“Baf Medresesi üzerine araştırmalarımız...” (1)

Sevgül Uludağ

Ulus Irkad

Hayal meyal hatırlıyorum. Baf Medresesi denilen yerde  “Hamam Bahçeleri” dediğimiz yer de vardı. Eskilerden Zihni İmamzade ve bir de Lokman Hekim’in anıları var şu anda elimizde. Bu yazıda onlara da yer vereceğim ama öncelikle elde ettiğim bir broşürden yola çıkmak istiyorum. Sanırım bu verilen bilgilere benim de eklemeler yaparak bu broşürü zenginleştirmem gerekiyor. Çünkü 1963 öncesinde hatırladığım o medresenin yanında olan önceleri “Baf Kıraathanesi” daha sonra da “Türk Birliği” diye bir Kulüb olduğudur. Kulübün daha önceki adının da Baf Kıraathanesi olduğunu yazmam gerekmektedir. Kulübün karşısında da altında ovaların olduğu o uçurum ve uçurumun üstünde yükselen Baf Ülkü Yurdu Kulübüdür. Demek ki o bölgenin Baf’ın Kıbrıslıtürk tarihinde önemli bir yeri vardır. Yani hem Baf Ülkü Yurdu Kulübü’nün karşısında hem de Baf Türk Birliği’nin bulunduğu yerde Baf Medresesi bulunmaktaydı. Şunu da yazayım; Türk Birliği’nin en son kafeteryacısının Rahmetli Hüseyin Kanatlı’nın babası Rahmetli Osman Kanatlı dayı olduğunu da bir değerli anı olarak buraya yazayım. Ve maalesef oradaki Çarşı Camii 1963-64 çarpışmalarından sonra, önce stratejik olarak Rumlar tarafından kullanılmasın diye Baf Mücahitleri tarafından şerefesi yıkıldı daha sonra da Baf Rum Belediyesi oradaki cami ve medreseden kalan odaları da yıkarak  araba parkı yaptı. Yani şimdilerde oraya gezmeye gidenler asansörlü bir parkla karşılaşmaktadır ki bu parkın yerinde iki yüz sene önce mevcudiyetini 1900’lü yılların ortalarına kadar devam ettiren medrese ve rüştiyenin arta kalanı olduğunu yeni nesiller bilsinler. Ben öncelikle broşürdeki  Medrese hakkındaki bilgilerden başlamak istiyorum:

“Baf Medresesi bundan altmış beş sene kadar önce (Bu bilgilerin 1940’lı yıllarda yazıldığını sanıyorum, u.ı) Baf’ı ziyaret eden ünlü şeyhlerden meşhur İbrahim Efendi Hazretleri, Baf ahalisinin ısrarlı isteği karşısında orada kalmayı uygun bulmuş ve medresenin kurulmasına bizzat hizmet etmiştir. Allah’ın rızasını kazanmak gibi halis bir niyetle medresenin yapımı esnasında işçilik etmiştir. Bu özverili ve gayretli muhteremi gören ahali de yardım etmeye mecbur olmuş ve yıldan yıla şimdiki medresenin yapımı tamamlanmıştır. İbrahim Efendi Hazretleri, medresenin tamamlanmasından sonra müderrisliğini üstlenmiş ve bütün ömrünü bu güzel uğraş ile geçirmiştir. Gerek Baf’ta ve gerekse öbür kasabalarda günümüzün din adamlarından çoğu onun eğitim-öğretiminden geçmişlerdir.

Ne tuhaftır ki altmış sene önceki Baf Medresesi’nin kıymetini eskiler bugünkülerden çok daha iyi anlamış ve varlığını sürdürmesinde çok daha etkili olmuşlardır. Aradaki farkı İbrahim Efendi merhumun kerametine mi yoksa Baf ahalisinin gerilediğine mi yormalı sorusu gündeme gelmektedir”.

