Çok değerli arkadaşımız, Avustralya’dan araştırmacı-yazar, grafik sanatçısı ve akademisyen Konstantinos Emmanuelle, Baf-Kasaba’dan Lella Nikolaidu Nearhu’nun Baf’tan Melburn’a uzanan ilginç hikayesini kaleme aldı. Biz de bu gerçek yaşam öyküsünü, okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle, “TALES OF CYPRUS” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” başlıklı internet sayfasında paylaştığı bu yazısında şöyle yazıyor özetle:
*** Lella Nearhu (evlenmeden önceki soyadı Nikolaidu), Baf-Kasaba’da 23 Aralık 1929’da dünyaya gelmişti. Annesi Talya ilkokul öğretmeniydi, babası fotis’in ise kendi işi vardı, “George Bar-Lokanta” diye bir yer çalıştırıyordu. Lokanta, evlerinin alt katında, Leoforos Athinon Sokağı’ndaydı. Lella’nın babası Fotis Nikolaidu Kıbrıs’ta doğmuş ancak genç bir adam olarka çalışmak üzere Mısır’a gitmişti, sonra da Kıbrıs’a dönerek Talya’yla Baf’ta tanışıp evlenmişti. Kendi lokantasını çalıştırmaktan başka aynı zamanda yerli pazarlara taze sebze ve meyva da satıyordu.
*** Lella, altı çocuktan üçüncüsüydü: Erazmiya (1923), Sokratis (1926), Lella (1929), Nikos (1934), Yorgos (1939) ve Polikarpos (1944) ailenin altı çocuğuydu. Lella’nın akşamları okuyarak ya da kardeşçikleriyle sohbet ederek veya annesiyle babasına çeşitli işlerde yardım ederek geçmekteydi. 1930’lu ve 1940’lı yılların Kasabası’ndan çok güzel hatıraları olduğunu anlatıyor. Özellikle ninesi ve dedesine, akrabalarına ve aile dostlarına yakın yaşıyor olmaktan çok memnundu. Genç bir kız olaral Lella, evlerinin yanında Evkaf’a ait bir tarlada komşu çocuklarla birlikte oynadıklarını hatırlıyor, bu tarla Kasaba’nın Türk kesiminde kalıyordu. “Hiçbir zaman aramızda sorun yoktu. Hep birlikte oynardık, Hristiyan ve Müslüman çocuklar, hep beraberdik. Hiçbir zaman aramızda sorun çıkmazdı” diyor...
*** Genç bir kız olarak Lella, babasının lokantasının mutfağında çalışıyordu, annesiyle birlikte daha çok İngiliz müşteriler için yemek hazırlıyorlardı. “Ortaokula gidemedim” diye anlatıyor. “İlkokul beşinci sınıfı bitirince, babamın lokantasında işlemeye gittim. Müşterilerimizin çoğu İkinci Dünya Savaşı esnasında Baf’ta konuşlandırılmış İngiliz askerleri idi. Kardeşlerimin birkaçı da lokantada garson olarak çalışmaktaydı. İngiliz askerleri her gün gelip “Yumurta ve patates kızartması” sipariş ediyordu. O günlerde annemle birlikte o kadar çok yumurta ve patates kızartması pişirdik ki... Bazan domuz rostosu da yapıyorduk...”
*** Lella, zengin hanımların aralarından birinin evinde toplanıp kağıt oynadıklarını, onlar kağıt oynarken de bu maksatla tutulmuş hizmetkarların pasta ve çay servisi yaptığını hatırlıyor. “Benim Nunam (vaftiz annem) de bu toplantılara giderdi” diyor. “Bu kadınların bir kısmının çocuğu yoktu. Hepsinin de hizmetçileri vardı ve Baf kasabası yüksek sosyetesindendiler hepsi de... Kocaları hep kendi işlerinin sahibiydi. Her zaman buluşan 12 kadar kadın vardı. Çok zengin kadınlardı bunlar. Annemin bakması gereken altı çocuğu olduğu için böylesi toplantılara gidemezdi...” Lella, kadınların “Gonga” ve “Rumi” adlı kart oyunları oynadıklarını da hatırlıyor.
