmüştüm, neler olup bittiğini anlamaya çalışırken, aynı zamanda bu tür cinayetlere açıkça karşı çıkmaktaydı… Kufez’de altı kişilik ailesiyle birlikte yaşamakta olan kardeşi Haile’nin (Mihail Loizos) başına gelebilecek olanlardan korku duymaktaydı…
Temmuz 1964’te bazı tahılları Kufez’e götürmeye gittiğimizde, köydeki atmosfer iyiydi ve Kıbrıslıtürk köylülerimiz gene ailemizi güvenle ve sıcaklıkla karşılamışlardı.
1966 yılında Kiriakos Solomos köyün dışında öldürülmüştü, bu da Kıbrıslırum köylülerimizin köyden kaçışını hızlandırmıştı ancak gene de insanlar arasındaki ilişkiler bozulmayacaktı.
1972 yılına geldiğimizde babam tarlalarını ekip biçmeye devam etmekteydi, Akatu’da tarlaları biçilip işi bittikten sonra, ekibiyle birlikte Kufez’e gidiyor ve Kıbrıslıtürk köylülerine tarlalarının hasadında yardım ediyordu.
Babam Kıbrıslıtürkler’in güvenini kazanmıştı ve tarımsal araç gereçlerini güvenlik içerisinde tamir edebiliyorlardı. Yepizyeni kombay geçeleri Kufez tarlalarında kalıyor, kimsecikler de bu kombaya zarar vermeyi veya sabote etmeyi aklının ucundan geçirmiyordu.
Babamla birlikte çeşitli tarla işleri için komşu köyleri de ziyaret ediyordum, Melunda’yı, Artemis’i, Bladan’ı… Bu köylere gittiğimizde gönende kavun karpuz alıyorduk… Tüm köylerde dostlarımız ve tanıdıklarımız vardı.
Bir gün ikindi vaktinin sonlarına doğru Bladan’a gitmiştik, Akatulu Jamis’in tarlaları için. Bladanlı Kıbrıslıtürkler’in yakınlığı beni koruyordu çünkü o günlerde Bladanlılar’la ilgili kötü şeyler işitiyorduk. Bu atmosferi bozan şey, o günlerde Çatozlu Türk askeri komutanın amcam Mihail’e (Haile) ailesini de alıp Kufez’den ayrılmasını söylediğinde bozulmaya başlamıştı. Kıbrıslıtürkler’in Kıbrıslırumlar’la alışverişlerini de yasaklamışlardı, böylece amcam oradan ayrılmaya zorlanabilecekti.
Nisan 1974 idi… Babam, kardeşini bazı işlerine yardım etsin diye çağırmıştı. Sonra dostlarına giderek kardeşinin tehlikede olup olmadığını sormuştu. Köyden ayrılmasının daha iyi olacağını ima etmişlerdi açıkçası. Babam, amcamın kritik durumunu değerlendirerek, onun Akatu’ya taşınmasının daha iyi olacağını düşünmeye başlamıştı.
Ben ise Kufez’e arabamla gitmeye devam ediyordum. Askerliğimi yapmaktaydım ancak bu benim için bir engel teşkil etmiyordu. Komünist Hasan Öztaş (Mentzis) beni Akatu’daki evimizde askeri üniformam içerisinde gördüğünde gülümsemişti. Yaşıtlarıma karşılaştığımızda selamlaşıyorduk.
