“Baf’ta 1960’lı yıllardan 1974’e kadar süren kültürel faaliyetler...” (1)

Sevgül Uludağ

KIBRIS’TAN HATIRALAR...

Ulus Irkad

Baf’ta birçok aydının, gencin ve Baf Kurtuluş Lisesi talebelerinin de emeğiyle, 1964 yılında, Baf Kurtuluş Lisesi’nin baskı ve teksir makineleriyle basılıp çıkan “Bucak Dergisi’nin, 2 Ağustos 1965 tarihli sayısında Şiirler köşesinde İ. Altan isimli genç,  “Yeşil Gözler” başlıklı şiirinde şu duygularını seslendiriyordu;

“Yeşil Gözler

İçimden küfrederken kendi kendime

Nasıl oldu da tutuldum ben bu derde

İçimde büyüyen o amansız acı

Istırabı dindirdim senin sözlerinle…”

Baf’ın sosyal ve aktif gençlerinden biri olan Şaban Balıkçıoğlu ise okuyucuya Türk Sineması’ndaki filimler ve sanatçılar hakkında bilgiler ve haberler vermekteydi:

-“Türkan Şoray-Fatma Girik arasında İhtilaf var”-

“Badem şekeri filminde beraber oynayan ve filim bitene kadar üç defa kavga eden artistlerimiz son zamanlarda kendilerine aynı filimde oynamaları için filim şirketlerinden gelen teklifleri her ikisi de reddetmektedirler.”

“Filime Başladı”

Şarkıcılarımızdan birisi daha perdeyi seçti. Nesrin Sipahi geçen hafta içinde ilk filmini çevirmeye başladı.

Aynı zamanda Muzaffer Akgün de başarılı bir artist oldu. İlk filmi olan “Boş Beşik” in başarılı olması üzerine Hulki Saner, kendisine yeni bir filim çevirmesini teklif etti.

Tamer Yiğit’le beraber Yüksel Filim hesabına çevirdiği filimde Nesrin Sipahi bir şarkıcının hayatını canlandırıyor.”

“KÜLTÜREL FAALİYETLER HER DAİM BALTALANMIŞ, ENGELLENMİŞ...”

VOLKAN rumuzlu (Ali Volkan) bir sanat makalesinde, Mustafa Baflı’nın Baf’ta birçok tiyatro oyununda rol almış, kızkardeşi kadın sanatçı  Ülgen Uğur ve Nazlı adlı Tiyatro oyuncusu arkadaşının daha yer aldığı,  30 Ağustos 1965 tarihli Bucak Dergisi’nde, Güzel Sanatlar ve Kültürel Faaliyetler hakkındaki röportajından önce şunları yazmaktaydı:

“Güzel sanatlar, kültürel faaliyetler, her daim baltalanmış, daima birtakım engellerle karşılaşmıştır. Günümüzün gelişmiş kültürü haline gelene kadar, ne çetin safhalar geçirmiş, ne zorlu engeller aşmış, gelmiştir. Bugün kasabamızın en büyük kültür faaliyetlerinden biri olarak vasıflandırabileceğimiz UĞUR TİYATRO topluluğu da aynı şekilde bir takım tehditler altında bulunmaktadır… Evet, bu azimli topluluk da kız oyuncu bulamamakla zaman zaman tehlikeli anlar yaşamaktadır. İşte bu yokluğun tek gidericisi UĞUR SAHNE’nin can damarı Ülgen Uğur”...

MUSTAFA BAFLI’NIN ANLATTIKLARI...

Mustafa Baflı, Bucak Dergisi’nin ilk editörlerinden, yazarlarından ve dağıtımcılarındandı bu konularda bana Baf’taki kültürel faaliyetleri konusunda Güzelyurt’ta (Omorfo) şunları anlatmıştı;