*** Lella ve ailesi için Kasaba’da yaşamk çok güzeldi genellikle. Çevre köylerdeki insanların çoğu idare lambaları kullanırken, Lella’nın ailesi ve Kasaba’nın diğer sakinleri elektriğe sahiptiler. “O günlerde kimse açlıktan ölmüyordu Kasaba’da” diyor Lella. “Tanıdığımız insanların çoğunun rahat hayatları vardı. Annem tek bir saniye bile durmuyordu. Bizim için herşeyi yapıyordu: İspanah böreği, etli börekler, tatlılar, herşeyi kendisi yapıyordu. Ekmek ya da pilavuna veya hırsız kebabı (Kleftiko) yapmak istediğinde herşeyi evde hazırlıyor ve siniyle mahallemizdeki fırınlardan birine götürüyordu bunları, pişirilsin diye. Kasaba’daki kadınların çoğu böyle yapıyordu. Fırıncılar, yarım şiline yemeğinizi pişiriyordu. Ekmeği ise evde hazırlıyordunuz, ekmek hamurunuzu fırına götürüyordunuz, fırıncılar da bunu kendi fırınlarında sizin için ğişiriyordu. Anlaştığınız saatte gidip sıcak ekmeğinizi alıyordunuz fırından. Pazar yemeği için hazırlanan fırın kebabı da evde hazırlanıp aynı gün bu fırınlarda pişiriliyordu. Herşey o gün hazırlanıp, o gün taze taze pişiriliyordu. Bu da harika birşeydi...” diyor.
*** Lella’nın sözünü ettiği fırınlar, Birinci Dünya Savaşı ardından Küçük Asya’da meydana gelen katliamlardan kaçarak Kıbrıs’a gelen Pontuslu göçmenlere aitti. Yalnızca Lella’nın yaşadığı sokakta, Pontuslular’a ait iki veya üç fırın vardı. “Tabii her zaman bir çırağa birkaç kuruş vererek siniyi evinizden aldırıp fırına gönderebilirdiniz, sonra da sıcak yemeği evinize birkaç saat sonra getirirdi bu çocuklar...” diye anlatıyor. Lella annesinin kendi ekmeğini hiçbir zaman yapmadığını, her zaman bu sokaktaki fırıncılardan taze taze satın aldığını da anlatıyor.
*** Lella, yaz aylarında her akşamüstü üç-dört dondurma satıcısının da arabalarını kaktırarak Kasaba sokaklarında dolaştığını ve ev yapımı dondurma sattıklarını hatırlıyor. Yaz aylarında okullar kapanınca, Lella’nın annesiyle babası tüm aileyi Platres’e, sıcaktan kaşmak üzere dağlara götürürdü. Üç aylığına küçük bir ev kiralıyorlardı ve ancak okullar Eylül ayında açıldığı zaman Kasaba’ya geri dönüyorlardı...
*** “Biz Platres’teyken babam da yerel pazarda meyva alıp satıyordu. İşler çoğaldığında annemle birlikte pazarda babama yardım ediyorduk. Babam Arapça da konuşabildiği için turistlerle çok iyi anlaşabiliyordu. Onlarla sohbet edebiliyordu. O günlerde Mısır ve Filistin’den çok turist gelir ve yaz tatillerini Platres’te geçirirlerdi. Sanırım diğer satıcılar babamı biraz kıskanırlardı çünkü bölgedeki otellerin pek çok müşterisini kendine çekmekteydi babam...”
*** Lella, yaz aylarında pek çok ailenin Kasaba’dan ayrılıp Kıbrıs’ın diğer bölgelerini ziyarete gittiklerini hatırlıyor. “Ailem bazan bir taksi kiralar ve Cikko, Stavrovuni, Maşera, Troditissa, Abostolos Andreas gibi adanın kutsal yerlerini ziyaret ederdik. O günlerde insanlar böyle yerleri ziyaret ederdi. Manastırları ziyarete giderdiniz ve geceleyin manastırda kalırdınız. Kıbrıs’ı böyle gezip görebilirdik. Bazan insanlar bir otobüs tutardı ve pek çok aile bir büyük grup halinde dolaşırdı, bir manastırdan ötekine giderek...”
*** İkinci Dünya Savaşı esnasında Lella hava saldırılarına karşı çalan sirenleri hatırlıyor Kasaba’da – bu sirenleri duyan Kasaba sakinleri, düşman uçakların bombardımanlarından kaçmak için hemen sığınaklara koşuyorlarmış. “Sirenlerin sesini duyunca ailem hep birlikte komşularımızla birlikte yolun karşısındaki tarlaya gidiyorduk ve orada bulunan bombalara karşı hazırlanmış sığınağa giriyorduk. Sığınak yeraltındaydı. Birkaç saat sonra sirenler yine çalıyor ve sığınaktan çıkmanın artık güvenli olduğunun işaretini veriyordu. Böylece sığınaktan çıkıp evimize dönüyorduk. Savaşın başlarında Rodos’tan kalkıp Baf üstünde uçuş yapan birkaç Alman uçağı vardı ancak attıkları bombalar denize düşüyordu. Sonrasında da başka uçak falan görmedik...”
