BAF’TAN HATIRALAR...
Ulus Irkad
Baf Çarpışmalarının 9 Mart 1964 tarihinde patlamasıyla o gün başımıza düşen bombalar ve ölüm korkusunu yaşamanın, o ilk çocukluk yaşamımdaki acısının muhatabıyım. Tam sınırda olup devamlı kurşunların ve bombaların düştüğü evimizi terkedip (Evimizin önüne mayın konmuştu) çatışmanın sertleşmesiyle, yarı yolda Kahveci Yusuf Dayı’nın kiracısı olan teyzemin evine girmiştik. Korkudan annem ve kardeşlerim hatta olaylardan kaçıp da bizim evde kalan bir ailenin de oraya sığınmasıyla insanların yüzlerine bakmakta ve yüzlerindeki ölüm korkusunu okumaktaydım o yedi yaşındaki çocuk halimle. Biraz sonra cepheden (Mavrali) dayım gelmişti. Telaşlıydı. Korku içindeydi. Elinde kullanamadığı iki el bombası, bir tabanca ve iki şarjör vardı. Mavrali’ye giren Rum kuvvetlerinin oradaki arkadaşlarını esir aldığını ve kendisinin de zor bela kaçıp oraya yani bulunduğumuz yere sığındığını söylüyor ve çocuklarına ağlayarak sarılıyordu. Yine söylendiğine göre bir Rum tankı Türk mahallelerine girmiş bize doğru yaklaşmaktaydı. Herkes korku içindeydi. Yemyeşil gözlü şişman bir kadın, önümde iki kızıyla oturmaktaydı (Sonradan bu kadın aklını kaybedip akıl hastahanesine düşecekti) ama korkudan biraz sonra çığlık atmaya başlamıştı. Hayatımda ilk defa hepimizin öldürüleceğini ve ölüm korkusuyla ağladığımı hatırlıyorum. Herkes korkmuştu…
Ama daha sonra başka söylentiler de ortaya çıktı. Çarşıda 1963 olaylarının başlamasıyla her iki toplum arasında olan soğuk temas tüm adada olduğu gibi Baf’a da yansımıştı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 4 Mart 1964 kararıyla belli ki Liderliğin morali bozulmuştu. 4 Mart 1964 Kararı Kıbrıs’ın esas temsilciliğinin ve söz hakkının Kıbrıs Cumhuriyeti’nde olduğunu ifade etmişti. Uluslararası hukuk zemininden ayrılan bizim toplum liderliği boşlukta ve sahipsiz kalmıştı. Bunun yanında kuruntulu ve de ulusalcı ırkçı kafa yapısıyla Kıbrısrum Cumhuriyeti rüyası gören Makarios’un eli güçlendirilmiş oldu. O günlerden sonra da Kıbrıslıtürkler bir türlü uluslararası kimlik sahibi olamadılar. Türkiye de bu kararın altına imza atmış ve BM askerlerinin Kıbrıs’a gelmesini onaylamıştı. Bu karar dışında Kıbrıs Cumhuriyeti’nden ayrılıp ayrı bir Cumhuriyet Kurma peşinde olan Kıbrıs Türk liderliği ve tabii ki derin güçler, bilhassa ortamın uygun görüldüğü Baf’ta bir çatışma yaratıp Türkiye’nin müdahalesini sağlamaya çalışacaklardı. Söylentiler ve elde ettiğim istihbarat bilhassa MİT ajanı olan bir eski mücahitten de aldıklarım ve de daha sonra yazılan veya bana açıklananlarla uyuşmaktadır (Avustralya’da yaşayan Salih Çelebioğlu da benzer açıklamalarda bulunmuştu, hatta o sıralarda Baf’ta mücahit olan İsfendiyar Ciyaslıoğlu da Afrika Gazetesi’ne benzer açıklamalarda bulundu). Mevzilerde bulunan Mücahitler denildiğine göre Mavro adlı bir Kıbrıslırum esnafın dükkanını arka tarafından delmiş ve oradan devamlı mal kaçırmakta, bu arada bazı mücahitler de bana anlatılanlara göre devamlı olarak bu adamı ve hanımını provoke etmekteymişler. Nihayet orada bulunan bir Baflı kişi, bu adamla tartışmaya girmiş ve 7 Mart 1964 günü bu olayın meydana gelmesini bekleyen Mücahitler, Yortu için çarşıda bulunan sivil Kıbrıslırumların üzerlerine ellerindeki silahlarla saldırmışlar ve ilk anda yedi Rum’u (çoğu öğrenci ve hamile bir kadın da vardı) yedi kişiyi öldürmüştü (Gerçi 1965 yılında Baf’ta basılan bir kitapçıkta bu altmış kişi diye yazıldı). Mavro da esir alınarak Türk bölgesinde kafasına tabanca ile ateş edilerek öldürülmüştü. Daha sonraları elde ettiğim bir videoda ortalığın hali içler acısıdır, katliamdan sonra ölü hayvanlar ve infial içinde bulunan Kıbrıslırumlar bir toplantı yerinde infial içinde misilleme yapma yemini ediyorlar. Başlarında da Makarios Druşotis’in kitabında CIA ajanı olduğu iddia edilen Yorgacis vardır. Bu arada o gün çarşıda yüzlerce Kıbrıslırum da esir alınıp Mutallo’ya kahvehanelere ve sivil evlere tutuklu olarak getirilir. 