“1959 yılında ilk tiyatro grubunu kurdum. Daha önce Ocak’ta da (Limasol) tiyatroda oynadım. 1953’te oynadık. “Koca Bulamayan Kız”, “Yar Kandili”… “Yar Kandili” Nazım Hikmetin’di. Kör rolünü ben oynadım. Bunları Ocak Kulübü’nde oynadık. Bir taneyi Türk Sineması’nda Polemidya’da oynadık. Çünkü 1955 yılında olaylar olduktan sonra Rumlar bize izin vermedi. Oraya gittik ve orada oynadık. Ondan sonra 1959’da ben geldiğimde “Ceza”yı oynadım. Ceza Dormen Tiyatrosu’nundu, Kenterler bize gereken yardımı da yaptılar. Ceza’yı oynadık… Bu arada bu oyunlarda oyuncular arasında kızkardeşim Ülgen de vardı; ilk defa dört nesli aldık; Seval, Ümral (Kemal Çörekçi’nin kızı) oynadı, Gülten de oynadı (Erdoğan Kale’nin kızkardeşi), İkinci tiyatromuzda gene Ümral oynadı, Ülgen oynadı, onun arkasına “Kuşula”yı oynadık, Kamil Özay, Mesut Karadağlı, 1962’de Ülkü Yurdu yararına oynadık. Ayrıca panayır da tertiplediydik. O gece 150 liraya yakın bir para topladıydık. Oynadığım tiyatrolarda her oyundan sonra Kulübe 100 KL verirdim. 1963’te “Ana”yı oynadık. Bizimkiler yazmıştı. Adaoğlu oynuyordu. Mesut Karadağlı, Kamil Özay, Ben, Ülgen, Gülten, Ramadan Atay’ın kızları oynuyordu. Muazzam bir oyun oynadık. “Ana” Milliyetçi bir oyundu. Oyunda en son ana oğlunu vurur. Casus olduğu için, Türk yapımı bir oyundu. Çok meşhur oyunlar oynandı ve bu oyunu oynarken yarıbuçuk kaldı çünkü 1964 olayları başladıydı. Kamil Özay ve Adaoğlu öğretmen olmalarına rağmen bu oyunlarda rol almışlardı. Hem idareye koyduk kendilerini hem de tiyatroda oynadılar.

“İSİMSİZ KAHRAMANLAR’A İSVEÇLİLER’İ DA DAVET ETTİYDİK...”

1964 sonrası yukarı Mutallo’ya geçtikten sonra dillere destan “İsimsiz Kahramanlar”ı oynadık. 50-60’tan fazla sanatçı vardı o zamanlar. Kızlar, Gülten, Berber Güler; “İsimsiz Kahramanlar”da çocuk rolünde oynadıydı. Onun arkasından 1965 yılında “Tavşan Başı”nı oynadık.  Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun en mühim oyunu… Şabanlardan, Alilerden, Hikmetlerden tut… 12 kız sanatçı aldık, bu arada “Averemu” filminin de müziklerini aldık ve uyguladık bu oyuna. Dev rolünü da Çetin oynadıydı.  Sedat yaptı makyajı… Bu arada dekor çok güzeldi ve İsveçlileri davet ettik… Hatta davet için ben Sabri’yle beraber gittiydim, İngilizce bilir diye, çok iyi İngilizce bilirdi. Komutanla konuşmuştuk. Komutan bana aynen şunu söylemişti:

“Türkler tiyatro yapmayı biliyor mu?”

Türklerin sanattan anladığını bilmiyorlar. Onlara “Bilirler” dedik. Sinemada tiyatro için onlara beş sandalye ayırdık. O gece öğleden sonra saat dört buçukta İsveç’in Genelkurmay Başkanı geldi. Bunun üzerine komutan yardımcısına dedi ki “İsveç’ten komutanımız geldi, tiyatroya gelemeyeceğiz özür dilerik”.  Sobutay Ali Ratip tiyatronun İngilizcesi’ni da çevirmişti. Kurmaybaşkanı da “Gezmeyelim de gidip bu Türkleri görelim bakalım, tiyatroyu oynamayı beceriyorlar mı?” dedi. Geldiler... Hatta Alpay Volkan’ın Hanımından da generali oturtmak için bir koltuk aldık. Adamlar geldi seyrettiler ve oyun bittiğinde bizi tebrik ettiler. O kadro  güçlü bir kadroydu. Ertuğrullar, Ali Volkanlar, Alpay Volkanlar, hep bu kadronun içindeydi. Hikmet Canovalar, Kaleler, Saydam’ın kardeşi, sahnede yedi dekor değişti. Bucak Dergisi’ni de unutmamak gerekir. O General geldi tekrar ve beni görürkenden “Oh, manager” dedi. Hepsi beraber oturur, Ali Volkan, Şaban, bilmem ne… Şaban en iyilerden biriydi ve komedi oynardı. Komutan yanlarındaydı. Ve bize sordu:

“Ne zaman bu sinemayı yaptınız?”

“Ne zaman bu modern dönen sahneyi yaptınız?”