Baf  Ebubekir Camisi içerisindeki kadınlar bölümünde onun yeşil türbesini Baf’ta kaldığım 1974 yılına kadar hep anımsıyorum. Hatta 15 Temmuz 1974 Darbesi olur olmaz onun türbesinin bulunduğu mevkide mevziye gittiğimi ve birkaç günümü orada geçirdiğimi anımsıyorum. Eğer Baf’ta adakta bulunulacaksa ya Hoca Efendi’nin Kadınlar Bölümündeki türbesinde mevlit okunur ve dilekte bulunulurdu ya da Dip Baf’taki Hacı Mehmet Efendi Türbesi’ne gidilirdi (1963 öncesi). Her iki merhumun da Osmanlı Dönemlerinde saygıdeğer Kıbrıslılardan olduğu bilinmektedir. Bu iki saygın Kıbrıslıtürk’e evliya namının verildiğini bu yazıyı okuyanlara belirtmem gerekmektedir... 1963 yılına kadar daha altı yaşımda olduğum için ben de bu dini yerlere ya nenelerimle veya aile büyükleri ile katılırdım. Kadınların Hoca Efendi’nin türbesi etrafında dönerek ona mevlit nağmeleri ile hitap ettiklerini çok iyi anımsamaktayım. Tabi bunları yazarken olaya diyalektik olarak yaklaştığımı ve bir geleneği tarihsel olayı nakletmek istediğimi söyleyeyim.

İBRAHİM SITKI EFENDİ MİNARELİKÖYLÜ’YDÜ...

Hoca Efendi’nin asıl adı İbrahim Sıtkı Efendiydi. Aslen Minareliköylü’ydü. Babası Sıtkı Efendi, Lefkoşa’da terzilik sanatını öğrenip diploma aldıktan sonra mesleğini yürütmek için Baf Kasabası’na gelmişti. Oğlu küçük İbrahim de beraberinde Baf’a geldi. 1800 yılında, İbrahim, Sıbyan okullarında eğitim gördükten sonra çevresini küçük yaşta olmasına rağmen incelemeye başladı. Gördü ki cahillikten ötürü gerek Baf Kasabası gerekse Baf yöresi oldukça geri kalmış ve çoğu Kıbrıslıtürk de Hristiyan olmaya başlamış. Bunu önleyip halka eğitim vermek için yüksek öğrenim yapma ihtiyacı duymuş. Babasına:

- Baba ben okumak isterim, demiş. Ama ne yazık ki çevrede onun okuyabileceği yüksek eğitim veren bir kurum yokmuş. Babasına:

- Beni Lefkoşa’ya yolla orada okuyabileceğim kurumlar vardır, demiş.

Babası yol harçlığını çevresinden borçlanarak verebildi. Onu Lefkoşa’ya Küçük Medrese Müderrisi olan Ciyaslı Efendi’ye gönderdi. O sıralarda Ciyaslı Efendi Sultan Mahmud’un fes giymesini, camide yaptığı bir vaaz ile eleştirmişti. Ciyaslı Efendi’nin yine o dönemlerde Mısır’da El-Ezher Medresesi’nde Arap şairleriyle katıldığı bir şiir yarışmasında, yenileceğini anladığı bir sırada Rumcayla karışık, rakiplerine okuduğu şiir meşhurdur. Şiir şöyleydi:

Ekel tü temreten

Lafaztu Kokkoniha

Eminesu istravariha

(Anlamı: Hurmayı yedim

Çekirdeğini attım

Size de şaşkınlığınız kaldı)