Ancak insanların kaderi 1974 yazında değişecekti… Türk işgali insanların hayatını altüst edecekti… Annemle babam Akatu’dan traktörle ayrılarak Avgoru’ya, oradan da Ormidya’ya gideceklerdi. Bu kaçış sırasında babam Kufez’e giderek dostlarının ve köylülerinin korumasından yararlanmayı da düşünmüştü. İşte sade insanların birbirine güveni bu şekildeydi. Ancak annemin öteki Akatulular’la birlikte gitmeleri yönündeki ısrarları, hayatlarını kurtarmış oldu…
Babacığımın “kayıp” insanlarımızın yani kardeşi Haile ile onun oğlu Loizu’nun akibetini araştırma çabaları, Atina’dan Kıbrıslıtürk arkadaşlarına telefon konuşmalarına yol açıyordu. Tanıdık sesler duyduğunda tarifsiz bir neşeye kapılıyordu oysa “kayıplarımız” hakkında aldığı haberler hiç de iyi değildi. Ancak telefonun öteki tarafından benzer sevgi, dostluk ve nostalji duyguları yansıyordu… Komutan Mentzis “Sanki de sesin gökyüzünden geliyor be Sauri” diyordu babama…
Barikatlar açıldıktan sonra Kufez’e, Akatu’ya ve bölgedeki diğer köylere ziyaretler yoğunlaştı. Köylülerimizle temaslarımız hatıralarımızı ve Kıbrıslıtürkler’le ilişkilerimizi canlandırdı…
Bizler de, evlatlarımız da dostluğun ve karşılıklı saygının gücüyle karşılaştık ve babalarımızın dostlarının evlatları ve torunlarıyla yeni dostluklar kurmaya çalıştık…
Savaşın, işgalin ve bölünmenin yarattığı her tür kuşku ve önyargıyı aştık. Yurtdışında yaşayan Kıbrıslıtürk dostlarımla da ilişkilerimi geliştirdim ve aynı duygularla karşılaştım: karşılıklı anlayış, karşılıklı saygı ve sevgi…
Lefkoşa’daki göçmen evciğimizde altı Kıbrıslıtürk arkadaşımı davet ettim.
Babam onlara dillidüdük çaldı ve onlarla birlikte Türkçe olarak “İstanbul sokakları” şarkısını söyledi. Kıbrıslıtürk dostlarım, babamın Kıbrıslıtürk şivesiyle Türkçe’ye olağanüstü hakimiyeti karşısında çok heyecanlanmışlardı. Yeniden yakınlaşma hakkında ortak faaliyetlerimizle ilgili babacığımın sözcükleri hala kulaklarımdadır: “Yaptıkların için bravo oğlum” demişti… “Ancak şunu da bilmelisin ki eğer birlikte büyümeseydin, birlikte oynamasaydınız, biz yaşlılarda olduğu gibi bunca karşılıklı sevgi ve saygıya sahip olmayacaktınız…”
Meydana gelen kötülükleri ve iki toplumun bölünmesini düşündüğümde, babamın sözcüklerini hatırlıyorum… Herkesin bu durumda sorumluluğu vardır, bizim de, onların da, işte bu yüzden işgal derhal sona erdirilmelidir ki yeniden yakınlaşma ve karşılıklı saygıyı yavaş yavaş geri kazanabilelim…
Ben babamın ve Kıbrıslıtürk dostlarının ruhlarının yüceliği karşısında sersemliyorum ancak onun izinde yürümeyi de kendime bir görev addediyorum.
Kıbrıslırum arkadaşlarımdan hiç ayırmadığım Kıbrıslıtürk arkadaşlarımın beni dostluklarıyla onore ediyor olmalarından mutluyum. Benim için dostluk ve kardeşlik, din ve milliyetle değil insanlıkla alakalıdır.
Bizim kuşağın “mayası” olduğu sürece, insanları yeniden entegre edebilmek amacıyla işgale derhal son vermeliyiz. Bizler, ortak ve yeniden birleşmiş bir yurdun yaratılmasında pozitif rol oynayacak olan hatıralar yaratmaktayız… Zamanın boşa akıp geçmesine izin vermemeliyiz.
Son olarak babamın Lefkoşa’daki cenaze töreninden söz etmek istiyorum. Babamın cenaze törenine İstanbul’dan Dr. Kıvanç Diren, Kondea’dan Mustafa Murat ve ailesi, Girne’den diş hekimi Sarper ve Lefkoşa’dan onun kardeşi Kıvanç katılarak babam için çelenk koymuşlardı…”