Sedat da ona : ”Ne dönen sahnesi?”

O sırada ona “Ne içersiniz? Bizim Türk gazozu var” dedi. “Cocacola falan yoktur.”
“Birşey değil” dedi.
Ali Çürük açtı kendilerine gazozları.
“Gidelim sinemaya görelim bakalım. Merak ettim” dedi. Birlikte sinemaya gittik.
Sahnenin altına baktı tahtaları gördü. Kamalı ve Karabardak yapmıştı bunları.
“Tuhaf” dedi. “Haçan da bitirdiler?”
“Bu kadar kişinin yardımıyla herşey oldu” dedik…
“Koltuklar moltuklar herşey hazırlandı” dedik.
“Nerede soyundunuz?” dedi.
Ona WC’yi gösterdiler. 20 tane kız oynuyordu. Akıle Hocanım yardımcıydı, cüceler da vardı.
“Erkekler?” diye sordu BM Komutanı.
 “Kızlar yüzünden erkeklerin  girmesini men ettik” dedi BM Komutanına Sedat.
O zaman komutan da: “Ben Kıbrıs’a vahşi insanlar görmeye geldim ama medeniyetin en yüksek seviyersine gelmiş Baf Türk toplumuyla karşılaştım” dedi.”

(Devam edecek)

 

 


BAF’TAN HATIRALAR...

“Strumbi köyünde zorluklarla dolu bir hayat, hastalıklar ve Mehmet Aziz’in köyü ziyareti...” (1)

Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle, “Kıbrıs’ın Hikayeleri” (“Tales of Cyprus) sayfasında, Baf’ın Strumbi köyünde yayımlanmış eski bir kitabı İngilizce’ye çevirerek özetle yayımladı... Strumbi köyünde zorluklarla dolu hayatın anlatıldığı bu kitapçıkta, hastalıklar ve “Sinekçi Aziz” olarak bilinen ve Kıbrıs’ta sıtma hastalığının sonlandırılmasında büyük rol oynayan Mehmet Aziz’in köyü ziyaretinden de söz ediliyor. Konstantinos Emmanuelle’in yazdıklarını okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. Emmanuelle, Strumbi hakkındaki bu kitapla ilgili olarak şöyle yazıyor:

***  Birkaç sene önce Kıbrıs’ı ziyaretim esnasında Dr. Hristostomos A. Sofianos ve eşi Kleopatra İ. Papayeorgiu tarafından kaleme alınmış bir kitap hediye edilmişti bana. Bu kitap, çok sevdikleri Baf’ın Strumbi köyüyle ilgiliydi – köyün tarihini, yaşayanları, o dönemin geleneklerini ve 1953 depremini anlatıyor... Ben bu kitaptaki ilginç tarihsel bilgileri İngilizce’ye çevirdim... Fotoğraflar ise Kleopatra’nın aile albümünden onun izniyle Kıbrıs’ın Hikayeleri için taradığım fotoğraflardır.

***  19ncu yüzyılın sonlarına doğru anlaşılan odur ki Baf ilçesinde her gün pek çok suç işlenmekteydi... O günlerde köylüler, bağlarındaki üzümleri hırsızlardan korumak maksadıyla, geceleri tarlalarında yatıp kalkmaktaydılar. “Kıbrıs’ın sesi” başlıklı gazetede Ekim 1896’da yer alan bir habere göre, Strumbili Neofitos, boynundan ve yüzünden bıçaklanarak Kendi bağında öldürülmüştü...

***  20nci yüzyılın başlarında Baf’ta pek çok meyva ağacı ve harnıp ağacı vardı. Ne yazık ki özellikle küçük harnıp ağaçları, çiftçilerin arazilerine giren keçi sürüleri tarafından yok edilmekteydi. O günlerde bağcılık, Strumbi ve diğer Baf köylerinde yeni yeni gelişmekteydi. Böylece bağlardan ve üzümlerden elde edilen gelir, köylülerin ana zenginlik kaynağına dönüşüyordu. Bu dönemde hayvan besleyiciliği de gelişmekteydi ve Baf’a binlerce koyun ve keçi getirilmişti... Tavukçuluk ise henüz emekleme aşamasındaydı, arıcılık ve sebze yetiştiriciliği de öyleydi...