Oradakiler Ciyaslı’nın onlardan üstün bir lisana sahip olduğuna inandılar ve yarışmayı ona kazandırdılar. İbrahim Sıtkı Efendi, Ciyaslı Efendi’nin denetimi altında küçük Medresede 5 sene okuduktan sonra, aldığı bilgilerle yetinmeyerek daha da okumak istedi. Bunun üzerine Ciyaslı Efendi, onun yol harçlığını hazırlayarak ve eline de bir mektup vererek İstanbul’da Selvili Medrese müderrisi olan Vidinli Mustafa Efendi’nin yanına yolladı (Selvili Tepe’nin sahiplerinin de bizim Baflı Sadrazam Mehmet Emin Paşa’nın ailesi ve ilk TC Büyükelçisi Dirvana’nın olduğunu da buradan sizlere belirteyim, u.ı). Orada 5 sene onun rahle’i tedriciyesinde bulunduktan sonra tam olgun bir alim olarak Kıbrıs’a geldi. O zamanlar hocaların iznini almadan öğrenciler bir yere gidemezlerdi. Hocası, kalırsa onun İstanbul’da Şeyhülislam olabileceğini söyler ama o Baf’a gidip halkını cahillikten ve gerilikten kurtarmak istediğini söyler  Bu arada Müderrisler kurulu da toplanarak hocasını ikna ederler ve ona “Sıtkı” mahlasını vererek Baf’a yollarlar. Hoca Efendi Baf Medresesi’ni oluşturarak Osmanlı Devleti’nin en meşhur doktor ve sadrazamlarını yetiştirir. Mehmet Kamil Paşa ile Magundalı Mehmet Emin Paşa orada yetişip İstanbul’a giderler ve Osmanlı devleti’nin hükümetlerinin başına geçerler. Türkiye ve Kıbrıs’ın en ünlü doktorlarından Lokman Hekim olarak tanınan Baflı Hafız Cemal da aynı okulda yetişmiştir.

Büyük Dayım, tarihçi, emekli öğretmen ve müfettiş, eski Baf Belediye Başkanı Zihni İmamzade (1895-1988) bana ölmeden önce Medrese hakkında şu bilgileri vermiştir(1986):

“Bu medrese 1800’lü yıllarda Hafız Ali Efendi’nin hocası İbrahim Sıtkı Efendi (Baflı Hoca Efendi) tarafından kuruldu. Kurulan medrese 18 odalı olup şimdi yıkılmış ve üzerine dükkanlar yapılmıştır (Medresenin bir bölümü olan Baf Camisi 1964 yılında, 9 Mart 1964 olayları sırasında güvenlik nedenlerinden dolayı  Baf mücahitleri tarafından mayınlanmış, daha sonra da Kıbrısrum Belediyesi burasını otopark yapmıştır). Medrese Baf Kıraathanesi’nin gidiş yolunun sol tarafında, arkasında “Hamam Bahçaları” olan yerdeydi. Giriş yeri doğu taraftan gotik tarzında olan kapıydı. Kapıdan girildiği zaman güney tarafında kemerli büyük bir dershane vardı. Kuzey tarafında da üç sınıfın birden okuduğu bir tek oda bulunurdu. Diğer odalar sırayla kuzeye, kuzeyden batıya ve batıdan güneye uzanan birbirine bitişik binalardı. Bu binaların çoğu gelen çocukların kaldığı yatakhanelerdi. Batı tarafta içerisine merdivenle inilen bahçe içerisinde bir pınar vardı. Odaya bitişik bir kütüphane bulunmaktaydı. Kütüphanenin hemen yanında Mubassır’ın (Bakıcı) kaldığı bir oda vardı. Odanın yanında da dershane bulunurdu. Dershanede büyük hoca rüştiyeden çıkanlara ders verir, buradan üç sene sonra mezun olanlar ise köylerde imam olurlardı. Dershanenin arkasında da bir misafir odası vardı. Köylerden çocuklarını görmek için gelen babalar o misafir odasında kalırlardı.

Ben ön tarafta bulunan Rüşti sınıfını bitirdim. O zamanlar öğretmenim Hafız Osman Efendiydi. Medrese öğretmenlerinden Ali Veli, tarih, coğrafya ve İngilizce dersleri veren idadi mezunuydu. Diğer hocalarımız medrese mezunuydu…” (2 Eylül 1986, Yenidüzen gazetesi).

Zamanın üniversiteleri olarak sayılan Medresesi’nden dolayı İstanbul şehri ile deniz yoluyla temasları olan Baf’a hemen hemen her hafta Beyrut veya Mısır’a giderken Baf limanına demirleyen gemilerinden fırsat buldular mı İstanbul aydınlarından birçoğuna da misafirperverlik yapmış, bu misafir aydınlar Baf’taki öğrencilere dersler de vermişlerdir.