8 Mart günü andlaşma ile (Bu andlaşmada arabulucu olarak bulunan Macey adlı İngiliz Binbaşı da daha sonraları EOKA’cıların kendisine karşı kin duymasından ötürü ortadan kaldırıldığı söylentisi vardır) bu esirler bırakılır ama ertesi gün intikam için diğer Kıbrıs’ın başka bölgelerinden alınan takviyeler ve de ağır silahlarla saldırıya geçen binlerce Rum birlikleri ve milisleri, o gün Mavrali dahil birçok yerde sivil rehineleri ya öldürür ya da kayıp eder. Mavrali’de dokuz kişi esir alındıktan sonra kafaları nacaklarla parçalanıp öldürülürken, Mescit Bölgesi’nde bir evde unutulan beş mücahitin ise hala daha akıbeti belli değildir. Gene daha önce bir köyde oğlu şehit olan bir amcamız da bir mevzide kafasından vurulup öldürülecektir. O günlerde başka Baf Bölgeleri’nde Kayıp edilenler arasında Baf Poli Bölgesi’nden Milletvekili Cengiz Ratip ve öğretmen Turgut Sıtkı da rehin alınıp kaybedilenler arasındaydı. O günlerde 9 Mart olaylarından sonra Kıbrıs Cumhuriyeti BM Temsilcisi Rossides BM’ye olaylar hakkında verdiği raporlarda 7 Mart 1964 olaylarından söz ederken, Mavrali ve Mescit hatta vurulma yüzünden hayatlarını kaybeden 15 Kıbrıslıtürkten bahsetmemektedir ve misillemeleri meşru göstermeye çalışmaktadır. Oysa uluslararası hukukta misillemeler de provokasyonlar da suçtur ve her iki toplum egemenleri suç işlemişlerdir.
58 yıldır o olayları yaşamama neden olan o anlar için şunu da kendime sorarım; sayı olarak Rum toplumundan dört kat daha az belki de üçyüzü geçmeyen çoğu talebe sivil mücahit ordusuyla Baf Türkleri bu saldırıyı niye yapmıştı (7 Mart 1964 Çarşı saldırısı)? Rumlar sayı ve asker milis olarak daha fazla olduğu bilinmesine rağmen niye bile bile bu saldırıyı misilleme yapacakları bilinmesine rağmen önce biz yaparak provoke etmiştik? Güvendiğimiz neydi? Türkiyeyseydi niye bu kadar kan ve kayıptan sonra gelememişti? 1974 yılında da Güney gözden çıkarılmamış mıydı? Güney bölgesindeki elli bin civarındaki Kıbrıslıtürk bu olaylarda niye yem olarak veya askeri maksatlar için sadece araç olarak kullanıldı? Ölmemiz mi isteniyordu ve ölünce de işte Rum mezalimi buydu mu demek istenecekti? Gerçekten gerek 1964 yılındaki saldırılarda ve 1974 yılındaki denizden de olan çıkarma ve kara dahil denizden de mevzilerde çocuklar olarak niye bu acıları ve korkuları çekmiştik (Aynen 1964 yılında olduğu gibi iki yüz kişilik mücahit ordusu yeterli olmadığı için 12 yaşından itibaren çocuklar da mevzilere çağrılmıştı)? 9 Mart 1964 olaylarından önce kamyonlarla ta Lefkoşa’dan Baf’a gece karanlıklarında cephanelikler taşınmıştı (O gece bu taşıyanlardan biri Limasol’un Millet Bahçesi kafeteryasında oturmuş kamyonunun içi cephanelik bekliyordu, şahitlerim var)? Bu provokasyonu yaptıklarında üzerlerine misilleme olacağını Kıbrıs Türk liderliği niye hesaplamamıştı? Yoksa hesaplamış da amaç başka mıydı? Niye her Türk provoke saldırısından sonra katliamlar olmuştu Kıbrıslıtürkler üzerinde? Kayıp ve katliamların bu kadar olmasındaki amaç bu Psikolojik Savaş planları mıydı? İşte kafalardaki sorular…
Bana göre hesaplanmıştı ve amaç da Özel Harp taktiğiyle Kıbrıslırum birliklerini hem 1964’te, hem de 1974 yılında Kıbrıslıtürk Baflı azınlığın ve Güney’de yaşayanların üzerine saldırtmak ve daha da çok kayıp verdirerek Türkiye’nin müdahalesini sağlamaktı (1974 olayları).