***  1922 senesinde bir tür mantar hastalığı, bölgedeki bağları yıkıp geçirmişti. Köyün o dönemdeki muhtarı Savvas Papanikolau, bir gazetedeki yazısında Tarım Bakanlığı’nı tarımsal zararlılara karşı harekete geçmeye çağırmaktaydı çünkü Strumbi halkında asmaları/bağları ilaçlatmak için talep edilen para yoktu... Her bir bağın üç kez ilaçlanması için 10 şilin ücret talep edilmekteydi.

***  Oysa Strumbi sakinleri, Birinci Dünya Savaşı ardından birikmiş borçlarıyla başetmeye çalışıyordu. Buna tuz biber eklemek istercesine, köylüler bir de Cikko ve Ayios Neofitos’tan papazlara tarımsal amaçlarla kullandıkları araziler için kira da ödemekteydiler. Strubmi’de ve çevresinde 2500 dönümlük arazi, bu manastırlara aitti... 1933 senesinde Cikko’nun papazları Strumbi’ye inerek derhal 300-350 lira tutarında olan köylülerin kira borçlarının ödenmesini talep etmişlerdi. Köylüler ise papazlardan daha fazla zaman istemişler, üzüm hasadından sonra bu borçları ödemelerinin daha kolay olacağını belirtmişler ancak papazlar bunu reddetmiş ve kiralarının ödenmesinde ısrarcı olmuşlardı...

***  17 Ağustos 1933’te Sağlık Bakanlığı’nın baş danışmanı Bay Mehmet Aziz, Strumbi köyünü ziyaret etmişti. Ona ilçe hekimlerinden birisi ve Dr. Mirianthopulos eşlik etmekteydi. Köylülerle kahvehanede buluşmuşlar ve mikroplarla ilgili onlara tavsiyelerde bulunmuşlar, veremle savaşmak gerektiği üzerinde durmuşlardı. Bay Aziz, diğer sağlık sorunlarıyla ilgili ayrıntılı bilgi vermiş ve köylülere bu konularda aydınlatıcı bir de film göstermişti...

***  5 Eylül 1933’te Strumbi’de köyün öğretmeni Mihail Papayeorgiu ile Antigoni Hristodulu’nun düğünü yapılmıştı. Bu düğün önemliydi çünkü Mihail Papayeorgiu, köyün papazı olacak ve 1950 senesine kadar hem papaz, hem öğretmen olarak köylülere hizmet verecekti.

***  O yılın ilerleyen dönemlerinde THD rümuzuyla bir gezginin mektubu, “Baf” gazetesinde yayımlanacaktı... THD’ye göre Strumbi, günün birinde iyi bir tatil yeri olabilecekti fakat şimdilerde köylüler, içme suyunu dört mil uzaktan taşıyarak içmek zorunda kalmaktaydı... Bu gezgine göre Strumbi’den Kasaba’ya gitmek için günün herhangi bir saatinde ulaşım mevcuttu, Kasaba, Strubmi’den 12 mil uzaklıktaydı. Gezgin, Kıbrıs manastırlarından keşişlerin kira toplama sorunundan da söz etmekteydi... “Cikko’nun kiralarının son toplanması esnasında papazlar, kiracıların evlerine girme cesareti göstererek köylüleri buğdaylarını tartmaya zorlamışlar ve kiraların ertelenmesini kabul etmemişlerdi. Neredeyse onluksuz kalan kardeşlerine bu zor dönemlerde yardım etmek yerine, bu papazlar kiraların toplanmasını talep etmişler, dua etmek yerine, papazları kira toplamaya göndermişti bu manastırlar...” diye yazıyordu bu gezgin.

***  Ocak 1934’e gelindiğinde, onca yıldır sorun olan Strubmi’ye su getirilmesi nihayet çözüme kavuşturuluyordu. Toplum, suyu iki kaynaktan satın almayı kabul etmişti – bunlardan birisi Çada’da “Gargonis” bölgesindeydi... Çada’dan Strumbi’ye su getirmenin bin liradan fazla tutacağı belirtilmekteydi.

***  Nisan 1934’te Strumbi sağlık görevlisi Bay Stavros Rossos, köy okulundaki öğrencilere verem hakkında bir konuşma yapmış ve veremin nedenlerini, gelişimini ve tedavisini aktarmıştı... Yılın ilerleyen döneminde ise Strumbi’deki çiftçilerden Sofoklis Militiadus, ilkokul öğrencilerine bağları nasıl budayacaklarını ve nasıl aşılayacaklarını göstermişti... (Devam edecek)

(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını derleyip çeviren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).