Baf, tarih boyunca bir bilim yeri olarak da tanınmıştır. Hoca Efendi’nin (1885 yılında öldü) bu konudaki yardımları ve katkısı hiçbir zaman unutulamaz.

Baf Medresesi’ne ait olan Çarşı Camisi’nin, 9 Mart 1964 saldırılarında Rumlar’ın eline geçmemesi için sadece minaresi, mücahitler tarafından tahrip edildi... Kıbrıslırumlar daha sonra burasını tümüyle yıkarak park yeri yaptı...

BAF MEDRESESİ’NİN OKUL VE DÜKKANA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ...

“Şimdilerde medresenin öğrencisi olmadığından odaların bir bölümü dükkana, geriye kalan bölümü ise okula dönüştürülmüştür-Tuhaftır ki medresenin hocası ve öğrencisi bulunduğu zamanlarda Evkaf İdaresi’nin ne bir ödeneği ve ne de denetimi olmadığı halde şimdi odaları dükkana dönüştürülünce hesap sormaya ve denetime başlamıştır (Bu yazı yazıldığında herhalde artık yıllardan 1940’lı yılların ortalarıdır ve ben edindiğim bilgileri broşürden aldığım gibi veriyorum, u.ı).

Baf’ın ilkokul ve ortaokuldan oluşan güzel bir okul binası vardır. Odaların donanımı, avlusu ve bahçesi mükemmeldir. Okul, gayretli gençlerin verdiği tiyatro geceleri ve Baf’ın özverili kişilerince yapılan bağışlarla oluşturulmuştur. Dört öğretmeni ve yüz yirmi öğrencisi vardır. Okula bir iki sınıf eklenmesiyle bunun yan lise haline dönüştürülmesini umarız. Baf’ın kız okulu binası henüz yapılmış değildir. İki öğretmeni ve seksen kadar öğrencisi vardır (Mehmet Remzi).

Zihni İmamzade’nin Baf ile ilgili anılarında şöyle yazmaktadır: “Baf’a gittikten hemen sonra oradaki medreseye kaydedildim (1907). Medrese ortaokul ayarında tedrisat yapan başarılı bir okul sayılırdı.

Bu medrese 1800’lü yıllarda Hafız Ali Efendi’nin hocası İbrahim Sıtkı Efendi (Baflı Hoca Efendi) tarafından kuruldu. Kurulan medrese 18 odalı olup şimdi yıkılmış ve üzerine dükkanlar yapılmıştır.

Medrese Baf Kıraathanesi’nin gidiş yolunun sol tarafında, arkasında “Hamam Bahçaları” olan yerdeydi. Giriş yeri doğu taraftan gotik tarzında olan kapıydı. Kapıdan girildiği zaman güney tarafında kemerli büyük bir dersane vardır. Kuzey tarafında da üç sınıfın birden okuduğu bir tek oda bulunurdu. Diğer odalar sırayla kuzeye, kuzeyden batıya ve batıdan güneye uzanan birbirine bitişik binalardı.

Bu binaların çoğu köylerden gelen çocukların yatakhaneleriydi. Batı tarafla içerisine merdivenle inilen bahçe içerisinde pınar vardı. Burada abdest alınırdı ve yıkanmak için de burada ayrı bir oda vardı.

Odaya bitişik dersane vardır. Kuzey tarafında da üç sınıfın birden okuduğu bir tek oda bulunurdu. Diğer odalar sırayla kuzeye, kuzeyden batıya ve batıdan güneye uzanan birbirine bitişik binalardı. Bu binaların çoğu köylerden gelen çocukların kaldığı yatakhanelerdi.

Batı tarafta içerisine merdivenle inilen bahçe içerisinde pınar vardı. Burada abdest alınırdı ve yıkanmak için de burada ayrı bir oda vardı. Odaya bitişik kütüphane bulunmaktaydı. Kütüphanenin hemen yanında Mubassır’ın (Bakıcı) kaldığı bir oda vardı. Odanın yanında da dershane bulunurdu.