Şimdi de hatırlanması gereken bir başka olay; 9 Mart 1964 tarihinde olaylar sırasında tam Baflı Türklerin soykırımı gerçekleşeceği sırada Dr. İhsan Ali Glafkos Clerides’i telefonla arar ve onunla birlikte gerek Baf Cimnasyomundaki Kıbrıslıtürk rehineler ve gerekse Mutallo’da naçar bekleyen bizler, Dr. İhsan Ali’nin Rum tanklarının önüne geçerek “Eğer operasyona devam ederseniz Türkiye bu işgali engellemek için müdahale edecek” der ve çarpışma durur. Bu olaya şahit olan şu anda Londra’da yaşayan Baflı Dr. İlkay Çıralı abimiz geçenlerde sosyal medyadan “Aslında Her Topluma bir Dr İhsan Ali lazım” diye bir makale yayımlar. Bu olayı en iyi anlatan bir yazıdır bu.
Sonra ne mi oldu? Kıbrıslıtürk yeraltı Örgütü savaş bittikten sonra Dr İhsan Ali’nin ailesini Mutallo’nun ortasında büyüğünden küçüğüne kadar dayaktan geçirir. Yeraltı Örgütü herhalde oyunu bozduğu ve soykırımı da önlediğinden ötürü Dr. İhsan Ali’yi bu şekilde ödüllendirmiş olur. Şu da gerçek ki 9 Mart 1964 kara gününü kutlayan Baflı Türkler, Kıbrıslıtürk ilerici demokrat “Demokratik Cumhuriyetçi” Dr. İhsan Ali’yi onurlandıracağına hala daha onu “vatan haini” diye anmakta. Bu kadar yıldan sonra eğer diyorum aramızda savaşa ve kan dökmeye karşı Dr. İhsan Ali gibi barışçı liderler olsaydı ve de barışçı diplomasiyle kardeşlik terminolojisini kullanarak bu acı olaylara fırsat vermeseydi, Kıbrıs’ın bu acıları gerek 1964 yılında gerekse 1974 yılında yaşanır mıydı diye de kendi kendime sorular sormaz değilim.
Aslında Tarih yalanları affetmez. Hele hele iyiliklerin hatırı tarihte büyüktür ve elbet muhatabını ödüllendirir.
BİR FOTOĞRAF...
Alona’dan dostluğun fotoğrafı...
Bu fotoğrafı bize bir Kıbrıslırum okurumuz Andrula Mişellidu gönderdi... Alona’dan hatıralar yazımızı okuduktan sonra, içinde annesinin de bulunduğu, bir zamanlar Alona’da tatile giden Kıbrıslıtürkler’le birlikte çekilmiş bir fotoğraf imiş bu...
Andrulla Mişellidu, bu fotoğrafla ilgili olarak şöyle yazdı:
“Merhaba Sevgül, annemin adı Stiliani’dir, fotoğrafta ayrıca ikinci sırada soldan üçüncü Marulla Draku hanım vardır, hemen yanında da kızkardeşi Zoulla vardır, yine yanında öteki kızkardeşi Militsa vardır. Geriye kalan tüm diğer hanımlar Kıbrıslıtürkler’dir... Ne yazık ki Draku hanımın eşi Bay Gregorio Draku, 1974’ten beridir “kayıp”tır... Marulla hanımın eşi Gregorio, Alonalı idi... 1974’te Mia Milya bölgesinde asker olan oğlunu aramaya, onu görmeye gitmek için yola çıktı ve bir daha geri dönmedi, hala “kayıp”tır. Oğlu ise savaştan sonra dönmüştü...”
Fotoğrafta tanıdığınız herhangi bir Kıbrıslıtürk varsa, lütfen bana yazınız veya beni arayınız... Alona’dan bu dostluk fotoğrafını ölümsüzleştirelim elbirliğiyle...
Kıbrıslırum okuruma bu fotoğrafı paylaştığı için de sonsuz teşekkürler...