*** Genç bir kadın olarak Lella, evlerinin yakınında bulunan “Titanya” adlı yerel sinemaya gidiyordu... “Bir filmi seyretmek, kişi başına bir şiline maloluyordu. Cumartesi geceleri film izlemeye gidiyorduk. Titanya sinemasının sahibi, kadınlara Salı veya Perşembe geceleri bu filmleri beleşe seyretmeleri için ücretsiz bilet veriyordu. Umudu kadınların erkek arkadaşlarıyla geri gelmeleriydi – böylece erkek arkadaşları bilet parasını ödeyecekti başka bir gün diye umuyordu...”
*** Lella sinemada atıştırmak üzere çeşitli atıştırmalıklar satın alıyordu... “Genç çocuklar tepsilerle çeşitli atıştırmalıklar satıyordu – pasadembolar, fıstıklar, taze bademler ve hatta kavrulmuş gannavuri tohumları... Her bir paket, yarım şiline satılıyordu. Hatırlarım da gannavuri tohumlarını yediğimizde uykumuz gelirdi...Gannavuri tohumları çok popülerdi ve çok da lezzetliydi. Bunları yemeye bayılıyorduk. Küçük kağıt huniciklerde, kavrulmuş ve hafif tuzlanmış şekilde satılıyordu. “Gannavuri” diyorduk. 1952’de Britanya hükümeti Kıbrıs’ta gannavuri tohumlarının satışını yasakladı. Ancak ondan önce herkes gannavuri tohumu yerdi. Kıbrıs’ta insanlar gannavuri yetiştirir ve bunları serbestçe satardı. Herhangi bir sorun yoktu...”
*** İçeceklere gelince, Lella Coca Cola satın alıyordu sinemada. Lella, bekar kadınlara o günlerde aileden erkek birinin veya bir akrabanın eşlik etmesi zorunluluğu olduğuna da işaret ediyor. “Sinemaya gitmek için ya erkek kardeşinizin veya babanızın veya evli kızkardeşiniz ve eniştenizin size eşlik etmesi gerekiyordu. Bir kadın olarak tek başınıza ya da yalnızca kadın arkadaşlarınızla dışarı çıkmaya cesaret edemezdiniz. Sinema her zaman hıncahınç dolu olurdu. Yunan filmlerini seviyorduk ancak yabancı filmlerde Rumca altyazılar olduğu için konuyu takip edebiliyorduk...” diye anlatıyor Lella.
*** Filmlerdeki Rumca altyazılar, Lella ve ailesi için özellikle iyi geliyordu çünkü evlerinin balkonundan yazlık sinemada gösterilen filmleri izleyebiliyorlardı. “Titanya sineması evimize çok yakındı” diye anlatıyor. “Komşularımız hep bizim balkonda toplanırdı film izlemek için. Bir gün sinema sahibi bunu keşfetti ve ekranı görmemizi engellemek maksadıyla lamarina çaktı. Birileri ihbarda bulunmuş olmalıydı ona... Bütün çabalarına karşın, yine de ekranın büyük bölümünü görebiliyorduk balkonumuzdan...”
*** 1949 yılında Lella, Neofitos Nearhu’yla tanıştı. Yeroşibulu’ydu Neofitos ve dul annesiyle birlikte yaşıyordu. Babası, o henüz altı yaşındayken verem hastalığından ötürü vefat etmişti. Neofitos, Lella’yla tanıştığında “Olimpus” otelde garson olarak çalışmaktaydı. Lella’ya göre Neofitos bisikletiyle işe giderken Lellalar’ın evinin önünden geçerken kendisini balkonda görmüştü... “Neofitos teyzemi biliyordu, bazan teyzemin evinde karşılaşıyorduk. Günün birinde cesaretini toplayarak teyzeme, benimle evlenmek istediğini söylemişti. Ben ise buna yanıt verip teklifine evet demek için biraz beklemiştim...” Tereddütlerine karşın Lella Yeroşibulu bu kendine güvenen ve yakışıklı adamı çekici bulduğunu itiraf ediyor.
*** Bir kez nişanlandıktan sonra artık Lella ve Neofitos’un bir çift olarak dışarı çıkması kabul edilebilirdi o günlerde. Neofitos onu sinemaya ya da kahve ve tatlı yemek için Trianon adlı pastaneye götürüyordu. “Bana yurtışında Kıbrıs Gönüllüler Birliği’nde yaşadıklarını anlatıyordu ya da Mısır ve Filistin’de geçirdiği zamandan anekdotlar aktarıyordu. İkinci Dünya Savaşı sonrasıydı bu...”
1923'te Lella'nın annesi ve babası (arkada sağda) Talya'nın anne ve babasıyla birlikte...
1938'de Lella (en solda) kızkardeşi Erazmiya ve annesi Talya ve babası Fotis'le birlikte, Platres'te tatilde...
(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
(Sayfadaki tüm fotoğraflar, TALES OF CYPRUS’tan alınmıştır...)
(Devam edecek)