Dershanede büyük hoca rüştiyeden çıkanlara ders verir, buradan üç sene sonra mezun olanlar ise köylerde imam olurlardı. Dershanenin arkasında da bir misafir odası vardı. Köylerden çocuklarını görmek için gelen babalar o misafir odasında kalırlardı.”

(Devam edecek)


KIBRIS’TAN HATIRALAR...

“Mia Milya’dan dostum Dino Usta, rahat uyu...”

Mustafa Gelener

Bodrum perde duvarları tamamlandı, betonu de döküldü - riskli ve tehlikeli işti... Nedeni ise killi toprak oluşu ve sürekli su sızıntısı olması ve havalanan  killi  toprağın çökme tehlikesi... 

Usta “Kean”ları ve sandüviçleri alıp getirdi...

“Gençlere söyle, yarın köydeki inşaata gideceğiz, yemek çantası getirmesinler” dedi.

Ertesi gün Mamilya’daki (Mia Milya/Haspolat) işe başladık. Öğle yemek vakti, “Hade  yemeğe  gidelim, arabaya geçin” dedi.

Yeni evli ve evine yeni yerleşmişti.

Eşi Anna, güler yüzü ile karşıladı bizi ve hemen “Çocuklara söyle bu yemeği Dino’nun aldığı yeni tencerede bişirdim. Bizim yemekleri pişirdiğimiz yani domuz pişirdiğim tencerede bişirmedim, yememezlilik yapmasınlar” dedi.

Güzel bir yemekten sonra kahvelerimizi içtik ve tekrar işe döndük.

Rahmetlik Dino Usta (solda), Mustafa Gelener ile birlikte...

Haftasonu yani Cuma günü olduğu icin haftalık  aldık  ve Mağusa Kapısı’na “Siva”nın önüne bıraktı bizi.

“Pazartesi buraya gelmeyin, sizi Eylence girişindeki kahveden alırım” dedi Dino Usta.

Pazartesi sabah 6.20’de kahvehaneye vardık, genellikle köylerden gelen işçilerinin takıldığı ve kahve içtiği mekandı burası. 6.30’da kahverengi Volsley arabası ile Dino usta geldi ve temel ızgralarını  bağlayacağımız mevkiye geldik. Demir makasının  ve demir eğme bondosunun hazırlığını  tamamlanmıştık  ki uzaktan silah sesleri duyulmaya başladı, az sonra çok  yakından  birkaç el duyduk, çalıştığımız  bölge Rik binasına  yakındı. 

Demir projelerini incelemeyi bırktı birden Dino ve seslendi:

“Hade arabaya geçin, bu Galamaralar ne yapar bilinmez, ben sizi Çağlayan barikatına brakayım” dedi... 

Öyle de yaptı ve o günden sonra hic görüşemedik. 

Kapıların açıldığı ve arabalı geçişlerin başladığı zaman tesadüf eseri yol tarifi soran Miamilyalı birine öyle bir insanı sormamak olmazdı...

Ustam Dino’yu sorduğum adamın gözleri arabada oturanlara kaydı,  “İşte orada” dedi... Arabadan aşağıya inen Dino ustaydı!

O günden sonra ailece görüşmelerimiz  devam etti...

Evini görmeye gidip gitmediğini sordum,  “İyi biri oturur ve evime de iyi  bakar” dedi.   

Köyden dönerken “İstersen  evinden de geçeriz” dedim ve öyle de yaptık... Bu kez şaşırma sırası bendeydi, çünkü Dino Usta’nın evinde oturan, yıllardan beri tanıdığım Ali dostumdu...               

Korona sürecinde ve kapanma dönemlerinde telefonla haberleşmemiz devam etti.

Son görüşümde “Hade da Mamilya’ya gideceyik” dediğimde, “Gidemem be çünkü ayrılınca çok bozulurum” dedi.        

Ve bu korona sürecinde yakalandığı  amansız  hastalığa yenildi, son yolculuğuna çıktı.

Herşeyden önce dini dili farklı bu ülkeyi, insanını, toprağını sevip sayan biriydi...  

Rahat uyu Mastro.     

Evet Facebook’ta dostum Dino Usta ile olan fotografı görünce bunları düşündüm...”